0
Başımıza Gelenler Kitabının Özeti- 4
Moskof gibi, her an fırsat kollayan korkunç bir düşmanın komşusu olduğumuzu unuttuk ve uyuduk. Uyandıkça da birbirimizi yedik! Ahlâkî içtimâi, iktisâdi her alanda ve devlet idaresinde rüşvet, fesat ve yağcılık aldı yürüdü. Yapmadık, yıktık! Onarmadık, harap ettik! Milli servetimiz mahvoldu. Ona bağlı olarak siyâsî gücümüzü de yitirdik, bitti!...
 
Deli Petro dan bu yana benimseyip uyguladığı emperyalist siyâsetin bir icâbı olarak, komşusu olduğu nice nice millet ve hükümetlerin canını yaktı, Slav ırkının hâkimiyet ve üstünlüğü uğruna âlemi yıktı,harap etti. Yüz milyonluk kuvvetli ve kudretli bir devlet vücûda getirdi. Bizimse, düşmanlarımız karşısındaki gafletimiz bir tarafa, iç işlerimizde dahi bilgisizliğimiz yüzünden tuttuğumuz yanlış yol, ve işlediğimiz hatâların haddi hesabı yoktur.
Moskof gibi, her an fırsat kollayan korkunç bir düşmanın komşusu olduğumuzu unuttuk ve uyuduk. Uyandıkça da birbirimizi yedik! Ahlâkî içtimâi, iktisâdi her alanda ve devlet idaresinde rüşvet, fesat ve yağcılık aldı yürüdü. Yapmadık, yıktık! Onarmadık, harap ettik! Milli servetimiz mahvoldu. Ona bağlı olarak siyâsî gücümüzü de yitirdik, bitti!...


Tedbirsiz ve siyâsî olmayışımız yüzünden hıristiyan olan tebeamızı kaybettik. Devletimiz Türk, Arnavut, Kürt, Arap gibi çeşitli müslüman milletlerden teşekkül etmiş olduğu halde,vatanın müdâfaası, ve İslâm nurunun esen şiddetti rüzgârlardan korunması yükü, şurada topu topu on iki milyon kadar Müslüman Türk ırkının hamiyyet ve omuzlarında kaldı. Türk olmayan, müslüman Osmanlı kardeşlerimizdense vatanın, milletin, dinin gördüğü hizmet ve fayda, hemen hiçe indi.
Vaktiyle Ulahlar, Sırplar bile Osmanlı ordularında asker olur hizmet ederlerdi.Tarıh okuyanlar bunu bilir.
Kars'a doğru yaklaşırken, o gün düşmanın Karsın beri tarafındaki muhâsarayı kaldırıp diğer tarafına geçmiş olduğunu ve şiddetli top ateşlerine devam ettiğini öğrendik.
Ordumuzun gelmekte olduğunu, muhasaranın yarısının kaldırıldığını duyan Kars halkı, askerimizi karşılamak için adetâ yarışa çıkmış koşuyordu.
İkindiden sonra Kars'ın sağında bulunan Çivilikaya'ya inildi. Epeyce bir mesafe olmasına rağmen ordumuzla Kars'ın arasındaki yol, sanki çarşı yolu oldu. Kars mutasarrıfı Şefik Paşa, memleketin kadısı, müftüsü ve diğer ileri gelenleri ile birlikte Muhtar Paşaya geldi. Buluşma anında şâhidi olduğumuz manzara, ve işittiğimiz sözler, gözlerimizi yaşla doldurdu Akşam üstü Kumandanpaşa, yanma Kurmaybaşkamnı da alarak, etraftaki dağ ve tepeleri gezip, topların ve askerlerin yerlerini tesbitle yerleştirdiler.O gece orada yatıldı.Ertisi gün uyandığımızda top seslerini işitmedik.Öğrendik ki, düşman öteki taraftan da çekilip gitmiş. Kars kurtulmuştu.

Tam yirmi yedi gün, yirmi yedi gece aralıksız sürmüştü Kars'ın bombardıman ve muhasarası.
 
Ertesi gün Muhtar Paşa Kars'a girdi. O gün Kars kumandanlığına tayinle İstanbul'dan gelmiş bulunan
Müşir Melemenci Mustafa Tevfik Paşayı da beraberine alıp vazifesine başlamak üzere makâmma götürdü.Eski Kars Kumandanı Hüseyin Hâmi Paşa ve diğer kumandanlarla görüşüp, hepsini gösterdikleri başarı ve sebattan dolayı tebrik ve teşekkür etti.


KARS MÜDAFAASINDA HAŞİM PAŞANIN GÜZEL HATIRASI
 
Kars'ta askerler ziyâret edilip istihkâmlar gezilirken yararlıklar göstermiş olan asker ve subaylardan söz
ediliyordu. Bu arada, (Karadağ) ve (Karapatlak) istihkâmlarına kumanda eden Mirlivâ Hâşim Paşadan da bahsedildi.

 
Düşman, göz açtırmadan on beş gün geceli gündüzlü bu istihkâmlara saldırmıştı.Kars kumandanı Hüseyin Hâmi Paşa, Hâşim Paşaya: (Onbeş gündür sizin livânız geceli gündüzlü bombardıman ediliyor; askeriniz rahatsız oluyor, uykusuz kalıyor; sizi değiştirelim de biraz da başka bir livâ asker gönderelim.) demiş. 

Hâşim Paşa da: (Ben ve askerlerim, gelen top mermilerinden nasıl korunacağımızı anladık, alıştık. Şimdi alışmamış askerler getirilecek olursa, onları alışıncaya kadar hayli zararlara uğrarız. Düşman tarafindan bir hücûm olursa, acemilikleri sebebi ile bâzı sakatlıklar da olabilir. Halbuki ben de, askerlerim de hâlimizden memnun ve râzıyız.
Siz diğer cephelerde çatışan arkadaşlarımıza yardım ve himmet buyurunuz.) diyerek, olduğu yerde kalıp yılmadan, usanmadan muhasara boyu düşman güllelerine göğüs germişti.
Bakınız şu büyüklüğe! Bakınız şu ulüvvü cenaba!

Böyle yiğit vatan evlâdının nasıl ayağı öpülmez? Hâşim Paşa gibi ferâğat ve kahramanlık örneği, kadri yüce bir
kumandan, nasıl kıyâmete dek rahmetle anılmaz?!..
Elbette unutulmaz, anılır. (Allah iyilik edenlerin emeğini zâyi etmez, mutlaka mükâfatlandırır.) âyeti celîlesinin şümûlüne, Hâşim Paşa gibi büyükler dururken başka kimler girer!

 Söz uzayıp gidivor, biz ordumuza dönelim: Eleşkirt fırkası kumandanı Tatlıoğlu Şehit Mehmet Paşa düşmanla savaşırken, A. Muhtar Paşa Bargiride bulunan Van kumandanı Faik Paşaya bir telgraf çekere, bulabildiği kuvvetle Doğubeyazıt'a doğru ilerleyerek Mehmet Paşayı sıkıştıran düşman kuvvetlerinin arkasını almasını ve Doğu Beyazıtı kurtarmasını emretmişti. Fâik Paşa da verdiği cevapta, kuvvetlerinin yetersizliğinden ve Kürtlerin münasebetsizliklerinden bahsediyordu. Hiçbir özürü kabul edilmıyerek derhal hareketmesi emredildi.
Fâik Paşa da bunun üzerine elindeki iki taburla harbin başlangıcından yani iki aydır toplanmış olan yardımcı piyade suvarilerle birlikte üç bin kadar derbeder, başı bozukta olduğu halde güç bela Doğu Beyazıta hareket edebilmişti.

 Doğu Beyazıta gelince şehrin içerisindeki kışlada kalmış olan iki tabur düşman piyadesi, yapılan görüşmeler sonunda teslim olmaya razı olur. Fakat silahlarını Faik paşaya teslim etmek için takım takım çıkarken ömründe Moskof askeri görmemiş olan, Kürtler mal bulmuş mağribi gibi heriflerin üzerine hucüm edip bir haylisini öldürürler. Bu hali gören ve daha kışlada teslim olmak içir sırasını bekleyen bir tabur kadar düşman, kapıları kapatıp teslim olmaktan vazgeçer.

 Fâik Paşa, Kürtlerin reisleri île görüşüp güç hâl ile önlerine durur, Karşılıkta bulunmadan esir olan ve her türlü taarruz ve tecâvüzden korunması icâp eden, ölümden kurtulmuş bu yetmiş seksen kadar Rus esirini de Kürtler baştan ayağa soyarlar. Öyle ki adamları çırıl çıplak, ayıpları ile ortada bırakırlar.
Bu esirler sonradan Van valisi Hasan Paşa tarafından giydirilip Halep yolu ile İstanbul'a gönderildiler.

Buracıkta biraz durup yine ders ve ibret olmak üzere bizim müslüman (!) Kürt vatan daşlanmızın bâzı çirkin davranışlarından bahsetmek istiyorum.
Olay şudur: Eleşkirt fırkamız düşmanı takiple kovalarken düşmanın yolda ölen bâzı yaralılarını, özellikle de Halyaz'daki savaş sırasında ölenlerini elbiseleriyle gömmüşler imiş. Bizim Kürtlerden bâzıları elbiselerini soymak için bu mezarları açar soyar, cesedlerini de olduğu gibi açıkta bırakırlar. Her tarafı pis bir kokudur alır. Ve tabiî bulaşıcı hastalıklar da etrafa yayılır.
Eee, şimdi kim diyor ki bizim adamımızın gözü açık değildir!,.Hangi ağza kara iftira ediyor ki halkımız tenbeldir, kesbi servet etmek yollarını bilmez!? işte görüyorsunuz, menfaat için aramızda mezar soygunculuğu yapanlarımız dahi var. Bunları yapanların yakalanarak derhal kurşuna dizilmeleri emredildi. Ama bunları o kızılca kıyamette kim, nasıl yakalayacak ve nasıl muhakeme edecekti ki? Buna ne zaman ve ne de zemin müsâit idi. Bütün bu vahşet ve cinayetler yapanların yanma kâr kaldı gitti.
 
Esirler bir taraftan Kürtlerin elinden kurtarıla dursun, öte taraftan da kışlaya sığınmış olanların tekrar iknâ ile teslim olmalarına çalışılır. Ama bütün çabalar boşa gider. Bu defâ alınan cevap kurşundur. Fâik Paşa, bunları muhasara altında tutup teslime zorlamak için, Kürtlerle birlikte iki taburu Mirlivâ Kayserili mehmed Münip Paşa emrinde Doğubeyazıt'ta bıraka Kışlanın Muhâsarası şiddetlenir. Kışlada sarılmış olan düşman askerlerinden su almak için çıkanları öldürürler. Teslim olmaya zorlarlar. Ama bir kere cümlesi oldukları yerde ölmeğe kara vermiş ve birbirleriyle and içerek sözleşmiş olduklarından yapılan tazyik ve tehdit hiçbir fayda vermez.Kışlanın pencereleri askerlerin ve Kürtlerin kurşunları altında oldugu için kimse başını çıkaramaz. Kışla bir taraftan top güllesiyle sıkıştırılır. Kışlanın başlarına yıkılacaklarını bildikleri halde yine teslim olmazlar. Bu arada 25 Haziran 1677 tarihiyle Fâik Paşadan alınan bir telgrafta kışla muhâsarasının başladığı tarihten bu yana revan eden savaşlarda bir yarbay, bir onyuzbaşı, bir yüzbaşı ile üç yüze yakın küçük rütbeli Rus subay ve erinin öldürüldüğü, müslim ve gayri muslim yüz otuz dört neferin de esir alındığı, altı yedi yüz kadar hayvan ile bir miktar silahında yardımcı Kürt milis kuvetleri tarafından ganimet olarak ele geçirildiği, üç Dağıstanlı musluman askerinde kaçarak bize sığındığı ve taburlarımıza dolundukları bildiriliyordu.
Yine o gun Fâik Paşadan gelen ikinci bir telgrafta: Kışladaa sarılmış bulunan askerini kurtarmak için bin beş yüz kadar Rus suvâri ve
piyadesinin geldiği bunlara karşıda bir miktar süvâri ile bin kadar milis atlısının çıkarıldığı ve yapılan savaşlar sonunda düşman askerinin matlup olarak Cebelli gediğinden çekilip Rusya ya gittiği, bizim kaybımızın dokuz şehid, onların ölü sayısnın kırk olduğu haber veriliyordu.

Velhâsıl bu cihetten dahi ümitleri kesıldiği halde kışladakiler direnmelerine devâm edenler uzadıkça uzar. Açlıktan susuzluktan son dereceye gelirler Fakat yine de teslim olmazlar. Adamlar aralarında da bulunan hastabakıcı hemşirelerin de teşviki ile ölünceye kadar teslim olmamaya and içerler.

 Muhâsara otuz güne varır. 
İçeridekiler açlıktan kendi ölülerinin etini yerler yine teslim olmazlar.

Sakın hâtıra gelmesin ki, mutlakâ bunların bir bekledikleri, veya bir ümitleri vardır. Hayır,ne gezer! Bir aydan beri halkını filânını tanımadıkları ve garip oldukları bir memlekette, ve bir binanın içinde kapanıp kalmışlar. Kiminle haberleşecekler, kimden nasıl haber alacaklar? Her ne ise, herifler o derece sabır ve metanetle dayandılar ki, neticede muvaffak oldular.Cesaret ve gayretlerinin mükâfatını gördüler. (Başarı gayrete âşıktır.) derler. Tecrübelerin imbiğinden geçmiş ne doğru bir sözdür bu.




 GENERAL DER KAVKAZOF KIŞLADAKİ ASKERLERİNİ KURTARIYOR

Bizim Kurt İsmâil Paşanın, arkasından takiple Muson gediğinden Rusya'ya tıktığı General Kavkazof, yedi gün sonra Cebelli gediğinden tekrar dönüp çıkarak doğruca Doğubeyazıt ürerine yürür. Altı yedi saat geride bulunan Kurt ismail Paşa ve üst tarafla bulunan Faik Paşa fırkalarını hiçe sayar, kâle bile almaz;  alsa bile mahsur bulunan kardaşlarını kurtarmak için  fırkasının tümü ile mahvolmasını cana minnet bilir, gelir bizim üç taburla birlikte ve bâzı yardımcı Kürt askerlerine karşı savaşır, bizim taburları çekilmeye mecbur eder. Biraz esirle birlikte bizimkilerin elinden üç topu da alır ve kardeşlerini kurtarır.
Düşmanın Doğubeyazıt'a gelerek harp etmekte olduğunu haber alan Eleşkirt fırkası Kurmay Miralay  Akif Bey kumandasında altı tabur göndermiş, ertesi gün de fırka kumandanı K. İsmail Paşa, kalan altı taburu da alarak hareket etmiştir.Uzaktan uzağa, ağız dalaşı şeklinde cereyan eden bir muharebeden sonra düşman fırkası, davulunu düdüğünü çalarak bizim K. İsmail veFaik Paşa fırkaları ile eğlenir gibi tam bir vakar ve ciddiyet içerisinde yine geldiği yoldan dönmüştür.
Hal böyle iken, ne tuhaftır ki. Kurt Ismail Paşa 14 Temmuz 1877 tarihi ile A. Muhtar Paşaya çektiği bir telgrafla durumu şöyle anlatıyordu: (Üç saat kadar devam eden top ateşinden sonra düşman, yirmiye yakın nakliye ve sıhhiye arabası ile birlikte büyük miktarda yiyecek maddelerini ve eşyalarınıda terk ederek perişan bir halde Doğubeyazıt'tan çıkıp Karabulâk (Gürbulak) a kadar çekilmiştir. Düşman ölü sayısı yüz kadar olup, bizim kaybımız çok azdır. Yalnız Doğubeyazıt'ta bulunan taburlardan bir bölük kadar asker kaybolmuş sa da, bunların kaçtığı, veya dağılmış oldukları sanılmaktadır. Allah'a hamdolsun muzaffer olduk...)

Şeyh Ubeydullah





Bakınız çimdi yalana! Kaybolmuş dediği asker, General Kavkazofun elinde esirdir. Şu kadar nakliye, şu kadar sıhhiye arabası yiyecek filân dediği eşya ise, Şeyh Ubeydullah Efendinin Kürtlerinin hatırlarını hoş etmek için evvelce memleket içerisinden toplamalarına müsaade edilen şeylerdir.Bizim giden toplardan hiç haber yok!... Kısacası, bütün dünyanın alâkalanıp işittiği düşmanın zaferini, Muhterep Paşa hazretleri ters çevirip bize yutturuyor...      



14 Temmuzda Doğubeyazıt'ı bastı,çenberi yardı, kendi askerlerini kurtarıp bizim üç topu ve askerlerimizi de esir alarak yurduna döndü, gitti, İsmâil Paşamız ise, zaferle dönen düşmanın arkasına takılıp erişmez toplar attı. Atılan bu toplar, düşmanın zaferini ilân makamında atılan şenlik toplarına benzemedi mi?
SONU GELMEYEN HATÂLARIMIZ
Eee! şimdi geliniz de, bu işi düşünüp kendi aramızda bir muhâkeme edelim ! Neresini muhâkeme edelimki?.. (Sabahın aydınlığı, lâmbaya hâcet bırakmaz.) diyelim de bitsin. Çünku mesele açık ve meydanda Ruslar bu muvaffâkiyetleri ile kıyâmete dek öğünsünler. Bizde Allah'ın, Resûlunün ve cedlerimizin önünde miskinliğimizle, neme lazımcılığımızla mahşere kadar utanalım ve döğünelim!
Sonradan işittik ki. meğer A. Muhtar Paşa'nın sıkıştırması üzerine Van fırkası: kumandanı Faik Paşa her hâlde kışladaki Ruslara söz anlatmak için Doğubeyazıt'a doğru hareketle gelirken, öncü olarak yolladığı iki tabur, şehrin üst tarafındaki bir tepeden Doğubeyazıt'taki kuvvetlerimizin huduttan gelen düşmanla savaştıklarını görünce, oldukları, yerde durup. Faik Pasaya haber vermişler Paşa hazretleri de ne olur ne olmaz başımıza bir kazâ gelir diye öncu olarak yolladığı taburları da geri çekip olduğu yerde beklemiş durmuş. Öncü taburların tepeye geldiğini farkeden düşman, telâşa düşmüşse de sonradan bunların geriye çekildiklerini görerek nefesi genişlemiş, ve korkusuzca vurmuştur.
Münâsebetsizliğin, korkaklığın, cevhersizligin derecesi görülüyor mu? Vatansızlığın, pişkinliğin ne demek olduğu anlaşılıyor mu?.
Rusya devleti, bu muhârebede bulunmuş askerlerin hepsini, ve hele kışlada otuz küsûr gün dayanmış olanları altun madalyalarla mükâfatlandırmıştır. Değil altundan, elmastan yaptırsa azdır. Çünkü, dünyada onların gösterdikleri cesaret, sabır ve metânete uygun düşecek bir mükâfatı bulmak kolay değildir.
Gerçi sonra Fâik Paşaya işten el çektirildi azledildi; harpten sonra da Divân-ı Harbe verilerek rütbesi de söküldü, sürüldü ama, kırılan kol yerine gelmedi.
Mâdem ki düşman askeri kışlaya kapatıldı. Bütün imkânlarla mücehhez beş bin kişiden fazla bir kuvvetimiz de vardı, (Her ne pahasına olursa olsun halledin) emri de verilmişti; o halde, kışlaya tıkılmış bir tabur düşmanın adı mı olur, yerle bir edilmez mi idi?!... Gerçi gebertilecek düşman sayısı, Rus orduları için bir hiçti.... Evet hiçti ama, kazandığımız zaferler gölgelenmez, askerî namusumuz ayaklar altında çiğnenmez, düşmana da bunca öğünmek fırsatı verilmezdi.
Bu yüzler kızartıcı meseleden her ne kadar Fâik Paşa yüklü ve sorumlu ise de,düşmanı tâkip ile oraya kadar gitmiş olan Kurt îsmâil Paşanın hissesine de büyücek bir parça ayırmak lâzımdır. Zirâ tâkip ederek kovdukları, huduttan içeriye kadar soktukları düşmanın yedi gün sonra dönebileceğini, hem de haber aldıkları halde,düşünüp tedbir almamaları, affedilmez askeri bir hatâdır. Velhâsıl, böyle bir gafletten istifâde etmesini bilen General Kavkazofun çocukları ve torunları iftihar etsinler!...


K.îsmâil Paşa'dan alman 6 Temmuz tarihli bir telgrafta; îpekgediği'n de bulunan düşman fırkasının olduğu gibi sınırdan içeri, yani Rusya'ya girdiği, Arkamızın ise, adı geçen yerde mevzilendiği; kendisinin D.Beyazıt kişi asına kapanmış olan düşman taburunun bir çâresine bakmak üzere D. Beyazıta hareket etmek üzere olduğu bildiriliyordu. İşte efendim kovaladığımız Rus fırkası da böylece selâmetle çekilip gitti. Bizim Eleşkirt fırkası da sınırdaki bu gediğin ağzına gelip dayandı kaldı.
Fâik Paşanın ve Van Vâlisinin sûretleri yukarıya çıkarılmış olan telgraflarına dikkat ediliyor mu? Gerekirse ellibin süvari ve piyâde ile düşman üzerine yürümeğe hazır olduğunu bildiren Şeyh Ubeydullah efendi neler yapıyor?!..Van Vâlisi güç belâ ikibinbeşyüz Kürt süvarisini Üçkiliseye gönderdiğini bildirdiği, Fâik Paşada 2 Temmuz 1876 tarihli telgrafında Kürtlerin gönderildiğini teyid eylediği halde, düşman fırkası Üçkilise'de hiç kimselere tesâdüf etmeden elini kolunu sallaya sallaya çekilip gitmiştir.
Halbuki D.Beyazıt'la Üçkilise'nin arası, bir günlük yoldur. Haydi bizim Kürtler ağır yürür diyelim de iki gün tutsun. En geç Temmuzun 4 ünde Üçkilise'de olmaları lâzım değil miydi? Oysa düşman, ayın 6 sında Üçkilise'den gelip geçti. Canım, Kürtleri de bırakalım hani muvazzaf süvarilerle birlikte gönderildiği bildirilen Miralay Ahmet Bey nerelerde? O da meydanlarda yok!!...
Girdiği iki büyük savaşta kuvvetlerinin çoğunu kaybetmiş, bozgun halde geri çekilen felekzede Dirkavkazof Fırkasının üzerine iki bin beş yüz süvari gelse idi, on iki bin beşyüz kişilik bir kuvvetin yapacağını yapardı. Laf değil, iki bin beş yüz süvari. Bir insan bu kadar süvâriyi bir arada görse, mâneviyâtı alt üst olur. 


Lâkin kime ne söylersin? Kimi mesul tutarsın?... Karga direğine benzeyen başı bozuk suvâri ile işmi görülür?..
Savaş süresi içerisinde olmadığı gibi. sonra da sorulmadı. 

(Yahu ne yaptınız?!.. nerede gönderildiğini söylediğiniz kuvvetler? niçin yetişmediniz, yetiştiniz de yoksa dayanamadınız mı?) Hayır, hiçbir şey sorulmadı mesullerden. Bu da diğerleri ve daha bir çokları gibi kör bir kuyuya atılıp millî keseden gitti.
 

GENERAL DERKAVKAZOF
Dünyada General Dırkavkazof kadar felâketler içerisinde kalmış da askeri nizâmını bozmadan selâmetle yakasını kurtarmış kumandan azdır Dirkavkazofu Ruslar hayırla yâd etmelidir.


Dirkavkazof sınırlarımızı geçti, otuz bu kadar saatlik yol aldı, arkasını ve dönüş yollarını da tehdit eden Bargiride bir kuvvet olduğunu bile bile yürüdü; bizim Tatlıoğlu ile savaştı, sonra Halyazda A Muhtar Paşa ile de büyük bir muhârebeye tutuştu, yine nâmusuna leke düşürmeyerek topluca kaldı, vazifesini hakkı ile gördü. Üç dört gün sonra da çekilmeye başladı. 


Onun (artçıları) dâimâ bizim öncülerin ateşi altında idi. Bâzan fırkasını durdurup top ateşi ile bizim süvarileri mermi yağmuruna tutarken askerini selâmetle savuşturdu. Askeri idâre merkezi, erzak anbarları elimize geçti. Gece kaldığı yerde nasıl erzak tedârik ediyor, hele topçu beygirlerine ne yediri yordu? 

Dokuz gün ateş ve tehlikeler içinde böyle gitti de bir topunu dahi bırakmadı. Doğrusu hayrettir. İçinde bulunmayan, bu hâlin dehşet ve azametini takdir edemez. Bu adamın cesâretini ve askerinin disiplin ve itâatini bir türlü unutamıyorum.       


Bundan daha önemli ne olabilir? Düşünün, civar köyler ve Kars yörelerinin hepsi düşman istilâsına uğramış, toprak mahsullerinde hayır kalmamış, kalmış olanlar da geleceğin kötü ihtimalleri düşünülerek saklan-mış Ayrıca daha önce ordu için ne vermişlerse karşılığını alamamışlar. Hattâ bedellerini almaktan ümit kesince, bu senetlerin büyük bir kısmını devlet ve milletimize bir hizmet olsun diye teberru edip bağışlamışlar Oylc ki bu senetler içerisinde geçen harptan, yâni Kırım Harbinden kalan senetler bile var.Ve işte butun bu sebeplerden ötürüdür ki ne zaman köylere çıkıp un, ekmek vesâır ihtiyaçlar istense, hep (YOK!) cevâbı alınıyor.Ayrıca bu şartlar içerisinde bizim ihtiyacınız olan büyük miktarları temin etmeleri de onlardan beklenemezdi. Kars'ta depolanmış erzaka şimdiden el atılsa, yarın Allah göstermesin, ordumuz savaş gereği geri çekilmek durumunda kalır ve Kars düşman tarafından kuşatılırsa. kala içerisinde savunmada kalacak askerin ve halkın hâli nice olur. Her ne kadar Erzurum'daki askeri idâre heyeti, ordunun gunlük un, peksimet ve arpa ihtiyacını teminle mukellif idiyse de bu idarenin kendisini tanzim için en azından bir aylık bir zamana ihtaycı var idi. Çünkü o yollarda yüklü bir hayvanın Erzurum'dan kalkıp da ordumuza gelebilmesi için sekiz gün gerekliydi. Hal boyla olunca, bir taraftan Kars depolarındaki erzâka göz dikildi. bir taraftan da subayların ceplerine on bin yirmi bin kâime akçe konulup peşin para ile et, bulgur, un, ekmek satın almak üzere kasabalara ve köylere gönderildi Allah için Kars vali ve vilâyet idâresinde bulunanlar ve çevre kaymakamları işin başarısı için ellerinden geleni yaptılar. Ancak sizler de takdir edersiniz ki her gün elli altmış ton yiyeceğin velev onbeş gün için olsun. bulup temin edilmesi öyle kolay bir iş değildir. Özellikle bölge halkında dayanacak bir hal de kalmamışsa. Mutlaka başka vilâyetler de işin bir ucundan tutup yardimcı olmalıdırlar. Doğrusu olmadılar da değil.  
Vatandaşlarımız da ellerinden gelen yardımı esirgemediler. Fevkalâde himmet ve hizmetler ettiler. Çalıştılar .Çok şeyler verdiler. Para, eşyâ, yiyecek olarak pek çok yardımlarda bulundular. 
Fakat yoluyla idâre olunamadı. îş, (Oğlan yedi, oyuna gitti. Çoban yedi, koyuna gitti.) hesâbı oldu. 
Bilmem ki ne söylesem!... 
Velhâsıl dertlerimizin anlatmakla biteceği yok. Başka devletlerde ne oluyor,nasıl bitiyor bilemez isem de, bizde halktan yârdım ve imece olarak toplanan şeyleri maksadına uygun bir şekilde güzelce idâre etmek maalesef bir türlü mümkün olamıyor.
Yiyecekler, giyecekler, hayvanlar vesaire sâhipsizlikten, bakımsızlıktan ayaklar altında kalıyor veya şunun bunun elinde telef olup gidiyor. Böyle şeyleri satın alsak, durumu değiştirir mi? Hayır! Denendi. Yine olmadı.
Oldum olası hemen hepimizde bir sorumsuzluk var. Sorumsuzluk!
Kendimize, ailemize, mensup olduğumuz millete, devlete ve de yüklendiğimiz göreve karşı sorumsuzluk!
Bizi milletçe kasıp kavuran bütün dertlerin kökünde,temelinde bu idraksizliğimiz yatmaktadır!  

Benim şimdilik ve şu günkü şartlar içerisinde bu işler için görebildiğim çâre, bu işi, yapacak olana para ile gördürmektir. Yâni bana şu kadar günde, şu kadar, şu nitelikte malı veya gıda maddesini veya giyeceği kim ne kadara verebilir? diye ilân edip ihâleye çıkarmalıdır. O kadar! Ama ne var ki parasız harbe girilmiş olması, bâzı yerlerde gerçekten kumandanlarımızın elini ayağını bağlıyor. Daha düşmanla karşılaşmadan onların önünde aşılması güç engeller yaratıyor. Ve çok tuhâfinıza gidecektir ama, gerçektir, bâzan da bu mesele korkaklığa örtü, gerçeği gizlemeye normal sebep olabiliyor!... Para nasıl kazanılır? Nc yapmalı,ne etmeliyi de bu sihirli gücü elde etmeliyiz?.. Ne olur sulh ve selâmet gûnlerinde devlet ve milletimizin işlerini elle rinde tutanlar düşünsünler, taşınsınlar da Osmanlılığın ğın,Türklüğün yani devleti Muhammedi yenin dert ve kurtuluşuna çâre bulsunlar. Ahmet Muhtar Paşa bir telgrafında Seraskerlik makâmına ve Mabeyni Hümâyûna parasızlıktan, yiyecek ve giyecek yokluğundan, ulaşım araçlarının bulun- madığından şikâyet ediyordu. Oradan da çevre vilâyetlere ordunun eksiği ne ise bulunsun, yapılsın tamamlansın... gibi şiddetli emirler yağdırılıyordu. Tutalım her vâli veya her vilâyet idâresi üzerine düşeni eksiksiz yerine getirmeğe çalışıyor. Fakat bunların yapılması bir zamana muhtaç değil midir? Oysa senin ne yolun var, ne yolağın ve ne de şimendöferin!... Senin en hızlı ulaşım aracın oküz arabasıyla devedir be müslüman!... Oysa bu asırda çok Önemli bir emrin bir saat gecikmesi, ordu ve Devleti halden hâle sokar! Bunları geleceğin Müslüman Türk evlatları için onların dikkatlerini çekmek ve biraz da silkeleyerek uyarmak için yazıyorum. Yoksa haddimi aşarak tarihçilik ve lafazanlık etmek için değil.




     

Yorum Gönder Blogger

DİKKAT!
İfadeler şekiller, jpg, gif, png,bmp formatlarında resim, foto, video, müzik ekliyebilirsiniz.Resim eklemek için-- [img] resim linki [/img] // Müzik eklemek için :-- [nct]Müzik linki [/nct] Youtube Video ekleme:-- [youtube] Youtube Video Link [/youtube] Link kapanış kutucukların arasına boşluk bırakın
***KÜFÜR HAKARET İÇEREN YORUMLAR SİLİNECEKTİR***
Gülen ifade eklemek için işaretleri kullanın
:) (: :)) :(( =)) =D> :D :P :-O :-? :-SS :-t [-( @-) b-(

 
Top