2
Başımıza Gelenler Kitabının Özeti -1
TAKDİM
Karınca kararınca, sadeleştirmeğe uğraşıp nazarı dikkat ve ibretlerinize sunduğum, (Başımıza Gelenler)adlı şu kitabı Kahire'de, kaldırımlar üzerinde, Mısırlı bir Kıptî'nin ayak ucunda, beş kuruşa satılırken buldum. Başım döndü, birhoş oldum. Kitap değil, bir Türk büyüğüydü, Mehmet Arif Beydi yerde garip ve perişan sürünen. Hemen aldım. Hayır, sarıldım ve yurduna getirdim. Hem müellifi Mehmet Arif Beyi rahmetle anmak, hem bu kitabın sadeleştirilerek neşredilmesini benden ısrarla isteyen ve fakat, yayınlandığını göremeden bir
kaç ay önce vefât eden merhum babam Müftü Mustafa Yazarın vasiyetini yerine getirmek, hem de emâneti, sahibi olan Müslüman Türk Gençliğine aktarıp devretmek için çabaladım. O Türk nesli ki, bugün ne Fâtih, ne Süleymâniye kütüphanelerine girip elli yıl öncesine âid bir kitabı, ne de Çanakkale'de şehid düşen dedesinden kalan son mektubu okuyabilir. O Türk nesli ki, köksüz ve öksüz, kendi tarihinin sırtında eğreti bir yosun gibi durmaktadır bugün. Kitap, yüz yıl öncesinin. Fakat, her dem tâze; sanki bugünün. Çünkü, o gün bugün, aym fasid dairenin içinde, aynı dertle mübtelâ ve şaşkın, milletçe dönmekteyiz bugün de. Hâlâ Anavasa kavgası değil mi ortada sürüp giden?!...
Hâlâ rüşvetten, çalman, pay edilen millî menfaattan bîzâr ve şikâyetçi değil rai millet? Değişen ne var dâirei resmiyette?!...
Hâlâ yârân, hâlâ yağcılar değil mi dem sürüp şâdmân olan evci felekte?...
Hâlâ ırk, mezhep ayrılık ve kavgaları değil mi Dinimizi, Devletimizi ve millî bünyemizi diş diş, kızıl bir
kurt gibi kemiren?!...
Sürünen kim, hakkı yenmiş, boynu bükük ortalıkta?
Evlâdı vatan değil inidir, dünkü çöle ve Yemene zıd, bugün Almanyalar da, Ankara'da...kendi yurdunda, ga-
rip ve gurbette olan?..
Neyse...sözü uzatmak da iyi değil. İyisi biz, dilimizi yutup, (Başımıza Gelenlerin yazan Mehmet Arif Beyin hayat ve kimliğine dönelim.

 Yazar hakkında bilgiyi buraya koymamızın nedeni, okuyacaklarınızla hayretlere düşecek, yok daha neler, bu kadarda olurmu diyeceğinizi şimdiden hissetmekteyim. Onun için yazar hakkındaki geniş bilgiyi buraya koymayı uygun buldum. Şimdiki yazarlar gibi sıcak odalarında bilgisayar başında oturduğu yerden keyifle yazılan bir takım milletlere yaranıp bazı ödüller almanın peşinde olmayan kelle koltukta yazılmış bir kitap olduğunu anlamanız içindir. Top seslerinin, kurşun seslerinin, çığlıkların, feryatların içinde, soğuk, açlık ve şehit olan askerlerimizin içinde bizzat cephede yazılmış bir kitap. İşte size bir Türk Osmanlı memuru ve askerinin yazdığı gerçek tarih. 
 YAZAR HAKKINDA BİLGİ

MÜELLİFİN HAYATI
Mehmet Arif Beyin babası, Şarki Karahisarlı Avutmuşoğullarindan Hacı Osman oğlu, Erzurum kalası topçu Miralayı (Albayı) Hacı Ömer Beydir, Hicrî 1261senesi Rabi'ul-evvel ayının yirmisinde, (Milâdî 1845 yılının 28 Martında ) perşembe günü Erzurum'da doğdu.1861 yılına kadar Erzurum'da medrese tahsiline devamla ikmâl edip; 17 yaşında, merkezi Erzurum'da bulunan Dördüncü Ordu Meclisi Tahrirât Odasına mülâzemetle (stajyer olarak) ilk resmî vazifesine başladı. Bir yıl sonra, ordu merkezi Erzincan'a nakledilince, erzurum vilâyeti tahrirât odasında vazife aldı.1865 yılında, Erzurum vilâyeti Temyiz Meclisi Hukuk Başkâtipliğine; 1866'da Deâvî Meclisi Başkâtipliğine; 1867'de aynı meclisin mustantikliğine (sorgu hakimliği); 1869 da Erzurum Temyiz Divânı Başkâtipliğine; 1877 yılında ise, 1293 tarihine izâfetle (93 Moskof Harbi) diye anılan meşhur Rus harbinde Anadolu Orduları Başkumandanlığına getirilen Müşir Ahmet Muhtar Paşanın özel kâtipliğine tayin oldu. Harbin sonuna değin Paşa ile birlikte, cereyan eden savaşlarda bulundu meydân meydân gezdi, gördü, savaşları bizzat yaşadı teneffüs etti.1877 yılının Aralık ayı sonlarına doğru İstanbul'a
çağrılan Ahmet Muhtar Paşa ile birlikte gitti. Ve yine O' nunla birlikte 1878 yılı başlarında Trakya'da, Çatal-
ca ordusunda bulundu. Savaş sona erip, barış andlaşması imzâlanmca, hem uhdesinde bulunan Erzurum Temyiz Divânı Başkâtipliğinden, hem de Ahmet Muhtar Paşa nın özel kâtipliğinden çekildi. Bir müddet sonra, Girid isyanını bastırmakla görevlendirilen Gâzî ahmet Muhtar Paşa'nın yanında Girid Tahrir Heyeti Başkâtipliğine tâyin olunarak birlikte gitti.Aynı yıl, Girid isyanına son veren Halpa andlaşmasımn imzâsı ile, tekrar İstanbul'a, Adliye Bakanlığındaki aslî vazifesine döndü.1880 yılında Adliye encümeni (komisyonu)
Başkâtipliğine; 1881'de İstanbul Bidâyet Mahkemesi Müdde-i Umumîliğine; 1885'de Kastamonu Adliye Müfettişliğine getirildiyse de, aynı yıl, Osmanlı Devleti Fevkalâde Konserliği ile Mısır'a tâyin olunan Gâzi
A.Muhtar Paşanın mâiyetinde, Başkâtiplik görevi ile Kahire ye gîtti.

Aşağıdaki pdf' den kitabı okuyabilirsiniz. Buraya kitabın tamamı konmamıştır. Burdaki amacımız kitap hakkında, içeriği hakkında bilgi vermektir. Kitabın kendisini alarak okumanızı tavsiye ederim. Bu kitabın değeri aslında para ile biçilemez bana göre çok değerli bir kitap herkesin bilmesi göz atması için eklenmiştir.



XXBaşımıza_GelenlerXX


İÇİNDEKİLER
Konu                                                                             Sâhife No:
Takdim..............................................................................    23
Müellifin Hayatı  ..................................................................  24
O günkü Askerî Rütbe ve Makamlar ..................................   27
O günkü Mülkî ve îdârî Taksimat ........................................   28
Müellifin Önsözü  ..............................................................    29
Harbe Nasıl Girdik  ............................................................  38
DURUM    .......................................................................... 53
Muhtar Paşa Geliyor ..........................................................   54
Erzurum'da Harp Hazırlığı  ..................................................  57
Rus Müteahhidlerinin Mallarına El Konuyor .......................... 60
Ordumuz Harekete Hazırlanıyor  .........................................  61
Düşman Saldırıyor ve Harp İlânını Bildiren Pâdişâh Fermanı    62
Doğubeyazıt'ın Durumu  ......................................................  66
Doğubeyazıt'ı Niçin Terk Ettik  ............................................  68
Rus Ordusu Kars Önünde  ..................................................  69
Muhtar Paşa Kars'ı Terk Ediyor .........................................   76
Müşavere Hakkında Birkaç Söz ………….............…………83
Hızar Geçidinin Tutulması ………………...............................87
Askerin Perişan Durumu .........................................................89
Hızar Boğazında Müthiş Bir Gece .......................................... 91
Düşmanın Silah ile Bizi Yoklaması ...........................................94
Şevket Paşaya Gitmek için Yola Çıkıyorum............................. 95
Askerimizin Hızarboğazına Yerleşmesi ....................................101
Hudut Boyu Halkının Durumu...............................................   103
Harp Öncesi Tertip Olunan Yardıma Askerler. .......................104
Yardıma Askerlerin Toplanamayış Sebepleri........................... 106
Eşkiyâdan Mihri Ali ve Tülü Mûsâ'nın Afları............................ 109
Mihri A1İ Kimdir................................................................... 110
Rusların Af îlânı ..................................................................... 113
Tülü Müsâ Kimdir.................................................................. 114
Ardahan'ın Durumu ...................................................................115
Yeri Gelmişken .....................................................................  116
Ardahan Düşüyor ................................................................... 119
Ardahan İstihkâmlarının Durumu ............................................120
Arhadan Savaşı ve istihkâmların Düşüşü .................................122
Askerde ve Halkta Bozgun Hâli  .............................................123
Bir Hadisi Şerif....................................................................... 125
Ardahandaki Kaybımız ..........................................................126
Ardahan Niçin Gitti ................................................................. 127
Kasap Hüseyin Paşa ve Arkadaşları .........................................128
Bâzı Daltaban Subaylar  ........................................................ 131
Haksız Subay Tâyinleri ...........................................................133
Subay Nasıl Olmalı .................................................................  136
Ordumuz Hünkâr Düzünde .......................................................137
Musâ Paşa ile Çerkez Suvârilerinin Ordumuza Katılması .......... 133
Ordumuzun Sol Kanadının Açık Kalması.............................…. 140
Sol Kanadı Takviye için Dede Beyin Arfanura Tâyini  ............   142
Çerkez Süvarilerimizin Benliahmette Bozulması.......................... 142
Çerkezlerin Bâzı Âdet ve Aülâb..................................................145
Ordunun Horunıdüzü'ne intikali....................................................149
Şeyh Ulbeydullah Efendinin Elli Bin Kürdü.......................................150
Miralay Hakkı Bey Penek'i Terkediyor............................................152
Oltu'nun Düşman Eline Düşmesi ve Şâhin Paşanın Durumu...............154
Oltu'nun Kurtarılması......................................................................156
Kars Muhasarasında Asker ve Halkın durumu Hüseyin Hâmi Paşanın Delilikleri...158
Toplarımızın Hasara Uğratılması..................................................163
Eleşkirt'teki Kuvvetlerimizin Durumu ..........................................164
Eleşkirt Kuvvetlerinin Verdiği Savaş ve Tatlıoğlu Mehmet Paşanın Şehâdeti.....165
Eleşkirt Fıkrasının tahkim ve Tanzimi.............167
Halyaz Muhârebesi .............................................169
Kırım Muhârebesi ile ilgili Bâzı Düşünceler.... 171
Halyaz Muhârebesinin Devâmı..........................172
Yaralılarımızla ilgili Birkaç Söz.........................173
Halyaz'da Niçin Döğüştük..................................174
Horum Savaşma Hazırlık...................................175
Horum Savaşı Nasıl Başladı...............................180
Cephe ve Sağ kanadımız Ateşler içerisinde.......188
Birinci Hattı tebrike Gidiyorum.........................189
Horum Savaşı ve Bâzı Görüşler..........................191
Eleşkirt Fırkası ve Mustafa Câvit Paşanın Yüreksizliği.........194
Şeyh Hacı Fehmi Efendinin Güzel Hâtırası......200
Mola Yerinde Hâtırıma Gelenler........................202
Kars Müdâfasında Hâşim Paşanın Güzel Hâtırâsı...........208
Saray ve Serakerlik Makâmından Telgraflar.... 209
Kumandan ve Devlet adamlarının Seçilmesi üzerine Bâzı Görüşle..214
Doğubeyazıt Kışlasmdaki Rus Askerleri...........222
Bu Konudaki Hatâlarımız...................................225
General Kavkazof Kışladaki Askerlerini Kurtarıyor......226
Sonu Gelmeyen Hatâlarımız...............................228
Eleşkirt Fırkası ile Kavkazof Fırkası Arasında Mücâdele....229
General Der Kavkazof.........................................234
Kars ve Perişan Askerlerimizin İhtiyaçları.......235
Çerkez Süvârileriniıı Ahlâkî Durumu................240
Bir Süvari Savaşı.................................................242
Savaştan Sonra. ..................................................244
Süvarileri caiz Rusya İçerisinde...........................247
Yahniler Savaşı ve Sâhit Efendinin Güzel Hâtırası..........249
İki Taraf Orduları Arasında Kuvvet Karşılaştırması........251
İbret Alınacak Hal ve Dertler............................. 253
Kars ve Doğubeyazıt Kumandanlarının Üzücü Hareketleri Emir ve Kumanda Zinciri.255
Doğubeyazıt ve Batum Kumandanlarının Hareketsizliği.....256
Mihri Ali'nin Göle Tarafında Bir Savaşı............ 260
Alacadağ Ordugâhında Hafif Bir Savaş.,...........261
Savaş Hayvanlarıyla İlgili Görüşler...................263
Doğubeyazıt'taki Ordumuz Rus Sınırını Geçiyor......265
Moskof un Vatandaşlarımıza yaptığı Zulüm ve İşkenceler...266
Düşmanın Baş Vurduğu Hiyleler ve bir Savaş .. 271
Düşman Niçin Takip Edilemiyor........................276
Silahbaşı Borusu ve Düşündürdükleri...............278
Hacı Râşit Paşa Erzurum'a Gidiyor...................279
Gedikler Savaşma Hazırlık.................................280
Savaş Başladı.......................................................284
Pâdişâh İş Görenlerin Adları ve Rütbeleri.........294
Bakanlar Kurulundan tebrik Telgrafi................294
Cenevre Konferansı ve İnsan Haklan.................295
Eksikliklerimizle ilgili Birkaç Söz ......................299
Yine Mihri Ali Destânından................................306
Sadrâzamın Sulh ile ilgili Telgrafı.........................306
Bir Dokun, Bin Ah Dinle....................................308
Barışa Gidilmemekle Tutulan Yol ...................... 312
Bâzı Savaş Olayları............................................315
Kürtlerin Bizimle Olan İlişkileri........................317
Yine Ordumuzun ihtiyaçlarıyla İlgili Birkaç Söz...............318
Gedikler Savaşından Sonra ...............................320
Miralay Şâkir Beyin Bir Süvari Muhârebesi.....322
Göstermelik Bir Savaş.....................................325
Yahniler Savaşından Önce.................................328
yahniler Savaşı Baş'ıyor ....................................331
Düşman Ordumuzun Arkasını Alıyor................340
Ah Bizdeki Sorumsuzlu !....................................342
Bâzı Ahlâki Gerçekler........................................ 344
Savaşların Devamı .........................................347
Savaşın İkinci ve Üçüncü Günleri...................352
Bir Kahraman Anarken...................................... 354
Ordumuzun Alacadağa Çekilmesi............357
Bir Düşman Topu ve Başımıza Açtığı İş............... 361
Subaylarımızın Terfiileri İle ilgili Bir Kaç Söz........... 365
Büyük Yahni tepesi ni Almak için Yapılan Taarruz.........371
Düşman Tekrar Odugâhımızın Arkasını Alıyor.......... 373
Ordumuz Geri Çekiliyor.....................................375
Doğubeyazıt'tan Gelen Taburların Perişan Hâli......376
Alacadağ Savaşı ve Evliyatepesinin Düşmesi... 379
İkinci Bir Savaş Hattı Kuruyoruz...................... 382
İkine Savaş Hattında Tutunamıyoruz....................384
Kars'a Gelişim.....................................................385
Bozgun Askerimin Kars'a Doluşması............... . 386
Ordumuzun Bir Kısmı Teslim Oluyor................392
Muhtar Paşa Dokuz Taburla Kars'ı Terkediyor.........395
Anadolu Ordusunun Tâmiri................................399
Dokuz Taburla Girdiğimiz Bir Savaş.................401
Askerlikle ilgili Bir Sohbet.................................408
Başıbozuk Askerin Bâzı Münasebetsizlikleri ..... 413
İçimize Bir Casus Giriyor....................................414
İsmâil Paşa Ordusuyla Birleşiyoruz...................418
Köprüköyü'nde Kurulan Harp Meclisi...............421
Doğu Anadolu'daki İç Yarası..............................423
Köprüköyü'nden Çekilen Askerin Bozulması.... 425
Almanyalı Mösyö Ashmit ile bir Konuşma........431
Deveboynu Savaşı................................................"133
Verilen Askerî Nişanlar ve Bir Fıkra.................437
Bozgun Bir Subayın Alçaklığı.............................439
Yarbay Celâl Bey Yaralanıyor............................441
Erzurum istihkâmları Kapusunda Hâdiseler.... 443
Trabzon'dan Gelmesi beklenen Taburlar ve Nakliye Güçlükleri...450
Ruslar Bizim teslim Olmamızı istiyorlar...........456
Erzurum Halkının Temenniyâtı.........................458
Ordunun Hâli......................................................
Ahlâkımızla İlgili Birkaç Söz..............................464
Mezhep ve İtikatlar Konusunda Birkaç Söz......466
Rusların Topdağı istihkâmına Hücûmu............472
Aziziye Tabyası ve Türk Kadınları.....................474
Müslaman Türk Unutma!...................................477
Erzurum Vâlisi İzzet Paşa ve Şâirlikle İlgili Birkaç Söz.........478
Düşman Nasıl Bizim Kışlanın içine Girmişti.... 480
Bâzı Subay ve Kumandanların Askerlikten Kovulması.......483
Düşmanın Ulaşım ve ikmâl Yollarını Tehdit Etme Çareleri......491
Kars'ın durumu ve Kars Savunması ........................ 495
Kars Düşman Eline Düştü......................................... 303
Kars'ın işgali üzerine gelen İRADE-İ SENİYYE...........611
Erzurum'un Geleceği Konusunda Bir Meclis Toplantısı--616
Vazifeye Riâyet Konusunda Birkaç Soz-----520
Düşman Karstaki Hasta Askerlerimizi Salıverdi..........522
Tifüs Başgösterdi ------------------623
Doktorlarımızın Gayreti .........................625
Bayburt ve Erzincan'da teşkil Olunacak kuvvetle ilgili  Tedbirler.......629
Bayburt'taki Askerin Dağılması---------------631
Şeyh Ubeydullah Efendinin Hâli_______533
Düşman Erzurum'u Kuşatmak İstiyor..............................540
Ufacık Bir Süvari Muharebesi------------------540
Muhtar Paşa Istanbula Çağrılıyor------------542
Trobzon Kadınlarının Muhurpaşa Hakkındaki Düşünceleri ve Niyetleri.....544
Umûmi ahlakımızla ilgili  Birkaç Soz.................545
Kurt İsmail Paşanın Anadolu Ordusu Kumanlığına Tayini..................546
Deniz Kuvvetlerimize Ait Birkaç Soz................ 546
Muhtar Paşanın Başkumandanlıktan Aynlış Sebebi_____560
Sonra Ne Oldu__________________652
Ayastafanos Anlaşması.................................661
Mısırda Gördüklerim..................... 663
Mısır Valisi Mehmet Ali Paşanın Hâli ve Devlete karşı İsyân Sebebi..663
İsyânın Mânevi Sebepleri-------------------667
İsyan İçin Mehmet Ali'nin Uydurduğu Bahane 673
Nasıl Oldu da Devlet Yenildi......................675
Mehmet Ali ile Teşriki Mesâi Edenler Hakkın da Bir iki Söz....577
Mehmet Ali Byani ve Mısırlılar..........................578
Mehmet Ali'nin Çabası ve Aldığı Sonuç.............582
İbrahim Paşa........................................................585
Abbas Paşa ve îdâresi..........................................585
Tarihlere ne dereceye kadar Güvenilebilir................588
Saîd Paşa idaresi..................................................592
Saîd Paşanın İstiklal Dâvâsına Kalkması..........593
Süveyş Kanalı ve Açılmasının Sebebi.................594
Saîd Paşanın Düştüğü Hüsran...........................598
Ismâil Paşa Devri ve Îdâresi...............................600
İsmali Paşa ve İcratı hakkında birkaç Söz.........606
İsmâil Paşa Mısır'ı nasıl Batırdı.........................608
Süveyş Kanalının Açılış Merasimi......................610
Kanalla ilgili Bâzı Görüşler.....................................613
Kanalda Kâr ve Zararımız...................................617
Ismâil Paşanın Yaptıkları...................................619
Mısır Mâliye Bakanı Ismâil Sıddîk Paşanın
Hâli Yahut Dramı................................................626
İsmâil Sıddık Paşanın Sonu................................630
Hidiv Ismâil Paşa Osmanlı Devletine ve Türk
Milletine Karşı Nasıl Davrandı...........................634
Bir Söz ki........................................................ 639
Sadrazam Alî Paşanın Güzel Hâtırası................640
Hidiv Ismâil Paşanın ve Mısır'ın Sonu...............642
İngilizlerin Mısırdaki Tutumu Karşısında Hidiv ve Hükümetinin Davranışı..645
Mısır'ın idâri durumu..........................................650
Hidiv Tevfik Paşa ile Aramızda Geçen bir Konuşma......652
Mısır'ın Başına Gelen Belâlar ve Halkın Durumu.....66l
Bir Fıkra veya Bir Ders.......................................664
Üzüntüm...............................................................665


Zannederim, biz de tevâzû olsun diye, zillet; merhamet olsun diye, pısırıklık göstermek, kişinin edep ve terbiyesine delil sayıldığı için, birbirimize bakarak iş adamı sandıgımız bu zincirsiz arslanlar karşısında küçüle küçüle, kendimize olan güveni yitire yitire öyle bir hâle gelmişiz ki değil tarihimizi unutmak, fakat neredeyse hayatımız demek olan biçâre dilimizi de yutarak büsbütün yok olup gideceğiz. (Mehmet Arif bey)

Müşir Ahmet Muhtar Paşa


Kitaptan bazı başlıklar ve özetler

HARBE NASIL GİRDİK? 

Balkanlarda Pan-slavizm siyâseti ile Rusya patronluğunda çevirmek istediği dolabın ilk
oyunu olarak taarruz ve tecaâvüzle görevli Karadağ'ın herkesçe bilinen âsî eşkiyâsı, mahallî hükümet aleyhi-
ne ayaklandı, ve iki üç sene sonra imzalanan Ayestefanos anlaşması ile söndürülen isyân ateşini yaktı.
Osmanlı devleti, Bosna-Hersek isyanlarım bastırmak için ordular tertip ve sevk eder, eşkiyâ muhârebe-
leri ile uğraşırken, Karadağ Prensliği resmen harp ilân ederek hududa tecâvüz etti.Ona karşı askerî tedbirler
alınırken, Sırbistan Prensliği de hududu geçerek itaat ve bağlılık ipini kopardı. Bunun için de ordular, fırka-
lar sevk olundu. Yedekler silâh altına alındı. Çok geçmeden, çobanlık ve çiftçilikten başka hiçbir işle uğraş-
mayan Bulgarlar dahi, Pan-Slavizm düşmanlık karargâhından verilen bir emirle isyân ediverdi. Bunların
aa terbiye ve tecziyeleri için, gerekli askerî tedbirlere baş vuruldu.Velhasıl Rumeli eyâletlerimizin hemen tü-
mü kan ve ateş içerisinde kaldı. Allah'ın yardımıyla hepsinin üstesinden gelinip tam işlerin bitirileceği sı-
rada, yüzünden maskesini atan Rusya bütün vahşet ve şirretliğiyle ortaya cıktı.Ve işte o zaman, îslâmın uğra-
dığı belâ da katmerlendi. Karadağ nasıl isyân etti, oradaki savaşlarda neler oldu, askerimiz nasıl ğâlip ve niçin mağlup oldu? Sırbistan'da cereyan eden savaşlarda neler oldu ordularımızın taarruz hareketlerinde his olunan ağırlığın sebepleri nelerdi? Bulgarlarla niçin, nerelerde, nasıl döğüştük?.. Bunları, o bölgelerde bulunup hâdiseleri bizzat yaşamış, veya gerçek durumu en emîn bir şekilde tesbıtle anlamış olan kalem sahiplerine terk ederek, ben yalnız Anadolu cihetinin durumunu anlatacağım ki bunlarında çoğu gözümle gördüğüm ve vazifem îcâbı elimle yazdığım şeylerin muhassalasıdır.
***
O sıralarda ise, merhum Sultan Abdülaziz hazretleri henüz tahttan indirilmiş, istibdat idaresine son verildiği sevnciyle herkese bir yenilik fikri gelerek, Osmanlı devletinin cidden bir hukuk devleti olduğu; Osmanlı milletininse, gerçekten parlementer bir sismetle idare olunacağıra, bir görüş hatası olarak, kanaat ve itimat hasıl olmuştu. 
Sadaret makamında bulunan Midhat Paşa'nın hılkın arzusuna uymakta olduğu zannediliyor idiysede, aslında herkes Mithat Paşada'da mevcut olan hürriyet şevk ve heyecanın arkasına düşmüş, bir hayühengam içerisinde yenilik sevdası ile geleceğin karanlıklarına doğru akıp gidiyordu.
***
İşte çoğu, bu şekilde sevinme ve gurur hastalığı ile mâlûl, hayâl ile sermest ve sarhoş olan kimselerden te-
şekkül ecfip toplanan müşâvere meclislerinde; (Konferansın teklifleri kabul olunamaz! Devlet yaşarken canlı
bir uzvu kesilemez. Nemiz varsa hepsini vatanın muhafaza ve müdâfaası için fedâya hazırız!. Bütün vatan evlâdı, o müşfik ana uğrunda terki cân etmeyi, cana minnet bilir gibi parlak, mesnetsiz, hedefsiz, yaldızlı cümleler ve Türkçesi beylik laflarla atılan palavralar, milletin kısa görüşlülerini avunduracak kadar çekici ve yeter görünüyordu.
Hattâ bir aralık eski Hicâz valisi, merhum Hâlet Paşa gibi olgun düşünceli, uzağı görür, tecrübe sahihlerinin ağzından: (Bunun neticede bir Rus harbini doğuracağında şûple yoktur. Kendimizi telâşa ve hamâsî hislere kaptırmasak da, Konferansın tekliflerini itinâ ile nazarı dikkate alıp, bir uzlaşma noktası bulmağa
çalışsak, Devlet ve Milletimizin selâmeti için daha uysun hareket edilmiş olur.) yollu bin türlü ihtiyat ile çıkan sözler, toplantıda bulunan vatanperverler (!) tarafından görülmemiş bir hiddet ve şiddetle red ve tenkid
edildi. O zaman Borsa Komseri olan Abidin Bey, (Vatanperver millet evlatlarını te'yid için şehitlerimizin ruhları şimdi üzerimizde ve meclisimizdedir.Onlardan utanalım da fethetmiş oldukları memleketlerin Devlete olan bağını zayıflatacak, milletin himmet ve gayretini kıracak sözleri ağza almayalım ve dinlemeyelim!) diyerek Hâlet Paşanın dilini boğazına tıkamıştı. (Dayanacak malî gücümüz yoktur, ne yapalım?) diyen akıl ve düşünce sahiplerine karşı da: (Allha şükür nakdimiz yoksa da, şu kadar milyonluk kâğıt paramız vardır. Gerekirse, o kâğıt parayı biraz daha basarız!) misilli görüşler ortaya atmış, hattâ Devlet Şûrası âzâlarından Rıfat Paşazâde Rauf Beyefendi de (Bütün servet ve varlığımızı fedâ eder, ispermeçet mumu yakacağımıza kırmızı dipli yağ mumu yakar, Allah'ın yardım ile düşmanlarımıza karşı müdafaa ederiz.) gibi acayip sözlerle heyecan ve reylerin çoğunu kendi tarafına çekmişti. İlerde görüleceği üzre, girilen Rusya harbinde bu paşalar ve beyler kendi konaklarının eskiden olduğu gibi, muhteşem avizelerle donatılmış huzur salonlarında rahat ederken, felâketler içerisinde kalıp kırmızı dipli mumla dertlerine yanan yine bu millet olmuştur.

YİYECEK MESELESİ 
Erzurum Vâlisi ve Dördüncü Ordu Müşiri Sâmih Paşanın müsâdesiyle Moskof Ordusuna yiyecek temin
eden Rus askerî müteahhitleri, bereketiyle meşhur Kars ve çevresinin mahsullerini halktan satın alarak hududun diğer tarafına, Rus ordugâhına taşımakla meşguller. Bizim muhtaç olduğumuz yiyecek maddelerinin o tarafa verilmesi, tedbir ve ihtiyata uyan bir hareket değildi. Çok kötü sonuçlar doğuracağı da muhakkaktı.
Sâmih Paşaya tutumunun yanlış olduğu defalarca hatırlatıldı fakat söz anlatılamadı. Daha sonra Samih Paşa Erzurum Valiliğinden ve Ordu Müşirliğinden alınıp Girid Valiliğine tayin edildi.

RUS ORDUSU KARS ÖNÜNDE
Elhamdülillah selâmetle Kars'a girdikten sonra, sora sora birleşik istihkâmların merkezi hükmünde olan Hâfız Paşa Tabyası nı bulduk. Kumandan paşa hazretlerinin birkaç piyâde taburunu ve taşınabilir toplardan bazılarını alarak istihkâmdan dışarı çıktıklarını öğrendim: ve rahatladım. O esnada istikamın dışarısında bir top patladı. Arkasından bir daha, derken bir daha, sonra kesildi.

Ben top sesinin geldiği tarafa dogru istikamdan çıktım Birde ne göreyim! Kars halkının genci, ihtiyarı, orta yaşlısı...kimisinin elînde tüfek kiminde bir tek tabanca, kiminde balta, kiminde sopa, şehrin ve istihkâmın dışına fırlamışlar. akın akın askerin, Kumandanpaşanın olduğu yere (Allah AIIah!) sesleriyle ve diğer bazı tehlil ve tekbirle koşuşup gitmiyorlar mı! Bu hal ve manzaranın verdiği dehşeti, benim gibi âcizin kalemi "nasıl tasvir edip "anlatsın. 'Zirâ bütün kalblerin en nâzik, en ince yerinden dini hislerle coşup" taştığı biranda tecellî eden cesaretle yeleli arslânlara yaraşır hucumu, tasvir ile değil ama, insan kendi kendisine tasavvur edip hayâlleyerek bir dereceye kadar anlayabîlîr. Çünkü bu, anlatılamaz, ancak his ile kavranır.

Gayrete bakınız ki, bu topluluğun içerisinde ellerinde ekmek sepetleriyle, su destileriyle şurada burada kadınlara bile rastlanıyordu. Bu kadınların teşvik edici sözleri erkeklik gururuna dokunmuş olmalı kî, erkeklerin gözünde hayatın o kadar değeri kalmamıştı. Serhaddeki (sınır boylarındaki) memleketlerin ka-
dınlarında da başka bir hal var. Yurtları yüzlerce savaş ve kâvgaya mihver ve meydan olduğundan mıdır,
Ben bu toplulukla karşılaştığım zaman akşam yaklaşmış, güneş batmak üzereydi. Biraz daha ileriye gittiğimde taburlarla topların ve arkasından da öğleden beri aramakta olduğum Muhtar Paşanın dönmekte olduklarım gördüm. Sevindim. Her neyse, istihkâmdan içeri girildi. Halk'a da (herkes yerli yerine gitsin ), emri
yüksek sesle duyuruldu. Birlikte Hâfiz Paşa istihkâmı içerisindeki çadırlara inildi.
Rus General Loris Melikov


(Hızar),diğer adıyla (Virişan) boğazı diye meşhur olan geçit düşman eline düşer ve Bardiza yolu kapanırsa, kuvveti erimizin Erzurum'a geçmesine elverir bir yol kalmazdı. Buysa, Karsın açık ovasında, bizden kat kat fazla olan güçlü bir düşman ordusuna karşı az bir kuvvetle harbi kabul etmek, perişan olmak demekti. işte bunun içindir ki burada etraflı, derin ve hesaplı düşünmeye, var gücümüzle askerî mebâret ve şecaatimizi ortaya koymaya; icâbına göre silâh ve süngü kullanmak için pazuları sıvamaya, ve hepsinde de cesâret ve gayretin zirvesine çıkmaya mecburduk. Çünkü, Rus ordulan Başkumandanı (Loris Melikof) ve onun düşünce ve görüşlerine dayanarak Kafkasya genel vâlisi imparator ikinci Aleksandr'ın kardeşi (GrandDük Michel) , sınırlarımıza saldırdıklarının on beşinci günü Erzuruma, bir ay sonra da Trabzona ineceklerini ve kırkbeş güne. kadar Rusya devletinin, şeref ve saltanatına lâyık bir sulh imzâlayacaklannı, bizim halka iân ettikleri gibi, Pan Slavizm komitesi genel merkezine ve imparatora da bildirmişler. Bu haber, köylüler vasıtasıyla bizlere kadar geldi. Şimdi düşman o boğazı tutarsa, gayesine ulaşacağına şüphe yoktur. Çünkü bizim güveneceğimiz kuvvetin çoğu Kars'tadır. EKîşman, iki fırka ile Kars'ı muhâsara eder ve bîr avuç kuvvet hükmünde bulunan Muhtar Paşanın dokuz taburunu da, Allah korusun, perişan ederse, bir foka da Ardahan'ın muhasarasına ayırdıktan suna, askerî yönden hiçbir engelle karşı laşmaksızın Erzurum'a, Trabzon'a, Sivas'a velhâsıl Anadoluda istediği yer ve memlekete gidebilirdi.Pasin köylerinde bulunan Şâhin Paşanın altı taburuyla, erzurum'da bulunan Şâhin Paşanın altı taburuyla,Erzurum'da bulunan bir alay kala topçusu mu düşmanın geçip gitmesine mâni olacaktı!..
***
O halde, aklın ve harp tekniğinin de gösterdiği yönde bir tedbir almalı, düşman süvarisine karşı kendi askerlerimizden yürüyen bir kale teşkil edip böylece yolumuza devam etmeliydik.Aşağıda kuruluş plânını da takdim edeceğimiz bu fikir, Kumandan paşanın görüşüydü. Toplantıda bulunan diğer kumandanlar tarafın-
dan da kabul edüdi. Derhal tenfizine geçilip gerekli emirler verildi ve kalemiz kurulup meydana çıktı.
Bulunduğumuz yüksek yerin, sol aşağısında ve Kars ovasında bulunan büyük Erzurum yoluna inemezdik. Çünkü, o yol üzerinde bulunan Benliahmet köyü, düşman süvari fırkasınca işgal edilmişti. Bir de, düz ovada ve at oynağı yerlerde, piyâdenin süvari önüne düşmesi,teknik yönden doğru olmazmış. Hâl böyle olunca, sağımızı dağa, solumuzu düşmanın bulunduğu ovaya vererek yapüan insan kalasının şeklini de bozmayarak Allah'a tevekkülle yola çıktık. Kumandanpaşa, hazretlerinin, bu konudaki bir görüşü de: biz dağ eteğinden, düşman ova tarafından yola devam ederken, eğer düşman birden bire sağa dönerek üzerimize taarruz ederse, aramızda mesâfe olmalı, ve hele askerimizin çoğu hiç tâlim görmemiş acemi erlerden ibâret yedek taburları olduğu için, öyle dar bir zamanda onları harp nizâmına sokmak pek güç olurmuş. Bu sebeple kalenin yapılmasına lüzum görülmüş ve bu tedbir, bulunduğumuz tehlikeli durum için tek çıkar

BAŞIMIZA GELENLER Sayfa__________________ 79

Yapılan kaTanın önünde, yani cephesinde bulunan bir taburumuz harp nizamında,sol kenarına konmuş olan diğer bir tabur da adeta yan yürüyüşle;sağ kenarındaki beş tabur, kolla tabur şeklinde yol alıyor. Kalanın arka ve dördüncü kenanndaysa ıkı tabur bulunuyor. Toplarla, fırkanın cephane, yiyecek ve diğer yükleri kal'anın tam ortasında, düşman taarruzundan korunmuş bir şekilde yürütülmekteydi.


Topu topu yetmiş kişilik bir süvari gücümüz vardı.Onlarda plânda görüldüğü gibi öncü, yan ve arkayı koruyan piyâdelerin dış taraflarına dağıtılmıştı. Yukarıda da bir nebze anlattığımız gibi, düşman sag tarafana atının başını çevirse, yani hafifçe taarruza meyledipniyetlense, derhal kal'anın sol kenarını teşkil eden tabura: (tabur dur...Yarım sol ateş!!) komutunu vermek yeterdi. Biz ovanın sağ ve dağ cihetinde, düşman süvarisi de bizim solumuzda ve paralel bir durumda yola devam ederken bâzı yerlerde düşman, durup taarruz etmek niyetinde bulunduysa da gözü kesmedi. Onun maksadı: Bizden önce Hızar boğazını tutup yolumuzu kesmek. Sonra da, kafeste keklik boğar gibi' bızı boğup varlığımıza bir hâtime çekmekti.Onlar bu hevesle gayretlerini mahmuzluyor, bizim piyâdemiz de suratlı bir yürüyüşle yol alıyordu. Bereket versin ki, düşmanın atlarında can kalmamış askeriyse dört beş gündenberi rahat yüzü görmemiş olduğundan güçlü ve dinç bir süvari gibi davranamıyordu. Bizimkilerin de, çeyrek saat dinlenmeğe vakti yoktu ve dinlenmediler de. Zira onbeş dakikalık bir mola Hazar boğazına doğru düşmanla giriştiğimiz ölüm kalım yarışının kaybına, devlet ve milletin istiklâl ve namusuna mal olabilirdi.
Daha Bozkale'den hareket etmeden önce askere onar deste mermiyle birlikte üç günlük peksimedi de dağıtılmış olduğundan yürürken hem ayaklarını hem çenelerini oynatıyorlardı. Yolun çamuru, kayıntısı ve askerlerin ayağındaki çarığın çamurdaki hâli unutulmasın.
Gün Öğle yerini geçti. Askerin de üzerine yorgunluk çöktü. Soluk almak için oturup kalanlar olduğu gibi bitkin duşup yollarda serilenler de vardı. Zaman aman vermediğinden bunların hayatlarını kurtarmak için vaktin elverdiği nisbette ancak bir şeyler yapılabilmekteydi îşte bu hal ile yola devam ederken, ikindiden sonra önümüze, suyu kasıklarımıza varan akıntılı bir dere çıktı. Kumandanpaşa, suya varmazdan önce , kılavuzlardan böyle bir suyun olduğunu haber almış ve etraf köylere adamlar çıkararak öküz arabalarından bir köprü kurmak için gerekeni yapmıştı.

Bizim yürüyen kalenin ön cephesinin suya ve köprüye dokunmasıyla birlikte baştan sona dağılması da bir oldu. Yorgun asker suyu görür görmez dereye doğru bir hücûm etti. Alay, tabur, bölük, nizam..bir şey kalmadı. Subaylar her ne kadar nizâmı bozdurma mağa çalışdılarsa da, güç ve rütbeleri yetmedi.Ortalıkta kumandaya kulak asacak kimse görülmüyordu. Askerin kimi su içer, kimi köprüden geçer, kimisi arkası üzerine yatmış dinlenir. Kimisi peksimedini ıslatır...Şaka değil bu...Yağmur altında geçen gece bir tarafa, güneşin doğuşundan ikindi sonuna kadar hiç mola ve dinlenmek nedir bilmeden, bulundukları kol nizâmını da bozmamağa gayret ederek, bunca saat yol tepmişlerdi.
İşte böyle gayret ve sabrın son derecesine varmak gibi insan tahammülünü aşan bir meziyet, sâdece ve ancak Türk askerine has, öğünülür bir haslettir. Her neyse, askerin nizâmının bozulmasiyle beraber tehlike de baş gösterdi. Meğer o sırada askerin bu hâlini uzaktan gören düşman, firsatı ganimet bilerek, üzerimize taarruz için sağa dönmüş. Bunu, yanlanmızı korumakla görevli süvarilerimiz görüp haber verdiler. Yine içimizde bir gürültüdür gitti. Asker de öyle bozuk düzen suya uğrayarak karşıya geçti ki, hemen çoğu ıslandı. Eğer, bu bozgun askerin içine düşman süvarisi uğrarsa, işin sarpa saracağından kimsenin şüphesi olmasın.
Kumandan paşa, askerin toplantı yerine hemen binikiyüz adım sağında bulunan bir tepeciğe toplan çıkartıp, askerden de ayağına güvenenlerin yanına gönderilmesini subaylara tenbih etti. Çünkü askerde, öyle tabur, bölük nizâmı diye bir şey kalmamışta. Dağınık bir halk kalabalığı şeklindeydi. Aslında ayağına ve yüreğine güvenenlerin tepeye çıkması gerektiğinden artık emir böyle veriliyordu.
Askerin bâzıları tepeye tırmanmakta ve düşmanın gülle menziline girmesini beklemekteyken, Kumandanpaşanın bulunduğu tepeden, düşmanın bir kısmının bize doğru yönelmiş bir şekilde durduğu, diğer bir kısmınınsa, bizden önce boğaza yetişip tutmak için yoluna devam ettiği görüldü, işe aklı erenlerin ayaklan da suya erdi. Moskofun oyununu anladılar. Meğer taarruz gösterip bizi yoldan eğlerken, kendileri velev bir bölükle olsun geçidi tutmak isterlermış. Kumandanpaşa, subaylara derhal süvarilerin toplattırılarak arkasından gönderilmesini; Muhlis ve Şevket Paşalara da, askerin mümkün olduğu kadar süratle nizâma sokularak duruma göre ileriye sevkedilmelerini emrettikten sonra, hemen yanımızda bulunan topların üçünü koşturdu. Kalan üç topu da, olduğu yerde düşmana karşı mevzilere yerleştirip ateşe hazır bir halde, ne olur ne olmaz diye ihtiyâten yanımızda bırakarak, beraberine aldığı toplar ve yetişen süvarilerle ileriye, Hızar boğazına doğru kopup gitti.
Hizmetin büyüklüğü ve cesâretin ulviyeti işte buradadır. Çünkü, ortaya çıkan bir zorluk ve tehlike karşısında apışıp kalmak, veya (ne yapsak acaba?) diye müşâvereyle beş dakika olsun zaman kaybetmek,devletçe uğramamız ihtimâli olan elim bir felâkete sebep olabilirdi. Benim bu sözümden istişâre ve müşaverenin aleyhinde olduğum mânâsı çıkarılmasın. Müşâverenin bir hikmet kaynağı ve muvaffakiyetin dayanağı olduğu apaçıktır. Fakat, burada o hikmeti elde etmeye zamanın izni yok Savaş zamanında bir asker öyle durumlarla karşılaşır ki, iki dakika kaybetmesi, bir ordu için büyük bir felâket olabilir. Bunun içindir ki, kumandanlarda olağanın üstünde bir kişilik cevheri aranmalıdır, derim...
Başımıza Gelenler ....Sayfa.....83 alıntı
Bizdeki yüksek rütbeli kumandan ve subayların hepsini asker, veya vatan menfaâtini düşünür kişiler zannetmemeli. İşte savaşlarda uğradığımız felâketlerin çoğunun sebebi, bu inanç ve gafletimiz' yüzündendir. Yani, subayların hepsini, gerçekten iş görmeye muktedir kimseler sanmamızdan dır.
BAŞIMIZA GELENLER..........Sayfa......................84
Kumandan olacak kimse, bir ordunun sevk ve idâresi ile vazifelendirildi mi, Önce beraberinde bulunan kurmay ve yüksek rütbeli kumandanların hepsinin aklım, fikrini, anlayışını, görüşünü ve ahlâkını normal yollarda dener, yoklar, ve hele hulûs çakıp yağcılık edenlerin derecesini anlar, ondan sonra hepsi için kendi zihninde ayrı ayrı not defterleri açar; (Filân kimsede aranılan vasıflar yok. Filân kimse, eh şöyle böyle, şu türlü işlerde kullanılabilir . Filân kimse de istenilene uygundur, tam aradığım adamdır.) diye herkesi yerli yerince yerleştirir, ve seçtiklerine de işâretler kor. Artık durum ve işin icâbına göre, seçtiği kimselerle işini görür. Istişâre halkasına giremiyecek kimseleri, rütbeleri büyük de olsa, hesâbın dışında bırakır. Nasıl bırakmasın ki, o kimse, kendi kudreti ölçüsünde görüş ve fikir beyan edeceğinden söyleyeceği söz, ya kumandanın azmini zedeler, ya vehme düşürür, veya olmayacak yerde delicesine bir hareketi sadık verir de felâkete götürür. Çünkü, (her söze kulak veren, yanılır.) hikmetince inşan, kulağından zehirlenir. Şayet istişâre eden kimse başkalarının sözünün tesiri altında kalıp da azminde tereddüde düşmeyecek derecede kuvvetli irâde sahibi olsa bile, dinlediği sözler neticesi, geleceğin bilinmeyen ihtimal hesaplan içerisinde aklına: (Acabâ nasıl olur!) gibi bir soru takılsa, bunun doğuracağı sıkıntı ve merak hiç değilse kendini boş yere rahatsız eder durur.
Velhâsıl bu müşavere meselesi çok önemli bir mesele. Her görülen insanı insan zannetmemeli. îş esnasında ve bir tehlike baş gösterdiği anda bir adam bulabilmek için insan çırpınıp etrafina saldırıyor da, iş eri olarak pek az kimse bulabiliyor. Fakat inlanlar yaratanın bir hikmetidir, fıtratı icâbı, kendilerini dev aynasında görüp akıllarını diğerlerinden üstün kabul ettikleri için, sıranın, kıdemin, yahut -çoğu zaman bizde olduğu gibidostluk ve akrabalalık neticesi askerlikte alınan büyük mevki ve rütbenin tesiriyle, kendilerini gerçekten bir adam zannederek hem kendilerini hemde başkalarını aldatıyorlar.

HIZAR BOĞAZINDA GEÇİRİLEN MÜTHİŞ BİR GECE
(Mâdemki, Kumandanpaşa hazretlerinin yanındayım. Beraber bulunacağım tabiidir. Böyle olunca, elbette çadırımız, çergimiz râhat ve huzurumuzun temini için gerekli her şeyimiz yerinde ve mükemmel olacaktır.) diyordum içimden. Haklıydım da bu ümidimde. Zirâ (1819) târihinden (1868) târihine kadar kırk dokuz sene içte ve dışta devletin bütün muharebelerine katılarak Miralaylığa kadar yükselmiş eski bir asker olan babam, evde arada bir, bize bu savaklarda başından geçenleri anlatır, ve hele Kırım harbinden bahsederken Paşaların, husûsiyle Müşirlerin râhat ve huzurlarına olan düşkünlüklerinden yakınır, kilerci çadırına kadar her şeylerinin yerinde ve mevcut olduğundan bahsederdi. Mısır vâlisi Mehmet Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşanın kumanda ettiği Mısır ordusuna karşı yapılan savaşlardan anlatırken de, (ibrahim Paşa,yanında taşıdığı bir tulumu şışirip nerede olursa öylece yatarken, bizim paşalar azamet ve ihtişamlarına ; halel getirmemek için gayrette kusur etmezlerdi. Bunun içindir ki, ordularımız,İbrahim Paşa karşısında bozuldu ve hattâ Sadrazamımız bile esir oldu.) derdi.
Mevzuumuz hârcine çıkıyorum ama, hâtıra gelenleri! de sizlere aktarmadan edemiyorum. Yine merhum, bu
savaşla ilgili olarak: (Sadrazam reşid Paşa esir olduktan sonra, biz, bozgun askerle Konya'dan kaçarak geçerken kadınlar seyrimize çıkmışlar, "Bu kadar kalabalık asker utanmadan niçin kaçıyor? Durup da düşmanlarına karşı koysalar olmaz mı?" diye aralarında söyleşirken ihtiyarca bir kadın: "Haydi kızım haydi!. Beşi yüz yaşındaki paşaların göreceği İş bu kadar olur." dedi. Halbuki o zaman bizim ordu da Hüsrev Paşanın kölelerinden yetişmiş genç genç paşalarımız vardı. Maksadım, paşaların gençliğine itiraz değil, fakat, kâide ve kanunların yetiştirmediği, hiçbir değer ve kişiliği olmayan kimselerin filân devletlinin dostu, akrabası veya kölesi olması gibi sebeplerle rütbe ve makam-
lar alarak devlet ve millet bünyesinde açmış oldukları derin ve onulmaz yaralara işâret etmektir İşte Mısırlılar önünde bozguna uğramamızın bir sebebi de budur. Mahvolduk, perişan olduk Devletin nâmusunu yeyip bitirdik) diye acıklı acıkh ani a tirdi. Geçmişi unutmayıp anmanın, içinde bulunduğum durum ile yakın ilgisi olduğundan, çocukken dinlediğim târihî hadiseleri buracığa kaydetmeyi, gayeye uygun ve faydalı buldum. Evet, bu sözler kulağımda kalmış da, ben de üstümüzü başımızı kurutarak sıcacık bir çay içtikten sonra Müşir Paşa hazretIerinin otağının kurulmasını ve seyyar bir karyola üzerinde yatacağımız zamanın gelmesini sâbırsızlıkla bekliyordum.
Yatsıdan sonra, olduğumuz yerde çamurun içine beş on taş döktüler.Üzerine de bilmem nereden bulmuşlar, biraz  kuru ot serdiler. Rahatı için otağının kurulmasını beklediğimiz Kumandanpaşa hazretleri taşların üstüne çıkıp kaputunu başına  çekerek yatmasın mı?..Yaverlere, şuna buna sorduğumda, eski çamların Bardak oluğunu, ve herkesin kendi başının çâresine yine kendinin bakması gerektiğini anladım. Doğrusu ya, işte o zaman kendimce kıyametin kopmuş olduğuna hükmettim. Ama ne yapacaksın? Herifin dediği gibi, (Yer demir, gök bakır, Çârei halâs nist.) Kurtuluşa çare yok. Başa gelen çekilir .(el ile gelen kara gün, bayram olur.) diyerek, hiç olmazsa yatarken başımı sulu çamurdan kurtarmak için taştan, ağaçtan bir şey bulmasını bizim Şaban ağaya tenbih ettim. O da kimbilir nereden bir odun parçası yakalamış getirdi.Ordunun Kurmay Başkanı bîçâre ihtiyar Feyzi Paşa da, bir taş yığıntısının üstüne çıkarak uykuya daldı. Meğer bizim Şaban'ın bulduğu odun parçasına, Binbaşı Yaver Hüseyin Râgıp efendi de önceden göz koymuş. Bu sebeple o odun parçasına biliştirak mutasarrıf olup, birlikte baş koymaklığımız iktizâ eyledi.
 Hüseyin Râgıp efendi ile biliştirak sâhip olup baş koyduğumuz yastığın bir tarafına. Hint fâkirleri gibi büzülerek oturdum. Nazeninim yağmur da serpiş tirmeğe başladı. Altımız çamur, üstümüz yağmur... Sırtımdaki muşambanın külahını da başıma... geçirip deryâyı tefekküre daldım gitti.
Zifirî bir karanlık ve serpeleyen yağmur,.. Her taraf sessiz, sâkin ve çamur.Ama gel gör ki, bizim hayalhanede at koşturan evhamdan, ayrı ayrı şekil ve şahsiyet kazanan korkulu düşüncelerin dırıltısından, dedikodusundan nefes alamıyorum ki; bu şâirâne gecenin içlere dokunan ilhâmlanndan buruk bir zevk alayım da hisleneyim. O anda kulaklarım etrafmda mışıl mışıl uyuyanların soluk seslerinden başka bir şey işitmiyordu. Kendi kendime, (Yâ Râb! Ne olurdu şu uyuyanlardan birisi de ben olsaydım, veya onlardan bâzılarının da âsâbı benim gibi zayıf ve bozuk olsaydı, şimdi şuracıkta birlikte oturup dertleşseydik.) diyordum.
Vah biçâreler! Hiçbirisinin sabahın koparacağı kıyâmetten haberi yok.
Uzatmayalım tanyeri iyice ağarıp sabah oldu, herkes de uykudan uyandı. Ben de ilk top veya tüfek ateşi hangi taraftan duyulacak diye beklemekteyim. Bekleyiş epeyce uzadı, iki tarafta çıt bile yok. Dürbünler ve gözler, düşman karargâhında. Herkes görüş kudretine göre, kimisi bir karaltı gözüküyor; dığerisi, hayır kimseler yok, filan diyordu. Nihâyet düşmanın bulunduğu yerde kimseciklerin olmadığı anlaşıldı. Benim de heyecandâ olan kalbim biraz ferahladı. On beş dakika sonra, duşmânin bulunduğu "yerin sağ tarafından, bir takım süvarinin bize doğru gelmekte olduğunu 'gördük. Gözler ve dikkatler o yöne çevrildi. Gele gele o süvarilerin ordu saflarına iltihâkla Ruslara karşı çarpışmak isteyen çevremizdeki köylere yerleşmiş Dâğıstanlı göçmenlerden teşekkül etmiş gönüllüler olduğu anlaşıldı. Sevindik.
Düşmanın ne olup nereye gittiğini onlardan sorduk:
(Dah geceden çekip gittiler.) dediler. Meğer, beni dağlara düşüren silâh patırtısı, gecenin karanlığında bizim taraftan hiçbir ateş, aydınlık falan görunmeyince, Türkler acebâ çekilip gittiler mi? Yoksa hâlâ geçitteler mi?..diye yoklamak içinmiş. Bizimkilerde ateşle cevap verince, kimbilir düşman hangi düşünceyle çekilip gitmiş.
Kumandanpaşşa, durumumuzun istanbul ve Erzurum'a telgrafla "bildirilmesini emretti. Sabahın soğuğu, uykusuzluk," yorgunluk ve kalbimin rahatsızlığı sebebi ile parmaklanma zorla kalem tutturabildim.Telgraf
yazıldı, (10). "Çekilmek üzere iki süvari ile bulunduğumuz"yere" ön iki saatlik mesafede olan, Çıldır sancağının merkezi Oltu kasabasına gönderildi. Telgrafımız, şu halde, ancak akşamdan sonra Oltu'ya yetişip çekilebilirdi.
(10) Son zamanlarda İstanbul'da: (Yolladığınız bâzı telgraflarda ne nizam, ne intizam vardı.) gibi sözler işittiğim için kaydedeyim; öyle düzgün söz yazmak, benim gibi iri kıyım, ham ve yetişmemiş adamların kârı değilse de, önce de söylediğim gibi, her nasılsa kazâ ve kaderin şevkiyle bu işte bulunduk. Yoksa, ben bu işi ne istedim, ne de üstesinden gelirim iddiasında bulundum. Hal meydanda, özûrümüz de ortada oldukça, yazdığım şeylerin hoşa gitmemesinden dolayı, bizim tarafa hiçbir mesuliyet yüklenemez. (Cömertlik var olanla yapılır.) derler.



Yorum Gönder Blogger

  1. blog adı ile uyuşmayan güzel bir çalışma (o)

    YanıtlaSil
  2. merhaba ; sizden bir ricam olacak eğer yardımcı olursanız sevinirim şimdiden teşekkürler.
    Bahsi geçen mısır hıdivi İsmail Paşa nın aile seceresi var mı? kızları oğullar 3 gün üç gece düğün denilmiş merak ettim babası yanılmadıysam okuduklarımdan İbrahim Paşa? iyi çalışmalar. :-?

    YanıtlaSil

DİKKAT!
İfadeler şekiller, jpg, gif, png,bmp formatlarında resim, foto, video, müzik ekliyebilirsiniz.Resim eklemek için-- [img] resim linki [/img] // Müzik eklemek için :-- [nct]Müzik linki [/nct] Youtube Video ekleme:-- [youtube] Youtube Video Link [/youtube] Link kapanış kutucukların arasına boşluk bırakın
***KÜFÜR HAKARET İÇEREN YORUMLAR SİLİNECEKTİR***
Gülen ifade eklemek için işaretleri kullanın
:) (: :)) :(( =)) =D> :D :P :-O :-? :-SS :-t [-( @-) b-(

 
Top