0
Sabah 05:00 erkenden Zahedan'dayım, otogarda bir taksici ile anlaştım ama anlaşamamışız beni bir
meydanda başka bir taksiciye verdi bunun istediği 5 $ ben diğerine 1 $ verdim sandım ki hepsi 1$
yarım saatlik bir yoldan sonra sınır geldik tabi ki saat erken olduğu için sınır kapalı bekleyenlerin
arasına karıştım, yolun trafik' e kapalı olduğu yerden sınır binasına bayağı mesafe var bir toyotalı
arkaya bin dedi çantayı arka kasaya bıraktım. Biraz sonra İran sınır askerleri geldi bıyıklı bir
komutan barikatı açtırdı bende kamyonete bindim 3 kişi daha var battaniyenin altında oturuyorlar
komutan araçları kontrol etmek de bizimkine geldi battaniyeyi kaldırdı adamların elleri kelepçeli
meğersem pasaportsuz İran'a kaçak girmişler sınır dışı edilmekteler.

Sınır binasına geldik daha açılmamış başladık beklemeye, 1,5 saatlik bekleyişten sonra kapı açıldı
bu ararda 1 Pakistanlı ile ismi Abdülmecit , dost olduk ve sınırı geçtim artık Pakistan'dayım.
Pakistan tarafındaki işlemleri hallederken 1 Avusturyalı çocuk ile tanıştık ismi Reni oda Avusturya'dan
yola çıkmış.
İşlemleri halledip sınırın biraz çıkışında bekleyen süslü püslü bir otobüsle anlaşıp Quetta'ya bilet aldık
otobüs önce taftan köyüne geldi burada sıcağın kaybolmasını bekleyeceğiz çünkü yolumuz Taftan çölü.

Ve Bellücileri'n köyündeyiz burası Pakistan'ın Bellüci bölgesi. Biraz dolaştıktan sonra pis mi pis bol sinekli
miskin mis kin oturmuş çöl adamlarının olduğu bir yerde yemek yedik, haşlama ve bezelye yemeği acayip
lezzetliydi bir de güzel çay içtik.

Köyde yol kenarlarına oturmuş bolca döviz bozuculardan biri ile anlaşıp Reni ve ben biraz dolar
bozdurduk, meydanda oturup etrafı seyretmeye başladık, insanlar miskin miskin dolaşmakta
yanımıza gelip konuşmaya çalışmaktalar tabi ki Abdülmecit onlara bir şey anlatmakta soruları
cevaplamakta, kalkıp acilen otel gibi bir yerin tuvaletine girdim ishal olmuşum pantolonu indirir
indirmez yaptım, ulan sular akmıyor aceleden kontrol etmeyi unuttum ve benim tedbir olarak
yanımda bulundurduğum kolanyalı mendil bitmiş harbiden sıçtık, içimdeki atleti zar zor yırtarak
çıkardım ve kıçımı sildim, bir daha bu hatayı yaparmıyım.

Ve süslü püslü otobüse bindik çöl yolculuğu başladı. Otobüsün içi dışından daha süslü ama eski.
Otobüsün içinde acayip bir koku var ve çok ağır bir koku ilk defa burun kemiğinin sızlamasının ne
demek olduğunu anladım bakalım alışabilecekmiyiz. Şoför ve diğer adamlar acayip cana yakın
insanlar bize ön tarafı verdiler üçümüzde en öne yerleştik ve çöl manzarasıda başladı alabildiğine
uçsuz bucaksız bir görüntü, bol cana hayvan leşleri. Yer yer yol kum tepelerinden dolayı kapalı tek
araba zor geçmekte ve trafik soldan işlemekte,

Otobüsün ön tarafında kaptanın yan tarafı uzun motor üstü burası hem masa hem koltuk hem de
arasıra personel yatmakta herkes ayakkabılarını çıkarttı, yemiş kabukları, içilen sigaralar ve mutelif
çöpler koridora atılmakta, otobüsün içi leş gibi oldu.
Hava karardı bir yerde mola verdik namaz vakti herkes indi ve çölün ortasında namaza durdu,
sanırım bu manzarayla Pakistan'da çok karşılaşacağım.

Yemek molası verdik , yerde bir örtü, masa falan yok, bir kazan yemek, kaplar kirli, yahni varmış
aldık ve toz toprak içinde bir güzel yedik. Tekrar yola koyulduk gece yoldan bir dilenci aldık
birşeyler mırıldandı ve para toplayıp zifiri karanlıkta otobüsten indi.
Gece birde baktım koridora battaniyeler sarılmaya başlandı hem de hiç temizlenmeden
üç tane yatak yaptılar ve personel bir güzel yattı.
Sanırım benim için yolculuk yeni başladı otobüste ve yolda yaşadıklarım tam bir canlı flim gibi.

21/Şubat/2003 6. gün (QUETTA )

Çok zevkli bir yolculuk dan sonra Pakistan'ın Quetta şehrine saat 07:20 gibi ulaştık,
bir sonraki durak için ben ve Reni Lahor' a bilet aldık Abdulmecitte Karaçi' ye bilet aldı.

Otogarda kaymak, yumurta, sütten oluşan harika bir kahvaltı yaptık. Abdülmeciti otobüsüne
bindirip Reni ile birlikte şehir merkezine yürümeye başladık Quett'a pek de iç acıcı bir şehir
değil pis ve düzensiz sıkıcı bir yer biraz dolaşıp Para bozdurup süslü püslü bir şehir dolmuşuna
binip otogara geri döndük.

Tuvaletlerin orada bir güzel saçımı ve ayaklarımı yıkadım, duvar kenarına oturup ayaklarımı
uzatıp bir güzel dinlendim.
Yine otogardaki lokantada yahni ve çok lezzetli patatesli bezelye yedik ve otobüse bindik.
Saat 13:45 Lahora hareket ettik, yol acayip virajlı ve çok kötü Reniy'e bu yolu trenle geçelim
dedim ama sorduk soruşturduk tren çok uzun sürüyormuş, tek tesellimiz vadilerden geçerken
izlediğimiz manzaralar, bir kaç köyde mola veriyoruz bunların birinde şeker kamışı çiğnedim
küçük, küçük dilimlenmiş parçaları ağzına atıp çiğniyorsun kalan posasını' da tükürüp atıyorsun.
Yine bol cana namaz molası veriyoruz bizden başka kimse kalmıyor herkes namaza.

Bir ara bir kolanyalı mendil çıkartıp yüzümü gözümü sildim, biraz sonra önde homurdanmalar
başladı ve dönüp, dönüp arkaya bakmaya başladılar, muavin biraz sonra yanıma gelip hafif
kızgın bir şekilde bir şeyler söylemeye başladı yan koltuktakiler yerdeki mendili gösterdiler
oda mendili alıp öne götürdü ve şoföre gösterdi muavin tekrar gelip "no alkol" " no alkol"
demeye başladı, hayda, ulan ne bok yedik, alkolün a' sı bile yasak bu ülkede.
22/Şubat/2003 7. gün ( LAHOR / HİNDİSTAN SINIRI )
Ve Lahor, sabah vakti, artık Hindistan'a yarım saat kaldı.
Bir taksiye binip sınır köyü Wagah'a geldik
Taksici bizden yolda 100 rupe benzin parası aldı yani benzincide parayı biz verdik onu da
bizden almaya kalktı sınırda biraz tartıştık ve 50 rupe verdik.
Pasaport işlemi halledip arama noktasına geldik adam sadece benim çantayı aradı Reniy'e
bakmadı bile, birde bana dönüşte aldığım hediyeleri geçirebilmem için 50 $ vermem gerektiğini
söyledi acayip sinirlendim, o çocuğu.
Hindistan sınırında da aynı şekilde benim çanta arandı ve adam şöyle birşeyler söyledi, anladığım
kadarıyla Türk'ün biri silahla Delhi'de yakalanmış, yalancı.
Ve rüya ülkem Hindistan'dayım, arkadan oturaklı bisikletlerden rişkacı ile anlaşıp Armistar
dolmuşlarını kalktığı yere geldik. İnsanlar rengarenk giyinmiş hele kadınlar,dolmuşa binip
Armistar'a vardık,burası Pencap bölgesi yani Sihlerin yaşadığı yer, doğruca kalmayı planladığım
altın tapınağa doğru yürümeye başladık, tabi ki bir yan dan da çevreyi ve Hint insanını gözlemliyorum.
Önce çantaları tapınağın içindeki yatakhaneye bıraktık ve sonra tapınağın içine girip dolaşmaya
başladık, tapınak çok etkileyici bugün hafta sonu olduğundan çok da kalabalık.
Tapınak büyükçe bir havuzun ortasında, ince uzun bir yoldan insanlar tapınağın içine girmekte
ritüellerini yapıp dışarı çıkmaktalar. Bir yere oturu Reni ile bu güzel tapınağı bir güzel seyrettik.
Büyükçe bir yere girip uzun sıralar halinde oturmuş halkın arasına bizde oturduk, yemek dağıtmaya
başladılar anladığımız kadarıyla mercimek lapası birde çorba verdiler ve ilk acılı Hint yemeğimi yedim
karşımdaki kızlarla bakışarak.
Sihler inançları, kültürleri ile diğer Hint halklarından kendilerini ayrı görmekteler ve kendilerine
Özertlik istemekler. Erkekler saçlarını kesmemekteler ve saçları bir sarık ile sarılı, çoğunun belinde
bir kama var ve çok güler yüzlüler.
Yatak haneye dönüp yatacak yer için konuşmaya başladık her yer dolu ve yatakhanenin avlusundaki
yatakların boş olduğu söylendi, duş içinde imkan pek yok gibi. Reni bir kaç Japon'la muhhabete başladı
bende dışarı çıktım, bazı yiyeceklerden tatmaya ve ne olduklarını anlamaya çalıştım, koca bir bardak da
manda sütü içtim.
Bir otele girip fiyatta anlaştım, çantamı almaya gittim ve Reni' ye otel bulduğumu söyledim o gelmeyeceğini
burada kalacağını söyledi sabah burada buluşalım dedi peki dedim ama bu arada ben reniye yanlız devam
etmek istediği birkaç kez söyledim.
23/Şubat/2003 8. gün ( DELHİ TRENİ )
Üç gün sonra yine yatak da yatmak iyi deldi dinlenmişim.
Delhiy'e gitmek için tren istasyonuna gittim, duvardaki panoda tren saatleri filan yazıyor ama
bir türlü çözemiyorum yetkili bana bir şeyler söylüyor ama toparlıyamıyorum, sonunda 4 genç den
yardım istedim ilk treni söyleyin ve ucuz olanı ve oldu bileti aldık onlarda aynı trenle başka bir
şehre gidiyorlarmış tapınağı gezmeye gelmişler, ilk tavsiyeleri Varanasi ve kuzeyde dikkatli
olmammış, ikincisi trenlerle seyahat etmem ve bir tren günleri, saatlerini gösteren tarife almam;
aldık ince bir ansiklopedi gibi zaten Hindistan'ın demiryolunda ne kadar ileri olduğunu ve dünyanın
ikinci büyük ağına sahip olduğunu biliyordum, birazdan ilk seyahatimi yapacağım, trende 4/5 sınıf var
sadece koltuk en ucuzu, yataklı 2ci sınıf biraz pahalı bende bu sınıfı tercih edeceğim.
Gençler elde sözlük çat pat muhabbet ediyordu Türkiye'nin nerede olduğunu bilmiyorlar Avrupa
diyip duruyorlar bende onlara komşularımızı ve yarı Asya yarı Avrupa'da olduğumuzu anlattım,
bu yarı yarıya çok şaşırdılar, onların hayalinde ya Amerika yada İngiltere varmış
Trene bindik, bayağı hızlı gitmekte ve acayip kalabalık, pis ve baharat kokmakta.
Bol cana satıcılar gelmekte birde dilenciler,çalgıcı dilenciler yani renkli. Yer yer ben alıyorum
bazen gençler alıp ikram ediyorlar bazıları güzel bazıları eh işte Samosa en çok beğendiğim,
içi bol acılı patatesli börek galiba bundan çok yiyeceğim, çay İngiliz tarzı yani sütlü çay çok çay
içen biri olarak buna da alışmama lazım.
Gençler bir yerde indiler benimde az bir zamanım kaldı, bu arada notları çıkartıp gideceğim
yeri yani oteller bölgesine baktım kalmayı düşündüğüm otel vivek otel, MainBazar bölgesi.
İstasyondan çıkıp tam karşı tarafa yöneldim saat 23:00 gibi ve ortalık acayip kalabalık burası
bizim Mahmutpaşa bölgesi gibi , oteli bulup yerleştim, duş alıp sokağa indim yemek, yemek için
yer bakındım ama öyle iç acıcı bir yer yok en iyi yer bile çok kötü gözükmekte ama içerisi turist
dolu bende girip bir yere oturdum ve menüden anlayabildiğim kadarıyla bir şeyler söyledim,
bir acılı güzel çorba, yine baharatı bol acılı patates bezelye biber karışımı bir şey ama lezzetliydi. 
 24/Şubat/2003 9. gün ( DELHİ / MAİNBAZAR )
Sabah erkenden kalktım ve kendimi dışarı attım sokak kalabalık ve bolca inek var,ilk işim
bir büyük bardak nar suyu içmek oldu sonra sokak satıcılarının birinde omlet yedim, elimdeki
harita yardımı ile Delhi merkeze yürümeye başladım, erken saat ve trafik sakin kalabalıkta pek
yok. Dairesel planda 15 bloktan oluşan Connaught'a geldim burası mağazaların, bankaların, seyahat
acentlarının olduğu bir merkez, ilk aklıma gelen fotoraf makinesinin doğru dürüst çekip çekmediği
2 filimi banyoya verip eski Delhi'ye gitmek için bir rişkacı ile anlaştım. Ama beni önce bir mağazaya
götürdü sadece gezebilirsiniz almasanız' da olur dedi peki dedim ama sonra beni hemen Red Fort
kalesine götürmesini söyledim.
Beni bir yerde indirdi hemen şu arka taraf dedi git git bitmez hani iyi olmadı değil eski Delhi'ni ara
sokaklarını gezerek keyifle kaleye ulaştım ama bugün pazartesi kale kapalı. Bu arada kalabalık bir
başladı ki aman Allahım insanlar, inekler, arabalar, rişkacılar bir curcunadır ki gidiyor ses bir yandan
kalabalık bir yandan toz bir yandan dayanılacak gibi değil.
Yol üzerindeki meyve satıcılarının birde papaya yedim harika bir meyve, zaten en çok yiyeceğimde
meyve olacak herhalde.
Kalenin karşı tarafında Delhi'ni en büyük camisi Jama Mescit var oraya doğru yürümeye başladım
duvar kenarlarında sokak dişçileri, berberler, fal bakan adamlar, taş satıcıları, yılan oynatıcıları
büyü malzemesi satanlar yani çok renkli bir görüntü var ve bol cana resim çekmekteyim.
Cami girişindeki görevli Müslümanlardan başkasının giremeyeceğini söyledi bende ona Türk olduğumu
yani Müslüman'ım dedim. Bu arada Delhi'de merkez' de buraya gelmeden bir tapınak gezdim ismi Hanuman
tapınağı, bu gezdiğim ilk tapınak biraz küçüktü ama sanırım gezi boyunca daha büyük ve görkemlilerini
gezeceğim.
Camiye girdim gerçekten büyük bir cami ve güzel bir mimarisi var fakat bizim tarzlara pek benzemiyor.
Bunları yazarken odadan aşağıya inip su aldım birde çay içtim, çaycı çocuk tütsü hediye etti odaya çıkıp
onu yaktım.
Caminin ortasında kocaman bir havuz var ve herkes bu havuzdan abdest almakta, bana eşlik eden çocuk
namaz kılmayacakmısın diye sordu ben sonra , sonra dedim.
Camiden çıkıp Delhi sokaklarına daldım, yine büyük bir bardak ananas suyu içtim, bu sıcak'da nasılda iyi
gelmekte, bu meyve suları hayat vermekte, kilo vereceğimi biliyorum millet aç kalırsın demişti ama yoldaki
satıcılardan rahatlıkla yemek yiyebiliyorum yani annemin pilavından başka pilav yemem demiyenlerdenim.
Sokaktaki çay yapanlar gerçi dükkandakilerde öyledir boşalan bardağı su dolu bir tasa batırıp çıkartmakta
suyun rengi biraz kahverengi yani öyle yıkamak falan yok ama alıştık olsun.
Gandhi'nin yakıldığı yeri sorarak buldum güzel ve bir o kadarda sade bir yer, alanın ortasında büyük olmayan
mermer bir blok ve dört yanında yanan ateş var. Bir fanatik Sih'li tarafından öldürülmüştü ve Hindistan'a çok
şey veren değerli bir insan.
Japon gurup perişan bir halde yarısı çimenlere uzanmış yarısı rehberi dinlemekte sıcak bunaltmış olmalı.
Park serin bende kendimi çimenlere serdim. Buradan çıkıp geniş bir alana geldim okullu gençler kriket
oynamaktalar, şu trendeki gençler 2003 dünya kriket şampiyonası olduğunu söylemişlerdi, bana gazetesin 'de
a ve b guruplarını göstermişlerdi ilginç olan şimdi aklıma gelmiyor bir kaç Afrika ülkesinin de olduğu.
Delhi merkeze dönüp filimleri banyodan aldım neyse ki problem yok.
Palika Bazar diye bir yer altı çarşısına girdim burası oldukça popüler bir yer, zaten büyük ve kalabalık
Bir çokta turist var çok ucuz şeyler var ama ben şimdi alamam zaten çanta çok ağır birde bunları taşıyamam.
Otelin sokağına dönüp biraz para bozdurdum sınırda bozdurduğum bitti, hesabım sanırım tutacak her şey
çok ucuz. Küçük bir restoranda girip meşhur Hint yemeği Thali' den söyledim, bir kaç yemek beraber geliyor
ve hepsi birbirinden lezzetli.
Birde çay içip odaya döndüm, yorgunum ve sağ ayağım hafif su toplamış
Bu gezi bana çok şey katacak , uzun suredir bir çok şeyi bıraktım, gereksiz ayrıntılar,düşünceler
insan neredeyse her şeyi bulabilir, görebilir, düşünebilir ama zor olan insanın kendisi yani kendisini görmesi
bulması, düşünmesi belki bunları yapabilmek zor ama neden denemezler
" hiçbir şey bilmeme gerek yok kendini bil yeter "

25/Şubat/2003 10. gün ( DELHİ / MAİNBAZAR )
Biraz daha yorgunluğum gitmiş, kendimi daha iyi hissediyorum.
Bir tane Dosa söyleyip (patatesli büyükcene ekmek, bizim gözleme gibi ) kahvaltı yapıp yarınki tren
bileti almak için istasyona gittim, turistler için ayrılmış olan rezervasyon kısmından önce Agra ve sonra
Varanasi için bilet aldım, 7-8 görevli size yardımcı olmakta, nereye ve saat söylüyorsunuz hemen size
alternatifleri sunuyorlar ve gündüz gözü gördüğüm tren istasyonu bayağı büyükmüş.
Merkeze gidip gözlem evine giden bir dolmuşa bindim, Hindistan astronomide bayağı ileride gözlem
Evi de bunu kanıtlamakta. Tekrar otobüse binip Cakanyapuri bölgesine gittim, burada Atatürk caddesini
bulup resmini çektim, caddenin sonunda bir afişte polo maçı olduğunu okudum giriş bedava bende girip
izledim 4 er kişilik 2 takım , at üstünde güzel bir spor.
Delhi müzesine gelip gezmeye başladım, Hindu heykellerinin olduğu kısım ilginçti, hemen hemen bütün
tanrıların heykelleri vardı, Hindistan din ve dil bakımından çok zengin bildiğim binin üzerinde dil konuşulduğu
ve 15 resmi dil olduğu, en meşhur tanrıları aklımda kalan VİŞHNU,ŞİVA,GANEŞA,HANUMAN,birde ilgimi
çeken nargile oldu zaten ana vatanı'da burası Hint'çe ismi Hugga.
Bloklara dönüp internet cafe'nin birine girdim İstanbul'dakileri de merak etmiyor değilim Faruk'tan mail
Var mı diye bakıp bende haberler yazdım, İstanbul kar altındaymış, Amerika'da Irak için hükümeti
sıkıştırmaktaymış.
Buradan çıkıp sokak çaycısından çay alıp bir köşede oturdum ortalık kalabalık ve mağazalarda indirim
var Hintliler bir o mağazaya bir bu mağazaya girip duruyorlar hani turistlerinde onlardan yana kalır yanları
yok.
İyicene Hindistan'a alıştım, en çok istediğim yani düşündüğüm dünya turuna çıkmak ve beğendiğin şehirde
1 hafta 1 ay 3 ay yaşamak, beğenmediğini hemen terk edip başka şehre geçmek, zaman ve para meselesi.
Oteli sokağına dönüp sol elime Hint kınasından dövme yaptırdım, birde dikkat ettiğim çok cana Japon ve
İsrail' li gezginin olması.
Odaya çıkıp ayaklarımı kremle bir güzel masajladım ve Taj Mahal, Varanasi yani kutsal nehir Ganj
notlarımı okumaya koyuldum, ikisini de çok merak ediyorum özellikle Ganj'ı, tabi ki sevgili için yapılmış
dünyadaki en güzel yapı Taj Mahali'de, insanın boyut değiştirmesi, başka bir zamana geçmesi ne büyük
şey AŞK.
Yine suyum bitti inip bir su alayım.
Ulan bir inmemiz 1$ patladı, 1 pet su, 3 tane tatlı, 2 muz, biraz beyaz fıstık ve birde oyuncak.
Ayaklarım hala sızlıyor, hani kafam yetişse öpeceğim onları vallahi hak ediyorlar.

26/Şubat/2003 11. gün ( AGRA / TAJ MAHAL )
İstasyondayım, muazzam büyük, 2 saat sonra trenim gelecek istasyonda beklemek bile harika
sıradan Hint halkını gözlemlemek için iyi fırsat, iyicene Hindistan beni büyülemekte eminim daha çok
büyülenip şaşıracağım.
Rayların arasındaki koca koca fareleri uzun süre seyrettim o kadar çoklar ki, birde elektronik tartının
birinde tartıldım 2-3 kilo vermişim sanırım daha vereceğim.
Tren geldi 2'ci sınıf yerimi buldum, tren kalabalık ama bir o kadarda renkli halkla iç içeğim, benden başka
kimse sigara içmiyor, zaten içmek yasak ben kapı aralığına gidip orada içiyorum. Bir tütün paketi çıkarıp
avuç içlerine biraz tütün döküp yine başka bir tüpten biraz macun gibi bir sıvı sıkıp avuç içlerinde ovuşturup
ağza atıp çiğniyorlar.
Ormanlık alanlardan geçerken maymun sürülerine rastlıyoruz koşuşturup duruyorlar. Trende dolaşan
satıcılardan abur cubur karnımı doyuruyorum, ama en iyisi çay sigara.
İnip bir rişkaya binip ve merakla Taj Mahal'ın olduğu yere gittim.
Uzun güzel bir bahçenin ve kapını içinden geçerek Taj Mahal'le karşı karşıya geliyorum muhteşem bir
yapı , beyaz mermerlerden yapılmış simetrik ve devasa bir yapıt, yani söylendiği, anlatıldığı kadar varmış.
Şah Cihanın ölen eşi Mümtaz Mahal için yaptırdığı bu dev anıtın inşası tamı tamına 21 yıl sürmüş.
1 saate yakın burada kaldım, uzunuzun seyrettim.
Varanas'i biletim yataklı vagon, treni beklerken istasyonun karşısındaki tapınakta ilahili, danslı birde
güzel bir ritüel izledim. Tren geldi , önce yanlış vagona bindim sonra yatağımı bulabildim, bu benim trendeki
ilk gecelemem olacak ama rahata benziyor biraz koku, pis ve fareler olmasa, fındık fareleri, onları
izlemekte zevkli pıtı, pıtı yerdeki yiyecekleri kovalıyorlar.
27/Şubat/2003 12. gün ( VARANASİ / GANJ NEHRİ )
10:30 kutsal şehir ve kutsal nehir Varanasi' deyim, istasyon çıkışı otel ayakçıları, satıcılar ve rişka
ordusu etrafımı sardı, hemen istasyon dışına hızlı, hızlı yürümeye başladım sanki çıkıp gideceğim
yeri biliyormuş gibi, neredeee?
biraz uzaklaştım ve notları çıkartıp gideceğim bölgeyi belirledim, rişkacının biriyle anlaştık fakat
bana yolda bir şeyler söylemeye çalışıyor, o anlatıyor ama ben anlamıyorum, biraz sonra anladım
beni bıraktığı yerden sonra değil rişka insan bile zor geçen harika Varanasi sokaklarındayım, koca
bir labirent otel soruyorum tarif ediyorlar bir türlü bulamıyorum birde ayakçının teki peşime takıldı
otel ismi söyleyip duruyor, hava sıcak ve ortalık kalabalık, oteli bulamıyorum acayip bunaldım ve ayakçıya
teslim oldum, beni bir otele götürdü ama Ganj kıyısı değil ona şunu söyledim, birde beni şu aradığım
otele götür dedim oda bana yer bulman zor gibilerden bir şeyler söyleyip duruyor, ara sokaklardan
bir sağa bir sola otele geldik benim bulmam imkansızmış, otel görevlisi dolu demez mi 2-3 saat sonra
gel dedi, haydaaa, ayakçıyla başka bir otele gittik oda dolu , başka bir yer oda dolu,ayakçını götürdüğü
otele gittik, oda dolmuş, ulan sıcak bir yandan sinir bir yandan felaket daraldım, bir kaç yere daha
soruyoruz dolu, dolu neyse tekrar 2-3 saat sonra wişnu otele döndük adam biraz bekle dedi,
bende ayakçıya biraz para verip gönderdim ve otelin Ganj' a bakan terasına oturdum manzara harika,
nehir ve merdivenler olduğu gibi ayaklar altında.
Ve adam beni çağırdı odayı hemen kaptım, Allaha şükür.
Çantayı odaya bırakıp acil bir duş alıp kendimi nehir kenarına attım, çok etkileyici bir yer daha ilk
andan itibaren şehir ve nehir insani etkisi altına alıyor. Küçük bir çocuk yanıma yaklaştı kayıkla
gezi yapmak ister misin diye sordu bende tamam dedim. Nehirden kent daha güzel gözükmekte, kent
o kadar eski ki yapıların yıllara meydan okumuş halleri insanı etkiliyor.
Karşı kıyıya çıktık Sadu'nun biri küçük bir ayin yaptı dualara okuyup anlıma boya sürdü, ufaklığa beni
karşıda büyük merdivenlerin olduğu yerde bırakmasını söyledim, burada inip çarşıya girdim acayip
kalabalık ve bol cana dilenci, Sadu'lar var fakat çarşı mistik bir yer, sanki yüz yıl öncesini yaşıyor gibi insan.
Ganj nehri Hint halkı için kutsal bir nehir, Hinduizim'de öldükten sonra beden kaybolsa bile ruh
tekrar tekrar dünyaya gelmekte, yani herhangi bir canlının bedeninde bile, ölümü bekleyen insanlar,
bunların çoğunluğu SADU' lar Varanasi'ye gelip burada ölümü beklemekteler.
Sadu'lar gerçek yaşamdan kopup yani maddeyi terk edip içsel yolculuğa çıkmış gerçek Hint fakirleridir
bu fakirlik bildiğimiz fakirlik anlamında değildir, Sadul'ar arasında önceden zengin iş adamları, doktor,
avukat yani üst seviyede ki insanlardan olanlarda var ve Hint halkı arasında saygı görmekteler.
Nehir ne kadar kirili olsa da kutsal inanış da nehir kir ve mikrop tutmamakta, Hint halkı sabah güneş
doğmadan nehir kenarındaki merdivenlere gelip Ganj'a minnettarlıklarını sunup, duaları edip, sabah
temizliklerini yapmaktalar, yarın sabah bende erkenden kalkıp bu ritülleri izleyeceğim.
Diğer merdivenlere doğru yürüyorum ve ölü yakılan yere geliyorum, birkaç tane ölü yanmakta
diğerleri için odunlar hazırlanıyor, çekine ,çekine üst taraf dan gören bir yere geldim ve izlemeye
başladım, insan bir acayip oluyor koku ve duman insani etkiliyor.
Bezlere sarılmış ölüyü nehir kenarına getiriyorlar, nehirden avuç ,avuç su alıp ölünün yüzüne
döküyorlar sonra ölü yakıcılar ölüyü hazırlanan odunların üzerine koyup bir kaç dua gibi bir şey
söyleyip bir şeyler serpip odunları tutuşturuyorlar, ölü yakıcı ara sıra ölünün dağılan organlarını
elindeki uzun çubuk ile tekrar ateşin üstüne toparlıyor, bu yanma 1 saati bulmakta, sonra iyicene
yanan olan ölünün küllerinden biraz alınıp bir kaseye konarak ölü yakınına verilmekte.
Bildiğim kadarıyla Ganj kenarında yanmak oldukça pahalı, yani zenginler ölülerini burada
yakabilmekte, ve birde odun ne kadar çoksa yanan kişi o kadar zengin demek.
Acayip duygularla otelin yolunu tuttum, insanı sarsıyor yani bir cesedi yanarken seyretmek.
Kirli çamaşırları yıkayıp bir duş alıp terasa çıktım, güneş batmak üzere.
Manzara harika ve beni acayip bir duygu sardı kimse olmasa içimden hüngür, hüngür ağlamak
geliyor, aklım karmakarışık, birçok şey aklıma geliyor.
Bu kent çok ağır bir kent, bazı kendini salmış batılılar gördüm galiba burada yaşıyorlar, insanın
burada kalabilmesi için çok güçlü ve derin olması lazım, yani büyük bir terk ediş bu, burada ayrı
bir yaşam var.
Güneş battı çay içip tekrar merdivenlere indim, kent böyle başka bir güzel.
Ve Ganga Puja başladı, yani Ganj'a saygı töreni, halk merdivenlere toplanmış, bir tarafta
bir adam ziller ve davullar eşliğinde elinde ateşle dans etmekte, diğer tarafta 4 adam yine nehre
doğru aynı şekilde dans etmekteler.
Bu ritüeller bitince Hint halkı hep beraber nehir kenarına inip ilahiler eşliğinde ellerindeki
mum yanan çiçekleri nehre bıraktılar.
Otele dönüp terasa oturdum, maymunlar bir oyana bir buyana dolanıp duruyorlar, teras sakin
sanırım millet kendini şu labirent gibi sokaklara salmış bende yarın bu sokaklarda kaybolmayı
düşünüyorum..
28/Şubat/2003 13. gün ( VARANASİ / GANJ NEHRİ )
Gece saat 12:44 tam yatıyordum ki tavandaki demirde 2 tane kocama kertenkele biri kayboldu
diğeri ile göz gözeyiz, çok az kıpırdıyor bende öyle, hay anasını satim nedir lan bunlar, odaya girerken
kapı önündeki oluktan fare geçmişti, kapının altı 1 karış açık, kalın kotu ıslatıp kapının altını
kapattım ama bunlar ne olacak acaba ısırırlarmı bir buçuk karış boyları var ağız içleri kırmızı
hay anasını nasıl uyuyacağım lan ben sabahta erken kalkmam lazım.
Dışardanda maymun viklemeleri ve köpek havlamaları geliyor bizimkilerde ara sıra vik vik diye
bir ses çıkartıyorlar acaba ışığı kapat yatmı demekteler, biri demirde öbürünü göremiyorum.
Bizim doktor İlhami'nin söylediği geldi aklıma fare mare ısırmasına dikkatli ol diye, şimdiye kadar
1 kere ishal oldum oda 1 gün sürdü şu Taftandaki olay onun haricinde şimdilik bir şey yok umarım
olmaz.
Otelden Nepal'e otobüs rezervasyonu yapıyorlar,rotam buradan Nepal'e geçmek tekrar Hindistan'a
dönmek. Haftanın 3 günü otobüs varmış 16 saat sürüyormuş 1 gece sınırda yatırıyorlar toplam 10 $
uygun bir fiyat.
Yarın İstanbul'dan getirdiğim Ganj'a bırakacağım eşyaları hazırladım, Ozan'ın çizdiği uçak resmi,
Orkun'un tüm Hint halkına yazdığı mesaj, Rüzgar'ın ilk kesilmiş saçı ve benim bırakacağım resim.
Saat 01:10 oldu hala tavandalar pencerelerin üstü delikli duvar,tabi ki her şey girer içeri, sanki sağ
alt tarafımda bir şey yürüyor, yok yok pipiriklendim galiba. Suyumda bitmek üzere, yiyecek
bir şeyde yok sigaraya devam.
Ozan'ı ve Zeyne'bi çok özledim, Necip mailinde Zeyne'bin amaca dediğini yaz çok hoşuma gitti.
Ulan sabit bir halde beni seyrediyor hergele, ara sıra vikliyor , hafif sağa geçti, bir sağa bir
sola hareketlendi oda benden sıkıldı herhalde kapatmayacağım lan lambayı, ulan bana da bir
cesaret gelse de uyusam.
Poların tüylerini temizledim, ayaklarımı ovdum hatta bir ara dışarı çıkıp resepsiyona gittim,
dışarısı içeriden daha beter kimseler yok maymun dolu ortalık saatte 02:00 oldu
Sabah saat 6 gibi uyandım uyumuşum be, onlar hala ordalar eh alıştık galiba
Dışarı çıkıp Ganj kenarına doğru yürümeye başladım Hint halkı nehir kenarına toplanmış
ve acayip kalabalık, hemen bir kayık kiralayıp merdivenlerin etrafında dolaşmaya başladım
görüntüler çok ilginç, suya dalıp çıkanlar, bir tasla suyu alıp başından aşağıya dökenler,
yıkananlar, tıraş olanlar, transa geçmiş Sadu'lar, nehre karşı yoga yapanlar yani manzara
harika.
Kayık dan inip bende kalabalığa karıştım ve merdivenlerden birine oturup bu manzaraları
izlemeye başladım, bu arada bola cana da resim çekiyorum.
Merdivenlerden ayrılıp dar sokaklara daldım, birkaç meyve yiyip sokakları gezmeye başladım
bir büyük tapınak gezdim, bir kaç hediyelik eşya ve taş satan dükkana girip çıktım, otele dönerken
adını unuttuğum bir meyve dan 4 tane aldım harika bir tadı var çekirdeği bile güzel atmayıp çantaya
koydum, bol cana muz yiyiyorum en ucuzu bu, ara sıra bir ananası soydurup yiyiyorum, birde nar ve
portakal suyu harika gitmekte, şunu utmadan söyleyeyim yediğim manda sütünden yapılmış
tatlıların tadı enfes.
Odaya gelip bir duş aldım, resepsiyondaki çocuğa 1 mart için Nepal'a yer ayırtmasını söyledim
oda bana o günkü otobüs seferinin yapılmayacağını söyledi nedeni 1 mart Şiva günüymüş ve
festivaller varmış, bende 2 gün daha kalmaya karar verdim, zaten bu kenti tamda yaşayamamıştım.
Teras da otururken gezgin kızın biri anladığım kadarıyla " nice dey" diye selam verdi, ara sırada
bakıyordu, bir yanlıs kız daha var o da bayağı iyi, neyse
Öğleden sonra tekrar ölülerin yakıldığı merdivene gittim ve yine aynı manzara, biraz daha fazla
ölü var, yanmakta olanlar, kul olmuşlar, sırasını bekleyen ölüler, diğer gezginler gibi yine merak ve
duygularla izledim.
Odaya dönüp 2 saat uyumuşum, akşamki arayı kapattım. Aşağıya inip otel önündeki merdivenlere
oturdum geleni geçeni ve özelliklede Sadu'ları izlemeye koyuldum, otelin önünde temizlik ve
hazırlık yapılmakta sanırım festival için.
Akşam üzeri yine Ganga Puja izlemek için büyük merdivenlere gittim, aynı ritüller her gece yapılmakta
ve sanki bu kentte 24 saat ilahiler okunuyor.
Otelin önümdeki hazırlık yerel dans gösterileri içinmiş, tek, tek ve guruplar halinde dansçılar sahneye
çıkıp dans gösterisi sundular.
Akşam yemeği için terasa çıktım 1 tas şu enfes sebze çorbasından ve pilav söyledim.
Ganj'ı izlemeye koyuldum, şu benim yan odada kalan kız gelip yan masama oturdu ve tatlı bir
tebessüm attı, hadi bakalım Ganj bereketi. Oda kapısının orada karşılaştık merhaba dedim oda bana
tebessüm etti ve hiç fırsat vermeden odaya girdi. İyi geceler.
Bizimkiler henüz gelmemiş sanırım gece geç vakitte gelirler.
Yarinki Şiva festivalini merakla bekliyorum.
01/Mart/2003 14. gün ( VARANASİ / GANJ NEHRİ )
Güneş doğmadan kalkıp yine merdivenlere indim, her zamankin den daha kalabalık.
Merdivenlere oturup halkı izlemeye koyuldum, biraz ilerideki kobra oynatıcısının yanına gittim, hayvan
çok asil gözükmekte ama sindirilmiş, adam kavalı çalıyor bizim yılanda sepetten çıkıyor.
Terasa dönüp kahvaltı yaptım, bizim maymunlardan biri hemen yanımdaki çiçeğe hızlı bir hamle yapıp
kopardı ve bir güzel yedi, aramızda 1 metre var hemen bir resmin çektim.
Çarşıya çıkıp kendime bir tişört ve İstanbul'dakilere özellikle bayanlara taş aldım.
İleriden tahta bir araba ve kalabalık gelmekte bende o tarafa yöneldim, arabanın üzerinde tanrı Şiva'nın
heykeli bulunmakta, arabayı da halatlarla insanlar çekmekte, arabanın üzerine halk meyveler, sebzeler
atmaktalar, arabanın üzerindeki adamlarda bunları tekrar geri atmakta. Araba merdivenlerin orada durdu
heykeli alan adamlar ilahiler eşliğinde kalabalıkla birlik de Ganj kenarına geldiler, nehir kenarında uzunca
bir süre ritüell yaptılar .
Otelin önünde çocuklar kriket oynuyorlar biraz izleyip bende bir kaç atış yaptım, kötüydü.
Uyumuşum saat 18:00 gibi kalktım bir çay içip aşağıya indim, merdivenlerin birinde kadınlar kibrit
kutusu büyüklüğündeki küçük tasları yere şekilli olarak dizmekteler, içine yağ ve fitil koyup tek tek
yaktılar sonrada etrafına toplanarak ilahiler eşliğin de etrafında dönmeye başladılar sonra oturup
dua ettiler.
Diğer bir tarafta 7 - 8 Sadu daire şeklinde oturmuş çalgılar eşliğinde ilahiler söylemek de, bu çok
etkileyiciydi.
Çarşı dönüşü İstanbul'dan getirdikleri bende Ganj'a bıraktım, resimde biraz içim cız etti.
02/Mart/2003 15. gün ( VARANASİ / GANJ NEHRİ )
Bugün bu kentte son günüm, sanırı burada yaşadıklarımı, gördüklerimi hiç unutamayacağım
belki bir gün bu kente yine gelirim.
Uzun sure terasta oturdum ve düşüncelere daldım.
Merdivenleri, labirent gibi çarşıyı son kez dolaştım, bir kaç hediyelik eşya, filim, sigara aldım. birazda
tatlı yedim, şu uyuşturucu satıcıları bıkmadan usanmadan ha bire sorup duruyorlar, lazım mı diye.
Otel önünde akrobat çocuklar çok güzel bir gösteri yaptılar ilgiyle izledim.
Hesabı kapatıp terasta oturdum, son kez Ganj'ı uzun ,uzun seyrettim.

03/Mart/2003 16. gün ( NEPAL'E YOLCULUK )
Otobüs tam uluslar arası, her milletten adam var, otobüs biraz eski, sol taraf 2'li koltuk
sağ taraf yani benim taraf 3'lü koltuklu, cam kenarındayım yanıma 2 Japon kız oturdu, koltuklar
öyle dar ki ilerleyen saatlerde Japon kızla bayağı samimi olduk.
Hindistan'da ilk kara yolculuğum bakalım nasıl geçecek. Önce Nepal sınırı, sınırda bir gece
yatacağız bu fiyata dahil.
Ulan yol değil sanki panayır yeri, insanlar, inekler,keçiler, tavuklar, bisikletler,arabalar,
satıcılar ne varsa hepsi yoldalar o kadar yavaş ilerliyoruz ki birde şoför yolu açmak için o kadar uzun
korna çalıyor ki yani korna bozulsa fren patlamış gibi olacağız, yandık vallahi.
Sigara ve çay molaları cennet gibi gelmekte, millet kendini bir dışarı atıyor ki bir daha binmemek üzere.
Ben çok büyük bir rota hatası yaptım acayip kafam bozuldu, millet Hindistan'ı bitirip Nepal'e gidiyor
ben tam tersi tekrar Hindistan'a dönüp rotama devam edeceğim.
Millet bol cana birbiriyle muhabbet ediyor ben geyik, geyik dışarıyı seyrediyorum, fazla bir ingilizcem yok
ve zaten içe kapanık biriyim. Yolda bol bol muz alıp yemekteyiz inşallah motoru bozmayız, gerçi iyi gidiyoruz da .
Saat 19:00 gibi sınırdayız, apar topar Hint çıkışını yapıp, Nepal girişini yaptıktan sonra kalacağımız
otele geliyoruz, ben İsveç'li bir gençle kalacağım.
Çantayı bırakıp restoranda geçtim, bir büyük Tuborg bira ve spagetti söyledim, 2 büyük bira daha içtim
kafam biraz iyi oldu.

04/Mart/2003 17. gün ( KATMANDU OTOBÜSÜ)
Gece harika uyumuşum.
Biraz dolar bozdurup, çantamı otobüse verdim, burada Phokar'a yolcuları ile Katmandu yolcuları
ayrıldı, ben Katmandu'ya gidip sonra Phokara'ya geçeçeğim. Otobüs küçük ve yine eski, yandık yine.
Kaldığımız köyün ismi Lumbin'i imiş, saat 08:30 hareket ettik.
Asya'nın bu küçük fakir ülkesi Everest'iyle yani dünyanın çatısı sayılan dağıyla, budizimiyle ünlü.
Katmandu hakkında çok şey okuyup duydum bu şirin kenti merak ediyorum.
Otobüs yine rahatsız ama yolun manzarası harika. vadi içinden nehir boyunca ilerliyoruz ve mola
verdiğimiz köyler çok şirin, insanlar acayip güler yüzlü cana yakınlar. Mola yerinde bizim erişteye benzer
bol acılı ve sebzeli bir yemek yedim, harikaydı.

Ve Katmandu, otobüs bizi şehir girişinde indirdi otel ayakçıları da zaten otobüsü bekliyorlarmış hemen
etrafımızı sardılar, bir taksiyle anlaşıp merkeze geldim.
Ucuz güzel bir otelle anlaştım, resepsiyondaki adamda çok cana yakın. Çantayı bırakıp dışarı
çıktım, harika bir şehir sıcacık, şirin mi şirin dükkanlar, her dükkanda güler yüzle "NAMESTA" sesi.
Çok hoş kazaklar var 1 bana bir Faruk'a belki alabilirim ama çantada yer yok bakalım ne yapacağız,
neleri atacağız.

İsmini duyduğum şu meşhur Tibet mantısından yani Momo'dan yemek için yer aradım, restorandın
birine girip bir tabak söyledim, yemek geldi ceviz büyüklüğünde 10 tane içi et dolu hamur, birde tabağın
ortasında sosu var, bir yemek bu kadar lezzetli olur. Bu arada restoran da Tibetli gençler şeker dağıttılar
meğerse Tibet bugün yeni yıla giriyormuş, harika bir ey
Büyük bir markete girip ihtiyaçlarım için alışveriş yaptım, ne kadar ucuz.2 şişe bira, 1 küçük şişe viski,
5 paket sigara, 2 paket fıstık, 2 paket çikolata, 2 büyük su, 1 sabun, 1 diş fırçası, 1 orta boy defter hepsi
480 ruppe yani 10 $ tuttu.
Odadayım, biraları içip bunları yazmaktayım.
Yarın Katmandu'yu ve Patan'ı gezeceğim
Keyfim çok iyi, Ozanı (yeğenim) çok özledim, annesine beni dönünce dövmesini söylemiş, gittim diye.

05/Mart/2003 18. gün ( KATMANDU )
Pasta haneden çeşitli pastalar alarak, birazda abartarak, otelin terasında harika bir kahvaltı ile
güne başladım.
Katmandu'nun tarihi ve bir çok tapınağı barındıran Durbar meydanına gittim. Harika bir yer, sanki
tarih sahnesi, birbirinden güzel tapınaklar, şirin dükkanlar, güler güzlü Nepal halkı.
Bunları otelin terasında yazıyorum, cici bir kuş cinsine elimden ekmek yedirmekteyim, gözleri ve gagası
sarı, tüyleri siyah beyaz, şehrin kuşları bile sıcak kanlı.

Meydandan rişka ile tepedeki tapınağa çıktım, burası da harika bir tapınak, maymunlarla bayağı samimi
olduk. Budizim'de Nirvana'ya ulaşmak var, yani ruh tekrar,tekrar dünyaya gelmeyip sonsuzluğa ulaşmakta.
Tapınağın göğe doğru uzun bir kubbesi var ve alt tarafın dört bir yanında Buda'nın gözleri bulunmakta yani
Buda her an halkı gözetlemekte. Hemen en alt duvarda dua silindirleri bulunmakta, içeri giren halk bu
silindirleri çeviriyor, bende bir tur attım.

Thamel meydanına dönüp çarşıda gezinmeye başladım, bir tezgahta fil heykeli için pazarlığa başladık
ben bir ara hesap makinesini çıkartıp hesap yapmaya başladım satıcı çocuk şöyle bir teklif yaptı hesap
makinesiyle fili takas yapalım bende olur dedim. Satıcı çocuklar Türk milli takımını ve Galata sarayı
iyi biliyorlar ama Tükiye'nin nerede olduğunu bilmiyorlar, Durbar meydanındaki genç çocuklarda bilmiyorlardı.
Asya'da Unesco'nun koruma altındaki büyük milli parklarından Chitwan'ana gitmek için bir seyahat
acentesine uğradım, 2 gece 3 gün tam pansiyon,yol ve tüm aktiviteler dahil, bunlar orman safari, fil safari
nehirde cano gezintisi, fillerle nehirde banyo, kuş izleme dahil toplam 50 $ biraz benim için fazla ama tek
boynuzlu gergedan ve Bengal kaplanı görme şansımızda var.
Akşam üzeri çarşıda dolaşmaya başladım kendime dostlarıma bir şeyler aldım bakalım çantaya nasıl
sığacaklar, daha 1 ay bu çantayla beraberim inşallah yırtılma falan olmaz.
Akşam yemeği için yine Momo yemeğe gittim 2 de büyük tuborg içtim.
Lanet olası buralarda bile aklıma geliyorsun, bakalım nereye kadar sürecek ?
Aldığım viskiyide bitirdim kafam iyi oldu, Ozan'ım aklıma geliyor, İstanbul'da saatin kaç olduğunu
bulup Ozi'nin neler yaptığını düşünüyorum.
Çıkıp bir şişe viski daha alacağım.
06/Mart/2003 19. gün ( KATMANDU )
Kahvaltı için otelden dışarı adımımı atar atmaz bir tamirci çocuk ayakkabıları göstererek tamir
edebileceğini söyledi, sağ sandaleti cengelli iğne ile tutturmuştum nasılda gördü hergele,sağlamda dikti.
Bugün Katmandu'ya yakın Patan'ı gezmeyi düşünüyorum. Aslında bir de gevşedim hızlı tempodan
sonra Katmandu beni rahatlattı.
Bir rişkacı gözüme kestirip Patan'a gitmek üzere yola koyulduk, ara sokaklardan uzunca bir yolculuk
yaparak tarihi meydana geldik, burası da harika yine olağan üstü tahta işlemeli tapınaklar, harika sokaklar
diğer çıkışın orada bilet sordular bilet almadan girmiştim ne bileyim ben, o zaman dışarı dediler bende
tamam dedim zaten her yeri gezmiştim ama rişkacı öbür tarafta kaldı geliş gidiş anlaşmıştık çarşının
arkasından dolanarak rişkacıyı buldum beni dönüşte Durbar meydanına bırakmasını söyladim, meydanı
biraz dolaşıp bir tapınağın en üst tarafına oturup geleni gideni seyretmeye başladım,yanıma gençler ve
satıcılar geldi onlarla da anlaşabildiğimiz kadar muhabbet ettik, birde Nepallı gençle bilek güreşi yaptık
o Turko strong diye söylendiler.
Çarşıya dönüp şu satıcı çocukla bu sefer küçük cep radyosuna karşılık bir maskı takas yaptık.
Birde bez üzerine haşhaş çek sadu resimleri aldım bunlar çok hoşuma gitti. Terastayım sinema
afişi değişmiş Titanik oynuyor herhalde yeni gelmemiştir 2. gösterim falandır.
Odaya gelip biraz dinlendim, malesef çanta ful doldu ve ağırlaştı, büyük havluyu oteldeki arkadaşa
verdim, bu arada bana yarın Himalayalar'ı görmeye gideceğim Nagarkot için yer ayarladı, bir gece
kalıp tekrar Katmandu'ya döneceğim.
Akşam yemeği için bir restorant seçip girdim, menüden rast gele bir çorba ve yemek söyledim,koca bir
kase çorba geldi içi makarna, et, sebze ve soğan dolu afiyetle içtim, biraz sonra yemek geldi, aman allahım
çorbanın susuzu aynı şeylerden yapılma ve koca bir tabak, tabi ki yiyemedim.
Otelin terasına dönüp bir demlik çay söyledim, çayı yudumlarken ara sıra gördüğüm bir adam yanıma
oturdu, nerelisin ?, nerelere gideceksin? gibi muhabetten sonra asıl konuya geldi, uyuşturucu ister misin ?
sadece sigara içerim dedim.
07/Mart/2003 20. gün ( NAGARKOT )
Birazdan Himalaya'ları görmek için 7,200 fit yükseklikteki Nagarkot'a gideceğim. Tur görevlisi öğlen
1 gibi gelip beni alacak, 1 gece kalıp tekrar Katmandu'ya döneceğim. Katmandu'da bir gece kalıp milli
parka gideceğim.
Görevli geldi ve beni otobüse götürdü, yine birkaç gezgin var, şehir içinden çıkıp Nagarkot yoluna saptık,
15-20 dakika sonra otobüs arıza yaptı, yarım saatlik tamir molasından sonra bol virajlı, harika manzaralı
yoldan yüksele, yüksele tepeye vardık. Rezervasyon yaptığım oteli bulup yerleştim, hava puslu ve bir şey
gözükmüyor, otel görevlisi sabah harika bir manzara görebileceğimizi ve güneş doğmadan bizleri kaldıracağını
söyledi.
Yamaç kenarında bir cafeye gidip manzaraya karşı çay içip, akşam yemeğini yiyip yattım.
08/Mart/2003 21. gün ( NAGARKOT )
Saat 06:00 gibi kalkıp otelin terasına çıkıp beklemeye koyulduk. Evet güneş doğmaya başladı ve harika bir
manzara, Himalaya'ların sıra, sıra yüksek tepeleri gözükmeye başladı, dünyanın çatısı Himalaya'lar karşımda.
Kahvaltı yapıp otobüs saatini beklemeye başladık, saat 10:00 da hareket.
Katmandu'dayım, otelin terasında notlarımı deftere yazarken Varanasi' deki otelde yan oda kalan kızı aşağı
cadde görüyorum çanta sırtında galiba otel arıyor, 2 ci bir şans.
Nagarkot dönüşü çantayı otele bırakıp, Budistler için önemli olan büyük Stupa'ya gittim, büyük cene bir yarım
dairenin üzerinde kare bir yapı ve karenin 4 yanında yine budanın gözleri, bu Stupa çok hoşuma gitti ve bayram
yeri gibi süslü. Etraf da bolca genç ve yaşlı Budist var. Şirin bir cafe'nin en üst katına çıkıp güzel bir çay eşliğinde
etrafı ve Stupa'yı uzun, uzun izledim.
Buradan çıkıp mini bir dolmuşla nehir kenarındaki ölü yakılan bir Hindu tapınağına gittim. Geldiğim kapı sadece
Hindulara ait girişmiş, bende bir kaç genci takip ederek nehir kenarına gelip biraz tırmanarak biraz inerek nehri
geçip tapınağın karşı tarafına geldim kapı falan yok. Karşımda yine aynı manzara, ölü yakma töreni.
Tapınak içinde gezinip bir kaç resim çekip kapıya yöneldim, meğersem giriş buradanmış, neyse çıktım.
Otelin terasında yorgunluk çayı içtim. Nagarkot'ta rüyamda onu gördüm...
 09/Mart/2003 22. gün ( CHİTWAN MİLLİ PARK )
Sabah 06:30 da rezervasyon yaptırdığım firmanın yetkilisi beni alıp otobüsün kalkacağı yere
götürdü.
Korktuğum başıma geldi, çantayı bagaja verirken bel bağlama tokasına ayağımla basarak kırdım.
Bu şirin kente veda edip yine bol virajlı ama bir o kadarda güzel bir yoldan yaklaşık 5 saat süren
bir yolculuktan sonra bir köye geldik, beni orada otelin yetkilisi karşıladı. kalan yolu jeeple devam edeceğiz,
ben dahil 13 kişi jeep'e dolduk, bunlar gideceğimiz köyde çalışanlar ve köyün gençleri olsa gerek,tozlu
bozuk bir yoldan otele geldik.
Otel milli parkın dışında yeşillikler arasında harika bir yer, hemen hoş geldin kayıt ve öğlen yemeği
verdiler. Odaya yerleşme ve 2 saatlik bir dinlemeden sonra bir rehber çocuk beni alarak köyü ve çevreyi
gezdirdi. Bir yerde işçi filleri gördük ayaklarından yerdeki kazığa zincirle bağlılar, resim çekmek için
yaklaştım, rehber çocuk uyardı fazla yaklaşma zaten niyetim yok, yarın fille ormanda safari var bakalım
nasıl geçecek.
Orman girip nehir boyunca yürüdük, rehberi verdiği dürbünle çeşit, çeşit kuşları izledim, en güzeli şu
meşhur balıkçı kıraldı. Nehrin biraz ilerisinde bir cafeye oturup güneşin batışını izledik manzara harika.
Akşam yemeğinden sonra 2 Japon kız, ben ve rehber, turistler için yapılan yerel halk dansları gösterisine
gittik, eh güzeldi.
Bunları odanın hemen önündeki bahçede yazıyorum, otelin köpeği gelip ayaklarımı yaladı, yarın yoğun
bir gün sabah 06:30 da kalkacağım, 2 saatlik orman içi yürüyerek safari, fil üstünde orman safari ve kuş
izleme programı var, namusuz köpek bana bakıp, bakıp yalanıyor.
10/Mart/2003 23. gün ( CHİTWAN MİLLİ PARK )
Gece yine misafirim vardı, tavanda kocaman bir örümcek, aslında misafir olan benim buralar onun yeri.
Kahvaltıda otel müdürü ve garsonla anlaşabildiğiz kadar sohbet ettik bu otele hiç Türk gelmemiş ben
ilkmişim eminim bir çok yer dede öyle olacak, umarım gezi boyunca bir Türk'e rastlarım. Birde karayolu ile
gelip tekrar Hindistan'a dönüp oradan tekrar karayolu ile dönmeme çok şaşırdılar, şunu biliyorum bir çok
gezgin karayolu ile gelip ülkelerine uçakla dönmekteler ama ben geliş ve dönüşü tamamen karayolu ile yapmayı
kafaya koymuşun, ne olursa olsun tamamlayacağım.
Rehber çocuk geldi ve nehir kenarına gidip orman gezisi için isim kayıt ettirdik, güvenlik acısından 2 saat
sonra dönemiz gerekiyormuş.
Bir kanoya 3 rehber, ben ve turist bir kız bindik, sabah saatleri bolca kuş ve pusuya yatmış timsahların
yanından geçtik, rehber uzun burunlu timsahların pek saldırgan olmadığını ama diğer türün saldırgan
olduğunu anlattı.

Karşı kıyıda indik, ben ve iki rehber bir yana diğer turist kız ve rehber diğer tarafa yöneldi, yani ayrıldık.
Orman daldık, elimde uzun bir değnek rehberleri takip ediyorum, hayvan görünce panik olmamamı ve bir
agaç arkasına saklanmamı söyledi, ne var ki orman o kadar tehlikeli gözükmüyor yada bana öyle geldi, bolca kuş
türü, orman tavuğu ve maymun sürülerinden başka bir şeye rastlamadık. Ara sıra ağaç tepelerine çıkıp
sağı solu gözetliyorlar asıl aradıkları tek boynuzlu gergedan ama malesef denk gelemedik.
Kanonun beklediği yere giderek nehrin karşı kıyısına geçtik, otele dönüp yemek yedik den sonra ben
ve 3 turist biri bayandı ve güzeldi, fil sırtına binip asıl sık ağaçlı balta girmemiş bir ormana daldık
Hayvan bayağı büyükmüş sanki 1 katın balkonunda oturur gibiyim.

Orman harbiden ürkütücü, fil bile ağaç aralarından zor geçiyor, orman tabanı olduğu gibi bitki kaplı, biraz
sonra bizim gibi geziye çıkmış bir fil kafilesi bir yere bakıyorlar bizde yanaştık, nesli tükenmekte olan tek
boynuzlu gergedanlar, biraz izleyip yolumuza devam ettik.
Bunları yazarken Japon kızlar kikir diye, kikir diye geliyorlar, benim yan odada kalmaktalar, nereli olduğum
sorduralar Türk'üm dedim, a turko dediler bir tanesi Türkiye'ye gelmek istediğini söyledi.
Neyse orman dönelim, biraz sonra bir nehir kenarına geldik, yine timsahlar sıra, sıra dizilmişler herhalde
pusudalar.
Nehrin sığ bir tarafından karşıya geçmek için nehre girdik, bizim fil ilafsız 10 dakika su içti, biraz ileride
yine gergedanlar ama Asya kaplanı göremedik.
Gezi bitişi nehir kıyısına gidip bir fil sahibine 50 ruppi vererek anlaştım, nehirde fille banyo yapacağız,
başladık fille beraber yıkanmaya, sırtına çıkıp durmaya çalışıyorum oda beni hortumu ile ıslatıp duruyor,
kendini bir sağa bir sola yatırıp yıkıyor bende üstüne çıkıp durmaya çalışıyorum nafile, bu harika banyodan
sonra nehir kenarına oturup çay söyledim, bu yorucu ama bir o kadarda keyifli günü çay içip güneşin
batışını seyrederek noktaladım.
Odadayım saat 20:43 yemeği yedim ve bunları yazıyorum, birde yemekler harikaydı hele öğlen verdikleri
yumurta çorbası enfesti. Yarın buraya veda ediyorum, benim için keyifli geçen yerlerden biriydi, bu köyün
ismi THURA imiş, köyü yarın sabah saat 10 gibi terk ediyorum otobüsüm Nepal'in bir diğer şehri Pokhara.
Nehir kenarında yine uzun düşüncelere daldım, o kadar çok şey geldiki aklıma hatta bir ara kendi kendimle
konuştum, zaman ne kadar hızlı geçmiş hele o tatlı günler, neyse.
Bir fırsat olsa da Faruk'la Afrika'da şöyle 1 ay sürecek safari yapabilsek.
Pokhara'da 2 gece kalmayı düşünüyorum, oradan tekrar Hindistan'a döneceğim, sanırım 1 ay daha
kalacağım ve sonra eve dönüş, galiba biraz zorlu geçecek.

Galibe nezle oldum burnum harıl, harıl akıyor ve dudağımda uçuk çıktı, Faruk'un verdiği antibiyotikten içmeye
başladım, umarım uzun sürmez. Bu arada gecenin bu vakti sana ne diyeyim Faruk ah,ah. Oğlanda büyümüştür,
ah çocuk sahibi olmak, dünyaya sahip olmak gibi bir şey herhalde.
Bazı şeyleri ve bazılarını özlüyorum, nerede ve ne yapıyorlar, lanet olası.
Bu arada ucuz Nepal sigarasını arka arkaya yakıyorum.
11/Mart/2003 24. gün ( NEPAL / POKHARA )
Otobüs yine eski püskü, neyse ki şoför yanına oturdum ayaklarımı uzatabiliyorum, yol yine virajlı ama
manzara yine güzel, 19 km yolu 5 saatte geldik
Pokhara minik bir göle sahip küçük şirin bir kasaba, genelde treking için tercih edilen bir yer, benim böyle
bir niyetim yok. Terası göl manzaralı bir otele yerleştim, çantayı bırakıp cadde boyunca yürüyüp dar bir
sokaktan göl kenarına inerken Momo yapan bir yer gördüm ve hiç düşünmeden girdim, Momo'nun nasıl
yapıldığını burada gördüm, koca bir kazan üstünde elek var hamurlar bu eleğin içinde altta kaynayan suyun
buharı ile pişmekte, 2 tabak yedim.
Göl kenarında çay içip otele dönüşte sınıra bilet aldım .2 Mango 2 bira alıp terasta içmeye başladım,
burada 1 gece kalmaya karar verdim yani sabah erkenden sınıra hareket, sabah 06:30 da.
12/Mart/2003 25. gün ( SINIR / GORAKPUR )
Sabah otel görevlisinin uyandırmasıyla kalkabildim iyi ki çocuğa söylemişim, apar topar taksiye atlayıp
garaja geldim, zaten otobüste daha gelmemiş.
Yine eski püskü dökülmekte olan bir mini otobüse diğer gezginlerle doluştuk.
Saat 12:30 gibi Nepal'e veda edip sınırı geçtim, yine renkler ülkesi Hindistan'dayım.
Daha sınırı geçer geçmez kalabalık tekrar başladı, hemen bir otobüse Gorakpur için bilet aldım,aman
allahım otobüs tıka basa dolu, bana düşen koltuğun sırt dayama yeri yok, yandım anam.
Felaket bir yolculuktan sonra apar topar inip istasyona gittim derdimi anlatıp ilk tren için Delhi'ye
bilet istedim tren perona yeni girmiş saat 18:10 gibi, benim sadece oturma yeri, yataklıda yer yoktu trene
bindim, oturma yeri bile yok geceyi nasıl geçireceğim, biraz kapının orada ayakta durdum, sonra Hint'linin
biri bana yer verdi kendide yan koltuklara sıkıştı. Sabah 8 civarı Delhi'de olacağım.

Küçük bir fındık faresi yerdeki fıstık kabuklarını gelip, gelip kokluyor, namusuz birde şirin ki, uzun süre
izledim. Tren yine renkli, satıcılar, dilenciler, çalgıcılar .
Akşam olunca halk yanlarına aldıkları yiyecekleri elle çoluk çocuk afiyetle yemekte, bende molalarda
muz, mandalina, omlet, fıstık ne bulursam karnımı doyuruyorum.
Aslında trenler çok rahat yataklı olanda seyahat pekte güç değil, tavanda her kısım için 3 vantilatör var
ama yinede sıcak ve havasız oluyor.
Delhi'de kalmadan hemen Jaipur'a yani Hindistan'ın turistik eyaleti Racajtan'a geçeceğim, yani dönüş
rotam, dönüş dedimse bu da bir ay sürecek, İstanbul' dan ayrılalı tam 25 gün olmuş.
13/Mart/2003 26. gün ( DELHİ / JAİPUR )
Sabah çaycıların sesiyle uyandım, gece uykusuz ve sıkıntılı geçti, kendimi biraz bitkin hissediyorum
aman Necmi kendini salma, bir çay iç kendine gelirsin.
Hava aydınlanmaya ve Delhi'ye yaklaştıkça yol kenarlarında, ağaç diplerinde yanında 1 kap su ile
büyük tuvaletini yapanlar, hem de neredeyse yan yanalar.
Bitkin bir halde trenden indim, önceden bildiğim turist ofise çıktım daha açılmamış, bir kaç gezginle
beklemeye başladık. Jaipur'a ilk tren 15:05 da, yol 5 saat bileti ucuz sınıftan istedim ama yokmuş, 2 . sınıftan aldık, yatarak giderim birazda dinlenirim.

İstasyondan çıkıp kaldığım sokağın başına gelip omlet yiyip ve nar suyu içtim, oradan merkeze gelip
bir internet cafeye girdim bakalım İstanbul'dan haber varmı. Faruk'tan var herkes iyimiş bende bir mail
yazıp çıkdım.100 $ dolar bozdurdum, hesaplarım tutuyor yani para durumu iyi.
Eski Delhi'ye doğru yürümeye başladım, yorgunluğum arttı sanki, çanta 100 kilo gelmekte, bir rişkaya
binip Red Fort kalesine doğru koyuldum, bir kavşağa geldik, yani kimse dönüp bakmasa katıla, katıla
güleceğim, sabah trafiği acayip kalabalık, kavşak arapsaçı, insanlar rişkaların üzerini basarak geçiyor
yük arabaları rişkalar birbirine girmiş durumda, bu kargaşanın tam ortasında bir inek ne sağa
gidebiliyor ne sola öylece duruyor, insanlardan gık çıkmıyor sanki bir mucize olacakta yol açılacak,
tam tamına 15-20 dakika öylece kaldık, eli sopalı trafik polisleri geldi zar zor düğümü çözdüler.
Kaleye verdiğim giriş parasına acıdım, kalenin dışardan görünüşü daha güzelmiş
İstasyonda bol suyla ayaklarımı 2-3 kez yıkadım, bunu da yapmazsam rahatlayamayacağım, tren peronda
daha kapıları açık değil, her vagonun kenarına bilgisayardan çıkma isim listesi asılmakta buradan isim
kontrolü yapabiliyorsunuz, büyük bir ekrandan tüm trenleri takip edebiliyorsunuz, yani fakir gözüken
Hindistan bu olaylarla insanı şaşırtmakta neden mi ? bizde otobüs kazası olsa, tren kazası olsa kimlik
tespiti ölülerin üzerinden çıkan kimliklerle yapılır yani demek istediğim o tren veya otobüste kim var
kim yok bilinmez, yani bir isim listesi yoktur otobüs firmasında, İran'da da aynı şekilde isim alıp bileti
bilgisayardan çıkartıyorlar, belki orada devrim yasasıdır.
Tren yine renkli ve kalabalık, ilk defa homoseksüel bir kadın karşıma dikilerek ellerini sert bir şekilde
birbirine vurarak para istedi, ben kafayı salladım no gibilerinden, asılda biraz şaşırdım oda bana İngilizce
siktir dedi, para verebilirdim de o an duraksadım, renkli ve enteresan bir tipti.
Yanımda oturan ve diğer taraflarda da bulunan adamlar sanırım din görevlileri idi, bir bay ve bayan
durmadan çay ve yiyecek bir şeyler getirip adama veriyorlardı, dikkatimi çeken bir görevlide bizim
orayı arasıra kolaçan etmesiydi, ne olduklarını anlıyamadım , ikram yapan kızla birkaç kez göz göze
geldik bir ara gelişinde pasta gibi bir şey de bana ikram etti, hoş kızdı.
Akşam üzeri Jaipur'a vardım. Daha istasyondan çıkmadan buranın turistik bir eyalet olduğu anlaşılıyor
tertemiz ve düzenli, rişkacılar etrafımı sardı, kanım ısınan birine hemen tamam dedim, bildiğim otel ismi
söyledim oda bana oranın pahalı olduğunu söyledi ve kendi oteline götürmek istedi, önce benim otele
gittik, tamam dedim senin otele gidelim, adam adını söyleyip duruyor ayyup, ayyup meğer adam Müslüman
ve tam adı Muhammet Eyüp imiş. Otele geldik ucuz sıradan bir otel, çamaşırlarımı yıkayıp bir duş aldım,
ha birde Eyüb'e yanımdaki İsviçre çakısını hediye ettim, beni ve Türkiye'yi hatırlasın diye.
 14/Mart/2003 27. gün ( JAİPUR / PEMBE KENT )
Deliksiz uyumuşum, sabah biraz yatak keyfi yaptıktan sonra sokak satıcısının biriden 2 tane patatesli
börek yedim.
İstasyon yönüne yürüyerek eski Jaipur'u sordum ve o yöne doğru yürümeye başladım, bir rişkacı ile
anlaşıp rüzgar sarayına geldim, önce duvarın arka tarafını gezdim, sonra dışarı çıkıp duvarın caddeye
bakan kısmını gördüm, duvar yukarı doğru incelen yarı apartman boyunda ve dış cephesi çok güzel
işlemeli, küçük pencereler bulunan harika bir hapı, bu duvarı eskiden caddede yapılan törenleri bayanlar
izlesin diye yapılmış. Kente geniş ve çok güzel bir cadden girdik, kentin tamamı pembe yapılarla dolu ve
harika bir mimari.

Şehirde bir hazırlık var tam olarak anlayamadım, renkli, renkli tenteler kurulmuş, koca koca su
ve yemek kazanları cadde kenarlarına dizilmiş, birde 4-5 metre boylarında parlak kağıttan ve şeffaf
naylonlardan yapılma camiye benzer maketler, meğerse Müslümanların festival günüymüş, ama ne
festivali olduğunu anlamadım.
Bir sokak kahvesine oturup etrafı seyrederek çay içip tekrar caddelerde dolaşmaya başladım, adamın
biri yanıma yaklaşıp sohbet etmeye başladı, bende ona fil festivali bu tarihlerde var mı diye sordum
oda yok dedi, demek ki benim bilgim yanlışmış. Adam rişkacı çıktı, ucuz bir fiyata fil mahallesini ve
şehri gezdireceğini söyledi, anlaştık iyide oldu, yayan gezemeyeceğim bir çok ara sokaklara girdik
çıktık ve çoğu Müslüman mahallesiydi, birde küçük, küçük camiler.

Fillerin olduğu bir mahalleye geldik neredeyse her evi bahçesinde bir fil bağlı, genç bir kaç çocuk bir
fili boyuyorlar neden diye sordum, turistleri gezdirmek içinmiş.
Bayağı bir gezdikten sonra beni bir sarayın girişinde indirdi, saray eski bir Mirace sarayı,kentin
İsmi de Mihrace 2. Singh'ten gelmekte bu racalar savaştaki ustalık ve cesaretleri ile ünlü imişler,
zaten sarayın içerisinde de çok güzel bir silah müzesi var.

Oradan çıkıp Jantar Mantar'a girdim, burası eski bir gözlem evi, içerisi çok ilginç yapılarla dolu,
bu yapılarla zamanında çok geniş bir astronomi gözlemi yapıldığı bilinmekte.
Caddeler bir anada kalabalıklaşmaya başladı, ve kazanlarda yemekler pişiriliyor, yine bir rişkacı
uygun fiyata ilginç yerlere götüreceğini söyledi, bindim ve mümkünse ara sokaklardan gitmesini
söyledim, ilk olarak bir Hindu tapınağına getirdi, oradan bir göl ortasında bulunan bir saraya uzaktan
baktık, oradan yine bir sarayın bahçesini gezdik, ve adam esas konuya geldi yani alışveriş, ama şunu
açıkça söyledi almanız önemli değil ben götürdüğüm zamanda cüzi bir para veriyorlar, bende hepsine
götür dedim.

Bir kaç yere uğradık bende birinden küçük kumaş üzerine bir yağlıboya fil resmi aldım.
Caddeleri trafiğe kapattılar, polis sayısıda arttı, bende bir kenara oturup çay içip izlemeye
başladım. Biraz sonra aşağı cadden kalabalık bir konvoy davullar eşliğinde, sırtlarında maketlerle
meydana geldiler, sonra başka bir grup, başka bir grup. Meydan ana baba gününe döndü, farklı
yerlerde davullar çalıp dans ediliyor,başka bir yerde tahta kılıçlarla gençler birbirleriyle dövüşmekte.
Uzunca bir süre kalabalığı izleyip otele doğru yürümeye başladım
Burası Racajtan eyaleti ,bu eyalette daha sırası ile, Pushkar, Bikaner, Jaiselmer(tar çölü),Udaipur,
Jodhpur şehirlerini gezeceğim
Odadayım, günlük hesapladığım 10 $ ortalamasının 2 $ üzerindeyim ortalamayı düşürmem lazım
zaten bu ortalamanın içinde ekstra harcamalarda var, yani hesabım tutuyor.
Şehirde tartıldım 82 kiloyum yola çıkarken 87'dim 5 kilo vermişim, buda normal.
Tahmini, Bombay ve Goa' dan sonra yol dahil 12 Nisanda İstanbul'da olurum,yol gözümde büyüyor.
15/Mart/2003 28. gün ( JAİPUR / PUSHKAR )
Ulan sabah, sabah Ajmer için bir sağa bir sola, bir içeri bir dışarı istasyonda dolanıp duruyorum
ne demek istediklerini tam olarak anlamıyorum, neyse sonunda bir bilet alabildik.
Tren boş 7-8 kişi var, 2,5 saatlik yoldan sonra Ajmer'e vardım, buradan 20 dakikalık Pushkar için
otobüse bindim,kısa bir yolculuktan sonra inip otel aramaya koyuldum, gölü gören bir otele yerleştim.
Burası harika bir yer, küçük bir göl ve göle inen merdivenler, şirin bir çarşı, harika yapılar ve bolca
hippi kılıklı gezgin var. Bir yer bulup tabak büyüklüğünde arası sarmısaklı, baharatlı erimiş peynir,
domates ve patatesten oluşan tavada kızartılmış ismi Nan olan sandeviçi bir güzel yedim.

Çarşıdaki küçük dükkanları dolaşarak milletin güneşi batırdığı yeri buldum, hemen, hemen herkes
burada, yanlış acayip bir mistik hava var, burası beni etkiledi, gölün kenarındaki merdivenlere millet
oturmuş, büyükçe bir ağacın altında 2 davulcu harika bir ritimle davulları çalmaktalar, yoga yapanlar,
çubuklarla gösteri yapan Japon'lar, yine uçlarında ateş yanan iplerle gösteri yapan gezginler, yerel
çalgıcılar, yani ortam harika, davullar güneş batana kadar susmadı ve güneş batınca davulcular para topladılar.
Göl manzaralı bir restorand bulup karnımı doyurup otelin göl manzaralı terasına çıktım, burayı çok
sevdim, keyifle çayları içtim.
Yarın bol cana resim çekeceğim, birde çarşıda gözüme kestirdiğim gömlekler var onları almayı
düşünüyorum.
16/Mart/2003 29. gün ( PUSHKAR )
Erken kalkıp güneş doğmadan terasa çıktım, Hint halkı sabah ritüelleri için merdivenlere gelip
dua ve temizlenmelerine başladılar, bol cana da maymun var.
Aç karnına 2 sigara ve çay içtim, midem kötü, kahvaltı için aşağıya indim ve açık büfe veren
uygun bir yer buldum, bol cana papaya, mango, muz, kaşar, reçel, omlet yedikçe yedim, uzun zamandır
böyle yememiştim ve toplam 1 $ verdim.

Odaya dönüp küçük penceremden gölü,halkı izlemeye koyuldum, pencerenin altıda maymun dolu
gölgeye sığınmışlar, çamaşırları yıkayıp 3 saat uyumuşum.
Çarşıda alışveriş yapıp, büyük bir tapınağı gezip eşyaları odaya bırakıp güneşi batırmak için aynı
yere gittim, yine aynı renkli görüntüler.
Akşam yemeğini otelin terasında yedim, sebzeli, patatesli bir pilav ve bira söyledim. ulan bir pilav
bu kadar lezzetli yapılır. Birde aldığım gömlekler çok hoşuma gitti.
Yarın 1 ay olacak İstanbul'dakiler ne yapıyor acaba oziyi , zeynoyu çok özledim birde anamı.
Seneye bu zamanlar daha doğuya gitmeyi planlıyorum Kamboçya, Laos, Vietnam falan bakalım
para toparlayabilecekmiyiz.

Şu Hint halkınıda iyice sevmeye başladım acayip sakin ve dost yanlısılar, birde şu ipe asılmış
yazı sitilleri yokmu harika, hele inekler her yerdeler, ne karışan var ne kızan, temizlik desen
umurlarında değil, sanki pislik felsefeleri, tanrıları da bol cana neredeyse herkesin bir tanrısı var,
Yolum belki yine buralara düşebilir.
17/Mart/2003 30. gün ( JODHPUR )
Gece çok güzel bir rüya gördüm. Şapkalı, benim için ağlayan bir kız, cam içerisinde biblolar, köprü
üstündeki vedalaşma, sarı kıvırcık saçlı küçük kız.
Sabah geç uyandım, terasa çıkıp uzun süre gölü izledim, çarşıya inip birtane nan yedim. Bugün
buradan ayrılıyorum, odayı boşaltıp Ajmer'e geri döndüm, ama burası aklımdan hiç çıkmayacak.
Büyük Hint çölünün bulunduğu Jaiselmer'e geçmek için tren ve otobüs sordum bugün yokmuş bende
rota değiştirerek Jodhpur'a gitmeye karar verdim. Şansım yaver gitti ve iyi bir otobüse bilet aldım, tren
yokmuş, Otobüsün en arkasına oturdum, yavaş ,yavaş arazide çölleşmekte, yani Tar çölü başlıyor.
Yol kenarlarında bolcana hayvan leşleri, Jodhpur'dan sonra Jaiselmer'e geçip orada deve ile
çölde 1 gece kalmalı safari yapmayı düşünüyorum.
Otobüsten inip bir rişka ile saat kulesinin olduğu yere geldim, bu şehirde mavi şehir olsa gerek, çoğu
bina maviye boyalı, bu kentte bayağı kalabalık .
Bir otelle anlaşıp çantayı bırakıp terasa çıktım, oldukça büyük bir kale ve tapınak gözükmekte birde
şehrin maviliği daha net gözükmekte. Bir çocuk yanıma geldi şehir turu isteyip istemediğimi sordu ama bu
arada şunu söyledi yarın Holi bayramıymış her yer kapalı olurmuş, bildiğim, bu boya bayramı, insanlar
yüzlerini vücutlarını boyayıp birbirlerine boya atmaktalar, yarın renkli geçecek.
Çarşıya inip biraz gezindim saat geç olmak üzere, biraz meyve ve cips bira alıp odaya geldim.
Saat 11:15 odadayım çamaşır işini hallettim. Yola çıkalı 560 $ harcamışım, bu rakam iyi yani 140 $ kadar
limitim daha var. 20-25 gün gibi bir zaman kaldı, bazen kendimi yorgun ve halsiz hissediyorum sanırım
hastalanmadan dönebileceğim, hiç tatsız olay yaşamadım , oteller, tren, sokaklar şimdilik güvenli yani
İstanbul'da bazen yaptığımız muhabbetlerde acabalar geçekleşmedi. Sanırım şaka gerçek arası 2 yıl
boyunca gideceğim, gideceğim dedim durdum, iş ciddiye son 6-7 ay kala bindi, buda planlar, hesaplarla geçti.
Yanlız gelmek tabi ki biraz zor oldu, şu bakımdan, konuşmak yorum yapmak 2 kişi ile zevkli olurdu
bazen kendi kendime konuşuyorum, aslında yanlız daha iyi oldu, çok durgunlaştım ve düşünecek çok
vaktim oluyor, bu gezinin sonuçlarını sanırım dönünce daha iyi değerlendireceğim.
18/Mart/2003 31. gün ( JODHPUR )
Yukarı çıkıp kahvaltı yapıp aşağıya indim. Büyük bir tepsi içinde kaynatılan manda sütü satan bir yere
girip büyük bir bardak içtim.
İnsanlar yüzlerini ve vücutlarını rengarenk boyamışlar danslar edip çalgılar eşliğinde dans
ediyorlar, bazı gezginlerde danslara katılmakta, bende bir gurubun arasına girdim, onların ritmine
uyarak başladık dans etmeye
Otele dönüp biraz oturdum ve ortalık öğlen vakti iyicene kalabalıklaştı, millet birbirine boyalar
atmakta ve öbek, öbek gençler çılgın gibi dans ediyorlar.

Terasda Müslüman bir Hint'li yanıma geldi, ismi Baykan'mış, abisi Jaiselmer'de otel müdürüymüş
otelde makul fiyata kalıp çöl safari yapabileceğimi söyledi ve otel broşürünü verdi, kafama yattı.
Biraz uyuyup aşağıya indim, her yer kapalı millet coşkuyla dans ediyor, resim çekip, biraz meyve
alıp otele döndüm. Otelin internet cafesinde maillere baktım, Ozi hala bana kızgınmış, dostum Faruk
biraz sıkıntılı imiş, bende bir mail atıp odaya döndüm.
Oda sıcak, tavandaki vantilatör acayip ses yapıyor, şuan Tar çölünün bulunduğu Kuzeybatıdayım
sanırım Güney'e indikçe yani Bombay ve Goa daha sıcak olacak, zaten bu aylardan itibaren
sıcaklarda bastırmaya başlıyor.
19/Mart/2003 32. gün ( JODHPUR )
Sabah serinliğinde kaleye ulaştım, yüksek bir tepede kurulu , iç ve dış mimarisi ile görkemli bir yapı.
Kaleden çıkışda kavun büyüklüğünde, ismini şimdi hatırlamıyorum, bir meyvenin üstünü keserek kamış
ile içindeki suyu içtim, adam sonra meyveyi keserek içini sıyırıp verdi onu da yedim.
Oradan bir rişka ile içerisinde Jain tapınakları ve beyaz maymunlar bulunan güzel bir bahçeye geldim,
girişte 1 torba fıstık aldım, gördüğüm 1-2 maymuna biraz fıstık attım, biraz sonra bir maymun ordusu
üzerime doğru koşmaya başladı, torbayı atıp hemen kenara çekildim, kısa sürede benim fıstıklar bitti.
Jain tapınakları çok etkileyici, Jain'ler ağızlarında maske, ellerinde küçük süpürge taşıyan ve
bilerek veya bilmeyerek hiç bir canlıya zarar vermeyen dine mensubular.

Saat kulesin oraya dönüp gezinmeye başladım, mango alıp ayaküstü yemeğe başladım, ineğin biri
yanıma yaklaştı bende kabukları onun ağzına verdim, yedi ama peşimi bırakmıyor, biraz anlatmaya
çalıştım ulan başka yok işte, bir sağa bir sola ineği atlattım.
Bir ara sokakta bit pazarına girdim neler yok ki, fi tarihten kalma eşyalar. Biraz daha dolaşıp otele
geldim, duş alıp dinlendikten sonra tren istasyonu geldim, Jaiselmer'e bilet alıp trene bindim, tren 1
karış toz içinde belli ki çöl kumu, yerimi temizledim ama biraz sonra kondüktör geldi ve yerimin diğer
vagonda olduğunu söyledi, 4-5 kişi var tren sakin
20/Mart/2003 33. gün ( JAİSELMER / TAR ÇÖL'Ü )
Bol tozlu bir yolculuktan sonra saat sabah 6 gibi Jaiselmer'e ulaştım, istasyon dışında otel ayakçıları,
Baykan beni buldu ve otele geldik. Bir gurup safariye çıkıyorlarmış, bende anlaşıp guruba katıldım, birde
Amerika Irak'a saldırmış bunu öğrendim, bakalım ne halt yiyecek.
Kısa bir hazırlıktan sonra jeepe bindik önce bir sanırım Müslüman mezarlığını gezdik, sonra çok güzel
taş işlemeciliği olan bir Jain tapınağı, bir köy ve sonra develerle buluştuk. 1 İngiliz, karı koca Slovak, 2
deveci ve ben.

Yükleri eşyaları develere bindirip deve paylaşımı yapıp çöle doğru yola koyulduk.1 gece 2 gün çöldeyiz
yemekler ve su fiyata dahil toplam 20 $.Bunları yazarken ezan okundu çok gür ve net, özlemişim.
Hava yavaş, yavaş ısınmaya başladı, arazi çorak ve çok az bitki var yani tam olarak daha kum değil,
devenin oturma yeri biraz rahatsız, kasıklarım ağrımaya başladı. Benim devenin ipi ismi Bilal olanın
elinde, diğerleri serbest olarak yol alıyorlar, deve paylaşımında Türk olduğumu söylemiştim, devecide
"o strong man" yani sağlam Türk demeye getirdi, evet ilerleyen saatlerde deve bir huysuzlaştı, aniden
çöktü, bende kendimi var gücümle boşa attım, deve yerde tepinmeye başladı, her halde kumlarla
kaşıntısını giderdi, ulan şimdi sırasımı , arkamdaki Slovak'ta devesinden indi, başladık yürümeye, zaten
kasıklarımda ağrımaya başlamıştı.
Hava iyicene ısındı 2 büyük su bitirdim,deveciler birazdan yemek molası vereceğimizi söylediler, bir ağaç gölgesi bulup mola verdik, deveciler yemek yapacak.
Sebzeleri bir güzel doğradılar, diğeri ekmek hamuru yapmak için bidondan su aldı suyun rengi
kahverengi yani çamur rengi, acayip ilkel şartlarda yemeği yaptılar, yedik, ne yalan söyleyeyim
acayip lezzetliydi. Meyve ve çay içip şiltelerin üzerine yayılıp biraz şekerleme yaptık.

Tekrar deve bindik, ulan inşallah bizim deve yine huysuzluk yapmaz, sıcakta yürünecek gibi
değil, güneş tam karşıdan vuruyor, gömleği kafaya sardım ara sıra ıslatıyorum, Bilal dönüp beni
uyardı "içme suyunu kullanma ben sana bidondan veririm", öyle ya çöldeyiz su lazım.
Ulan insan acayip su hayalleri kuruyor, nehir olsa girsek, hadi göl olsun, bunları boş ver hortuma
bile razıyım, insan 1 pet şişenin, 1 ıslak tişörtün ve ağaç gölgesinin değerini daha iyi anlıyor.
1,5 saat sonra deveden indim kasıklarım sızlamaya başladı, manzara uçsuz bucaksız çöl manzarası,
bir süre sonra küçük bir köye geldik, develerden önce su yalağının, yani kuyunu yanına koştum
pet şişeyi doldurup, doldurup kafamdan aşağıya döktüm, su neymiş be.

Çöl de yabani develerde var sanırım gördüğüm iskeletler bunlara ait. Develer için küçük su
göletlerinde mola veriyoruz ama develer fazla su içmiyorlar, idareli kullanıyorlar.
Geceyi geçireceğimiz yere geldik, o felaket sıcakta azalmak üzere. Develerin yüklerini boşaltıp
develeri az ilerdeki çok az olan çalılıklara götürdüler ve dönüp yemek hazırlıklarına başladılar, küçük
bir kamp ateşi yakıp bize de çay yaptılar.
Güneş battı ve hava serinledi, yıldızların altında kamp ateşi etrafında yemeklerimizi yedik. Onlar
kendi aralarında sohbete başladılar bende bir şiltenin üzerine uzanıp yıldızları seyrettim. Herkes
bir kenara kum üzerine yataklarını yaptı. Ay dolunay şeklinde olması lazım ama hala doğmadı ve
birde 2 paket sigarayı bitirdim şu an 3 tane var bakalım ne yapacağız, inşallah İngilizde paket
çoktur. Ay harika bir şekilde doğmaya başladı ve ortalığı ayın ışığı sardı, harika bir manzara, 2 sigara
arka arkaya yaktım, kaldı bir tane. Çöl gündüz sıcak gece serin, yani sıcak üzerine bu serinlik ilaç
gibi geldi.
21/Mart/2003 34. gün ( JAİSELMER / TAR ÇÖL'Ü )
Güneş doğmadan deveciler bizi kaldırdı .Ne rahat uyumuşum, açık havada nasıl uyuduğumu
hatırlamıyorum. Deveciler kahvaltıyı hazırlarken bizde güneşin doğuşunu izledik, keşke doğmasa.
Sıcak başlamadan dönüş yolu koyulduk, ama nafile kavurucu sıcak yine başladı, sanırım hiç bir
güç beni bir daha çölü çıkartamaz ve Allah insanı çöle salmasın.

Sabah kahvaltıdan sonra son sigaramı yaktım, baktım bizim İngiliz sigara içmiyor, meğer oda
paketi akşam bitirmiş, bende bitirdim dedim, gözü benim yanmakta olan sigarada yarıdan sonra
ona verdim ve derdimizi devecilere anlattık, Solavak karı koca sigara içmiyorlar. Kaldıkmı çölde
sigarasız, ulan bu yol nasıl biter. Yine deveden inip yürümeye başladım, kumda yürümekte öyle
zor ki. Bir köye geldik önce sigara işini halledip koşarak su kuyusunu başına geldim ve yine
baştan aşağıya yıkandım.

Yemek molası verdik, deveciler yemek yaparken bizler perişan halde şiltelerin üzerine uzandık.
3-4 saatlik yolumuz varmış bir köye daha uğrayarak jeepin bizleri alacağı yere geldik, develer
ve devecilerle vedalışıp otele geldik, duşun altına girip uzun süre kaldım.
Otelin terasında yemek yiyip çay içip hemen yattım.
22/Mart/2003 35. gün ( JAİSELMER/ MASAL SAHNESİ )
Akşam yatmadan önce lobideki televizyondan biraz savaş haberlerini dinlemeye çalıştım ama
çok bir şey anlamadım.
Şehre indim, aman tanrım sanki bir masal şehrindeyim bol işlemeli evler, çarşı , kale, yani ortam
bir masal sahnesi gibi, bir kaç ev gezdim hepsi birbirinden harika evler, bir anda etkilendim, sanki
beni büyüledi bu şehir, bu şehirde aşk yaşamak varmış, hele o kalenin içi geze, geze bıkmadım.
1 kilo muz alıp bir köşede ben içini ineklerde kabuklarını afiyetle yedik, yani kabukları ineklere
vermeyip çöp tenekesine atmak ineklere yapılan en büyük ihanet. Tekrar o güzel kalenin içine
girip tam girişte bir cafeye oturup geleni gideni, ortamı uzun süre izledim,kalenin içerisinde halk
hala yaşamakta yani cıvıl, cıvıl bir yer. Kalenin çıkışında kukla satan çocuklarla, çalgı satan bir aile
ve gezgin bir kız ile sohbet ettim.
Udaipur'a gitmek için akşam üzeri otobüsüne bilet alıp tekrar şehrin sokaklarına daldım.
Otobüs hareket etti, otobüs rahat ama yol yine berbat, bu kadar çukur, bu kadar tümsek olamaz.
Sabah erken saatte Udaipur'da olacağım, ama bu masal şehri hiç unutmayacağım.
23/Mart/2003 36. gün ( UDAİPUR )
Sabah, sabah uyku sersemi otobüsten indim, kötü bir yolculuktu. Bir rişkacıya beni göl kenarı
ucuz bir otele götürmesini söyledim, otel görevlisi zar zor uyandı, otel çok ucuz ama felaket kötü
bir oda, bu saatte yapacak bir şey yok kabul edip kaldım. Biraz uyuyup kalktım ve dışarı çıkıp otel
bakmaya başladım, terası göl manzaralı bir otele yerleştim.
Terasa çıktım, gölün ortasında güzel bir saray ve otel olarak kullanılmaktaymış. Ortalık acayip
sesiz, huzur verici, bir kaç İsrail'i genç çocuk var, biraz oturup göl kenarındaki merdivenlere indim,
halk sabah ritüellerini yapmakta.
Sokaklar inişli çıkışlı, yani yokuş, birçok kağıt ve kumaş üzerine yağlıboya minyatür resim satan
dükkan var, bende dostlara hediye etmek için10 tane fil resmi aldım. Şehrin orta yerinde, girişinde
2 kocaman fil heykelleri bulunan ve taş işlemeleri harika bir tapınağı gezdim, yine çarşını biraz
dışında hafif tepe bir yerde büyük ve güzel bir sarayı gezip bahçesinde 1 saate yakın oturup tekrar
çarşıya indim. İnsanlar çekilmiş ve yer, yer dükkanlar kapalı, bazı televizyon olan yerler kalabalık
birazdan dünya kriket şampiyonasının final maçı varmış, Hindistan - Avusturalya arasında, bakalım
kim alacak, tabi ki benim gönlüm Hindistan'dan yana. Birde filin üzeride bir adam dar sokaklarda dolaşıyor,
sebze satan bir kadın filin hortumuna domates koyuyor, filde ağzına götürüp afiyetle yiyiyor.

Su ve orta bir boy mango alıp otele geldim, mangoyu yiyip biraz uyumayı düşünüyorum.
Bombay'a direk tren yok, yine otobüse bilet alacağım, yarın öğleden sonraya otobüs varmış, herhalde
alırım. Uyanıp çarşıdan sigara, su , bisküvi alıp odaya bırakıp doğruca televizyon olan terasa çıkdım, maç
başlamış durum Avusturalya lehine. Güneş batmak üzere çorba ve pilav söyledim, yiyip odaya indim, para hesabım tutmakta ama İstanbul'a varışım sanırım 13 Nisan gibi, bakalım tutacakmı.
24/Mart/2003 37. gün ( BOMBAY'A YOLCULUK )
Büyük tapınağın olduğu yere gelip merdivenlere oturdum, saat daha 11 civarı, otobüsüm saat 3 de.
Bir aşağı bir yukarı dolaşan turistler, yanıma gelen dilenciler, satıcılar , etrafı izliyorum, bu arada
maçı Avusturalya kazanmış.
Yanıma 2 genç oturdu, başladık muhabbete, bir tanesi hemen mevzu ya girdi, coint, coint diyip duruyor
10 gr'ı 20 $ mış, konuyu değiştirdik, gelen geçen kızlardan konuşuyoruz, Bombaya gideceğimi söyleyince
o harika herhalde orada malum yerlere uğrarsın demeye getirdi, adam rişkacıymış, tamam dedi
ben seni otobüse götürürüm, yani bir konuda adamla anlaştık.

Otobüsün kalkış yerine geldik, yine dökük bir otobüs ve oturmaktan kıçım kemikleri ağrımaya
başladı. Sabah 7 gibi Bombay'da olacağım, fakat kalmadan Hindistan'ın plajlarıyla ünlü Goa' ya gidip
deniz, güneş keyfi yapıp tekrar Bombay'a döneceğim.
25/Mart/2003 38. gün ( BOMBAY / GOA )
Sabahın ilk ışıkları ile Bombay'a girdik. Bir dar cadden geçmeye başladık yaklaşık 2 kilometre
boyunca küçük barakalar var ve içinde dışında yatan insanlar, görüntü acayip sefil, şoför beni bir
yerde indirdi, bir kaç kişiye goa' ya gitmek istediğimi söyledim onlarda Dadar diye bir istasyona
gitmemi söylediler, sabah vakti ama sanki tişörtüme bir kova su dökülmüş gibi, istasyona geldim
ve acayip kalabalık, her gişenin önünde kuyruk, insanlara soruyorum bana duvardaki tren tarife
panosunu gösteriyorlar ama bir şey anlamadım, gişedekine soru sormak için yanaşıyorum bana
kuyruğa girmemi işaret ediyorlar, iyide bir sorayım öyle bekleyeyim, yok izin vermiyorlar,neyse
sıra bana geldi, evet bu güne tren yokmuş hadi bakalım, istasyon çıkıp sormaya başladım ama
doğru dürüst derdimi anlayan yok, taksicinin biri derdimi anladı ve bana bir meydan ismi, sinema ismi
yazdı, belediye otobüs durağına gelip görevli memura sordum oda bana meydana giden otobüs
numaralarını yazdı, ulan kalabalık ve bir türlü binemiyorum, daha numarayı tespit etmeden millet
hucum ediyor,ben tam numarayı doğrularken otobüs gidiyor, görevli memura rica ettim ve beni
bir otobüse ön kapıdan bindirdi, millet arkadan binip önden iniyor, iyi bir hırpalandım.
Meydanda indim, sinemanın karşı köşesi sıra, sıra seyahat acentesi dolu, bir kaçına fiyat sordum
neredeyse hepsi aynı, klimalı bir büroya girdim cennet sanki, bileti alıp çantayı bırakıp Bombay
sahilini sorup sahile geldim, uzun bir kumsal aşağıya inip ayakkabıları çıkarıp sahil boyunca
yürümeye başladım. Bombay gördüğüm kadarıyla hoşuma gitti, birde sıcak olmasa.
Çantayı alıp otobüse bindim, otobüs temiz ve yeniye benziyor, yolcuları çoğu genç ve temiz giyimli.
Sabah erken saatte Goa'da olacağım.
26/Mart/2003 39. gün ( GOA )
Erken bir vakitte, saat 5 gibi otobüsten indim, motorbisikletli bir otel simsarı ile sahile yakın bir
otele geldik, kadın fiyatı düşürmedi, başka bir otele gidip görevliyi kaldırdık, anlaşıp oda anahtarını
aldım, yorgunluktan hemen uyumuşum. Uyandım, palmiyalar arasında, yeşillikler içinde harika bir
otel. Otelin bahçesindeki restorand'da kahvaltı yapıp bir duş alıp sahile doğru yürümeye başladım,
yaklaşık 500 metre sonra okyanusla karşı karşıya kaldım, bembeyaz uzun bir sahil ve palmiye
ağaçları, üzerimi çıkartıp kendimi kumların üzerine attım. Deniz acayip sıcak, zaten burada sezon
bitmiş yani sıcak mevsim başlamak üzere, bizdekinin tam tersi.
Bir restorandın kumsaldaki şemsiye altındaki şezlonguna oturdum birde büyük bir bira söyledim,
ne iyi geldi be.

Bu bölge yakın zamana kadar Portekiz sömürgesi altındaymış, gece otele gelirken bir kaç kilise
gördüm, yani Hıristiyan halk çoğunlukta, Hindu halkından sonra 2'ci çoğul halk Müslümanlar ve
dünyanın ikinci kalabalık Müslüman halkı burada yaşamakta, ücüncü halk Hıristiyanlar.
Uzun kumsalda 1 saate yakın yürüdüm, o kadar uzunki yürümekle bitmez.

Otele dönüp biraz dinlenip güneşin batışı için tekrar sahile geldim, kumsalda tahta bir masaya
oturup büyük bir bira söyledim, herkes sahilde ve güneş okyanusta kayboldu.
Burada 4 gün kalmayı düşünüyorum, bu sahili çok sevdim ve uzun bir maratondan sonra tüm
yorgunluğumu burada bırakmak istiyorum.
Otelin bahçesinde bir süre oturduktan sonra markete alışverişe gittim.
27/Mart/2003 40. gün ( GOA )
Sabah 10'na kadar yatak keyfi yaptım. Marketten aldığım karper peynir, reçel ve beyaz ekmekle
karnımı doyurdum, birde 3-4 gündür bisküvi yemekteyim yani yemekle pek aram yok, vitamin haplarına
ağırlık verdim.
Öğlene doğru sahile indim ve dünkü aynı yere geldim. 1 büyük bira söyleyip sahilin tadını çıkarmaya
başladım. Koca, koca dalgalarla uzun bir süre boğuştum. Fazla turist yok ve olanlarda çoğunlukla orta
yaşlarda. Bu bölgede bir çok sahil var ben Benalum sahilindeyim, yarın belki Colva plajına gideceğim.
Güneşin batışını izleyip otele döndüm, bahçedeki televizyonda savaş haberleri var, bir kaç turist
merakla ve dikkatlice dinlemekteler bende anlayabildiğim kadar biraz izledim, ara sıra Türkiye'yi
göstermekte, çarşıdaki internet cafede okuduğum Türk sitelerinde Meclis kararı halen çıkmamış ,yani
üsler için, bu güzel.
28/Mart/2003 41. gün ( GOA )
Hindistan'ın gürültülü, kalabalık ve pis ortamından sonra burası sanki apayrı bir yer, sakin, yeşillikler
arasında sanki bir cennet ve bende bayağı bir dinlendim. Yarın için Bombay'a bilet almayı düşünüyorum
yani Bombay son gezeceğim şehir olacak ve çok merak ediyorum, dönüş yolculuğunda mümkün olduğunca
çok az yatak molası vermeyi düşünüyorum, eğer başarabilsem non stop dönmeyi planlıyorum, o güçü şu an
kendimde görebiliyorum.
Yaklaşık 2 saatlik bir yürüyüşten sonra Colva plajına gelip bir barda mola verdim, burası da harika
ve daha kalabalık, 2 bira içip kendimi dalgalara bıraktım.
Benalum plajına dönüp güneş batana kadar oturdum, otele dönüp şekerli domates çorbası ve köfte
yiyip odaya çekildim. Yarın son günüm ve Bombay'a hareket
29/Mart/2003 42. gün ( BOMBAY'A YOLCULUK )
Odayı teslim edip otobüs kalkış yerine geldim, daha vakit var çantayı bagaja teslim edip Goa'nın merkezi
Panaj'i dolmuşuna binip yarım saatlik bir yolculuktan sonra merkeze geldim, iner inmez bilet aldığım otobüs
şirketinin ofisini gördüm aklıma gelen tekrar geri dönmeyip buradan otobüse binmek, nasıl olsa otobüs
buradan geçecek, ofise girip desk arkasındaki adama durumu anlattım oda telefon edip karşı tarafla konuşup
bana buluşma için bir saat verdi. Şehir nehir kenarında kurulu küçük bir yer, nehir boyu yürüp ara sokakları
gezdim, yolda gelirken uzaktan da olsa sanırım Vasco' da Gama burnunu gördüm.

Otobüs firmasına gidip adamın gösterdiği karşı köşede beklemeye başladım. Adam saat 3 gibi gelir
demişti, yarım saat oldu yok 1 saat oldu otobüs yok, gerçi şimdiye kadar hiç tam zamanında kalkmadılar,
ama otobüsün içinde değilim ve paniklemeye başladım, hani otobüs şoförü veya yetkililer, siktir et ibneyi gelir
bizi Bombay'da bulur çantayı alır demesinler, biraz terlemiş halde ofise girdim konuştuğum adam orada yok,
kızlara derdimi anlatmaya çalışıyorum, onlarında başı kalabalık, bana karşıyı işaret ediyorlar, ulan ne bok yedim
dönsene geri bunların ne halt yiyecekleri belli olmaz, tekrar köşeye döndüm, benden terler boşalıyor,
gözüm karşıdan gelen otobüslerde, neredeyse önlerine atlayacağım ve otobüsünde nasıl bir şey olduğunu
hatırlamıyorum, saat 04:45 gibi bir otobüs durdu, herif beni tanıdı ve çağırdı, lanet olsun be.
Gece 01:00 gibi mola yerindeki telefon bürosundan ilk defa evi aradım, annem açtı, babamla, Necip'le,
Yasemin'le ve azda olsa Oziy'le görüştüm, içim acayip rahatladı.
30/Mart/2003 43. gün ( BOMBAY )
Sabah güneş doğmadan otobüs Cross meydanında indirdi, elimdeki şehir haritasından oteller bölgesi
Colaba'nın neresindeyim buldum, bir taksiye binip beni en ucuz otele götürmesini söyledim, ilk otel geceliği
10 $ , ikincisinde 7 $ anlaştım, otellerin pahalı olduğunu biliyordum ama bu fiyat pahalı oldu.
Oda acayip küçük hanın bir katını küçük, küçük bölüp oda haline getirmişler.
2 saate yakın uyuyup dışarı çıktım, otel Meşhur Hindistan kapısının 500 metre yakınında ve ünlü
cadde Causeway'a yürüyerek 10 dakika. Hindistan kapısının olduğu yere yürümeye başladım, köpeğini
gezdirenler, yerde duvar dibinde yatanlar, çay tezgahını kuranlar ve tam karşımda Bombay'ın en ünlü
oteli Taj otel.
Kapı anıtının orada bir duvara oturup etrafı izlemeye başladım, şehir uyanmakta. Hindistana karadan
ve havadan ulaşım imkanı yokken gemiler buraya yani bu kapını olduğu yere yanaşırlarmış.
Kraliçe Elizabet'in şehri ziyareti anısına bu görkemli yapıt yapılmış.

Bir aksilik olmaması için tren biletimi şimdiden almak üzere istasyona doğru yürümeye başladım,
köprü altlarında ve sokaklarda yatan halk çeşme başlarında sabah temizliklerini yapıyor.
Bir pasta hane bulup yaş ve kuru pastalarla karnımı doyurup istasyondan biletimi aldım, rezervasyondaki
kız bir şeyler anlatmaya çalıştı ama anlamadım.

Tekrar kapını oraya gelip fil adasına tekne bileti aldım. Adada büyük bir mağara içerisinde heykeller
bulunmaktaymış.1 saat gibi yolculudan sonra adaya vardık, giriş 5 $ pahalı geldi girmedim, oturup birşeyler
yiyip içip geri döndüm. Colaba'nın ünlü Causeway caddesine geldim bolca turist bir aşağı bir yukarı sokak
satıcıları ve mağazaları gezmekte, bende tüm caddeyi gezip otelin sokağına saptım, burası Müslümanların
bol olduğu yer, mağazaların isimleri ve tabelalar Arapça yazılı ve birde tavuk döner yazan bir büfe, döner
takılı değil.

Güneş batmaya yakın serinlik çökünce tekrar caddeye ineceğim, hava acayip bunaltıcı.
Biraz dinlenip Bombay'ın o güzel kordon boyuna geldim, güneş batmak üzere ve kordon acayip kalabalık
duvar üstünde oturacak yer yok gibi, etraf bol cana seyyar satıcı ile dolu ve halk daha düzgün görünümlü.
Güneşin batışı izleyip ara caddelerden geçerek Causeway caddesine geldim, acayip kalabalık bolca
turist var ve neredeyse tek sıra halinde bir aşağıya bir yukarı yürüyorlar, bu arada sık, sık uyuşturucu
satanlar yanıma yaklaşıp teklif yapıyorlar.

Otele dönüş yolunda kaldırım üzerinde şiş kebap yapan bir tezgah, şaşırdım ve hemen tezgahın yanına
gittim, fiyat ucuz 2 tane yaptırıp yemeğe başladım, bu arada sokaktaki barlara iyi marka arabalarla gençler
gelmekte yani ortam İstanbul'daki istiklal caddesi gibi ve sanırım geç vakitte bardan çıkanlar bu şiş kebapla
karınlarını doyurmakta, bizde az yapmadık, ne benzerlik.
Bombay hareketli, hızlı, kalabalık ve kaliteli bir şehir.
31/Mart/2003 44. gün ( BOMBAY )
Sabah geç kalktım. sokakta bir Thali yedim, 2 bardak da meyve suyu içip rastgele 2 katlı bir şehir içi
otobüsünün ikici katının en ön tarafına oturdum, şehri böyle gezmek en kolayı yani gidecek belirli bir yer
yoksa, son durakta indim, semt fakir bir semt yani Bombay'ın biraz dışarısı. Sokaklarda gezinip bir
pastahanede bir şeyler yiyip kordonun sonundaki Malabar tepelerine gitmek için otobüse bindim.
Son durakta inip yokuş yukarı yürüyerek Nehru parkı ve Firuz Şah parkına geldim, tepeden Bombay'ı
izleyip bir bankın üzerine uzandım. 3 maymunlu bir adam geldi ve başladı maymunlarla gösteri yapmaya,
para verip resim çektirenler var bende maymunu sırtıma alıp resim çektirdim, böylece bir maymunla
bu kadar samimi oldum.

Kordona dönüp caddeleri gezerek, en hoşuma giden Victorya merkez garı oldu, çok şahane
bir yapı, şehirde bu benzer harika yapılar var ve sanırım çoğu İngiliz sömürge zamanından kalma.
Geniş bir pakta öbek öbek kriket maçı yapanlar var ama asıl ilgiyi Afrika ırkından siyahların yaptığı
futbol maçı görmekte, buralarda futbol çok bilinen bir spor dalı değil.
Causeway caddesi üzerindeki Bombay'ın en eski restorandlarıdan Leopald'a girip bira molası verdim.
Kafam biraz iyi halde kapını oraya gelip duvar üstünde uzun süre oturdum.
01/Nisan/2003 45. gün ( BOMBAY / ARMİSTAR TRENİ )
Bugün 1 Nisan memleketime bahar gelmiştir.
Öğlene kadar odada, eşyaları çantama yerleştirip biraz zaman geçirdikten sonra dışarı çıktım.
Bir otobüse bindim ve otobüs tesadüfen Bombay'ın en eski camisi Cuma mescidin oraya geldi, Müslüman
olduğumu söyleyip camiye girdim,avluda geniş bir havuz ve içerisinde balıklar, mimari güzel ve olduğı gibi
beyaz taşlardan yapılma, camiden çıkıp biraz ileride bir tapınağa geldim, fakat içeri gimek imkansız acayip
kalabalık, çarşı içerisinde dolanıp hayvanat bahçesi ve hemen yanındaki Albert müzesine geldim.
Önce hayvanat bahçesine girdim, sıcaktan hayvanlar mayışmış bir köşede yatıyorlar. Müzeyi gezip
bahçesinde 1 saat oturdum.

Çantayı alıp istasyona geldim, harekete 3 saat var oturup milleti izlemeye koyuldum, bu sırada yanıma
bir Hint'li oturup benle konuşmaya başladı, o kendi dilinde bana birşeyler anlatıyor bende ona Tükçe
anlatıyorum, bir ara kendi biletini gösterip benim bilete bakmak istediğini söyledi bende bileti ona gösterdim,
bana telaşlı, telaşlı bir şeyler söyleyip kalkıp gitmeye başladı, bana da kalkıp gelmemi işaret ediyor, beni
danışmanın oraya götürüp adama bir şeyler söylemeye başladı, adamda dönüp bana anlattı, ulan bileti
aldık dan sonra doğru dürüst bakmamışım yer numaram var ama yatak için yedekmişim bileti alırken
kız bana bunu anlatmaya çalışıyormuş , hadi bakalım yol 2 gece, yataksız nede güzel geçer. Adam bana
tren hareket etmeden önce asılacak listeyi kontrol dedi. Merakla listeyi beklemeye başladık, liste geldi
benden önce Hintli genç fırladı, almışız yatağı, Hint'li gence teşekkür edip bir içecek ısmarladım.
2 gece trendeyim ve kalabalık bir öğrenci grubunun içine düştüm bayağı gürültü yapıp sesli, sesli
konuşuyorlar inşallah erken inerler.
02/Nisan/2003 46. gün ( BOMBAY / ARMİSTAR TRENİ )
Tam tamına 1900 km yolculuk yapacağım, en uzun yolculuğum bu olacak ve tüm gezi tahmini 20 bin km
tutuyor.
Tren gene neşeli ve kalabalık bu son trenim, keyfini çıkarıyorum, bol bol satıcılardan yiyecek içecek
alıyorum, yatağım en üstte, yatarak, uzanarak yolu bitireceğim. İçimde birazda burukluk var nasılda
alışmıştım, yarın sabah erkenden sınırda olup ve bu güzel ülkeye veda edeceğim.
03/Nisan/2003 47. gün ( SINIR/ LAHOR )
Saat 8 gibi sınıra ulaştım, sınır henüz açık değil defterimi çıkartıp bunları yazmaya başladım.
Sınıra gelirken minibüste gözlerim doldu ve birazdan bu ülkeden çıkacağım, sanki bu hüznü
havada anlamış gibi kapalı ve serin.

Çıkış işlemlerini yapıp Pakistan tarafına geçerken, arkamı dönüp uzun uzun son kez baktım.
Öğlen civarı Lahora geldim, hemen Qeutta için otobüs bileti alıp şehri gezmeye çıkdım. Büyük
bir cami ve meydana gidip uzun bir kuleye çıktım, Lohar' da oldukça pis ve düzensiz bir şehir.
Otobüsün yanına döndüm, alt aksanların hepsini sökmüşler koca bir tamirat var yani bu otobüs
birazdan yola çıkmayacak gibi, merakla seyrettim. Tamiratta bitti ve kaptanın kapı önünde durup
binenlerin sırtını sıvazlamasıyla otobüse bindik, tekbirler eşliğinde otobüs hareket etti, uzun sıkıntılı
yolculuk başladı.
Molada çok lezzetli bir patlıcan musakka yedim, özlemişim.
04/Nisan/2003 48. gün ( QEUTTA/ TAFTAN )
Otobüsten inip kılı kılına son Taftan otobüsüne yetişdim. Otobüsün içi bir karış yine toz ve pislik
gece yerlere yatakları serip bir güzel uyudular, benimde canım çekmedi değil, bu yolda dördüncü
gecem daha 3 gece yolculuğum daha var.
Aklım Hindistan'da uyumuşum.
05/Nisan/2003 49. gün ( TAFTAN SINIRI / ZAHEDAN )
Çölde güneş doğdu ve sabah vakti köye ulaştık. Tuvalet faciasını yaşadığım motel gibi yere
geldim. Çeşmenin orada bir güzel kafayı ve ayaklarımı yıkadım, içeride 4 tanede Japon var
onlarda İran'ı gezip Türkiye'ye gireceklermiş, onlara biraz bilgi ve çantamdaki Türkiye haritasını
verdim ve sınıra doğru yürümeye başladım. Pakistan sınırını çıkıp İran'a giriş yaptım ve hemen
Tahran'a bilet almak için otogara gittim.

Savaştan dolayı olsa sık sık durdurulup kimlik ve çanta kontrolünden geçiyoruz. Özellikle
Pakistan'lılar daha sıkı aranıyor ve göze çarpan belirli yerlerde uçak savarcıların olması.
Yolda kayıt için bir yerde durduk Trabzon plakalı bir tır, yanlarına gittim iki kişiler, çay
içiyorlar bana bir memleket çayı ikram ettiler, Hindistan'a gidip geldiğimi söyledim, "sen kafayımu
yedun" dediler.
06/Nisan/2003 50. gün ( TAHRAN/ MAKO )
Tahran'ın doğu garajında inip Mako için diğer otogara gittim. Lavaş ekmek peynirle karnımı
doyurup otogarın bahçesindeki çimenlere uzandım, oturmaktan kıçım kemikleri sızlıyor ama pes
etmek yok 2 gece yolculuğum kaldı.
07/Nisan/2003 51. gün ( MAKO / AĞRI )
Hemen bir taksiye binip İran- Türkiye sınırına geldim, sınır karakol girişindeki odada askerden
izin alıp üzerimdeki eskileri çıkartıp attım, resmen kokmaya başladım, İstanbul'a 1 gecem kaldı
ama acayip yoruldum, özellikle ayaklarım davul gibi ve sızlıyor.
Sınırı geçtim ve Türkiye'deyim, başardım ve acayip duygular içindeyim, 51 gün önceki yere
döndüm ama hala rüyada gibiyim.

Doğubeyazıt' da gelip İstanbul'a bilet aldım ve hemen bir pasta haneye girip haberleri izlemeye
başladım, Saddam Bağdatı teslim etmiş, yani Bağdat düşmüş Amerikan askerleri şehri almışlar
birde alt yazı geçiyor, Uzakdoğu'da sars paniği, ulan bu ne demek, biraz sonra bir ölümcül hastalık
olduğunu öğrendim, iyi yırtmışız. Koca bir kahvaltı yapıp Faruk'a telefon ettim, yarın sabah
İstanbul'dayım.

Hava serin otobüs hareket etti, 4 tane Çinli genç çocuk,molada sohbet ettik İstanbul'a çalışmaya
gidiyorlarmış çok da sefil gözüküyorlar, yemekleri ben ısmarladım, Çin pasaportları var ama sanırım
Uygur bölgesindenler, fazla bir şey söylemiyorlar.
Gece geç vakitte kadar geçtiğimiz yerleri izledim ve malo da bol acılı bir mercimek çorbası içtim.

07/Nisan/2003 51. gün ( İSTANBUL )
Evdekilere telefon etmedim, babam beni görünce şaşırdı, insan bir aramazmı, hemen eve gittim
Ozan bizde anneme ses etmemesini söyledim ve odaya girdim beni gördü ve uzun bir süre yüzüme baktı
sinirleri hala geçmemiş.
Yaşamım boyunca kalbim hep Hint halkının ve Hindistan'ın yanında olacak, teşekkür ediyorum.




Necmi Toraman / 2003
http://www.necmitoraman.com
gezi günlüğünden.
 
Yerdeki  yaprağı  gemi  zanneden  karınca  bağırdı  
"  Yola  çıkıyoruz  belki  dönmeyiz ! "










 


Yorum Gönder Blogger

DİKKAT!
İfadeler şekiller, jpg, gif, png,bmp formatlarında resim, foto, video, müzik ekliyebilirsiniz.Resim eklemek için-- [img] resim linki [/img] // Müzik eklemek için :-- [nct]Müzik linki [/nct] Youtube Video ekleme:-- [youtube] Youtube Video Link [/youtube] Link kapanış kutucukların arasına boşluk bırakın
***KÜFÜR HAKARET İÇEREN YORUMLAR SİLİNECEKTİR***
Gülen ifade eklemek için işaretleri kullanın
:) (: :)) :(( =)) =D> :D :P :-O :-? :-SS :-t [-( @-) b-(

 
Top