Göktürk Alfabesi |
Tarih ilminin yapılmasına, yani tarihin
yazılmasına aracı olan herşeye kaynak diyoruz. Bu bakımdan eski Türk
tarihinin kaynaklarını üç kısma ayırıyoruz.
A- Sözlü Kaynaklar
B- Arkeolojik Buluntular
C- Yazılı Kaynaklar (Kütüphane malzemeleri)
A- Sözlü Kaynaklar
1- Mitoloji, Efsane, Destan ve Eski Türk İnançları
Sözlü olarak günümüze gelen tarihi
kaynakların başında mitoloji, eski Türk inançları, örf ve adetleri gibi
unsurlar gelir. Dünyanın ençok din değiştiren toplumlarından biri olan
Türkler, zaman içerisinde bu dinlerin bazı taraflarını kendi gelenek ve
görenekleriyle de birleştirerek günümüze kadar taşımıştır.
Türk örf ve adetleriyle beraber, töre
adını verdiğimiz toplumsal düzenin gereği olan yasalara ait ilk
kayıtları Çin yıllıklarıyla, Orkun kitabeleri, Divanü Lûgat-it Türk ve
Kutadgu Bilig gibi yazılı kaynaklarla, destanlarda görebilmekteyiz.
Ayrıca Türk yurtlarını gezen seyyahların eserlerinde de bu töre ve
geleneklere rastlanılır. Mesela 585 yılında, Kök Türk Kaganlığının
başında bulunan Işbara Kagan, içeriden ve dışarıdan vurulan darbeler
yüzünden bunalmış ve Çin imparatorluğundan yardım istemişti. Onun bu
dileğine olumlu cevap veren Çinliler, buna karşılık Işbara Kagan’dan
“Çin adetlerini benimsemelerini” talep ettiler. O da; “bizim adet ve
geleneklerimiz çok eski çağlardan beri devam ede-gelmiştir. Bundan
dolayı onları değiştirmeye benim gücüm yetmez. Bizim topraklarımızda
idare edilenlerle, yönetenler arasında kurulmuş olan düzeni yaralamağa
ben cesaret edemem”[1], diyerek herşeye rağmen törelerinden vazgeçemeyeceğini söylüyordu.
Türk töresine verilen önemi bu şekilde
Çin kaynaklarından öğrendiğimiz gibi, Kök Türkçe yazıtlardan da
kanunların yerinin Türk devlet yapısına nasıl tesir ettiğini görüyoruz.
Kitabelere göre, iyi bir kagan ülkesinin törelerini, yani kanunlarını
düzenlemeli ve yaymalıdır. Bumın ve İstemi kardeşler kaganlığın başına
geçer-geçmez ülkeyi ve töreyi düzenlediler[2]. Çünkü kuvvetli bir devletin varlığı için gerekli olan şartlardan birisi de kanunlara sahip olmadır.
Herne kadar Türk milleti kanunlarını
yazılı olarak saklamadıysa da, yüzyıllardan beri sözlü olarak gelen töre
hükümleri herkes tarafından bilinmekte ve kayıtsız-şartsız
uyulmaktadır. Töre hükümlerine aykırı davrananlar ise en ağır şekilde
cezalandırılırdı. Bütün Türk sülaleleri gibi, Çingiz Han’ın kurmuş
olduğu hanedanlıkta töreye dayanıyordu.
Bilindiği gibi Türk düşüncesinde önemli
bir yer teşkil eden otoriter devlet anlayışının iki dayanağından biri
töreye sıkıca bağlılık, biri de devlet kuruluşlarının işleyişine
damgasını vuran bu nizamda dikkatli ısrardır. Kanunlardan mahrum bir
devletin yaşaması zaten düşünülemez[3].
Araştırmacıların bazılarına göre, tarih
sözlü bir ortam içerisinde başlamış ve ifade edilmiştir. Sözlü
kaynakların içerisinde saydığımız mitolojinin kadrosuna ise, “tarihte
adı geçmeyen veya artık unutulmuş büyük kahramanlara ait efsaneler”
girer[4].
Bu açıdan konuya bakacak olursak, tarihimizde gerçekle hikayenin
karışmış olduğu pekçok efsaneye sahibiz. Bunların başında, Türklerin
şimdilik tarihi kaynaklardan öğrendiğimiz ilk devletleri olan Hunların
hükümdarı Mo-tun’un hayatı gelir. Malumdur ki, Mo-tun’un gençliği ve
mücadeleleri Çin kaynaklarında renkli bir şekilde anlatılmakta ve bunlar
Türk tarihine ait ilk destani materyaller olarak göze çarpmaktadır.
Bunun yanı-sıra Mo-tun ile Oguz Kagan’ın aynı kişi olduğunu iddia
edenlerin de varlığından bahsetmekte fayda vardır. Hun birliğinin en
kudretli ve meşhur hükümdarı olan Mo-tun (M.Ö. 209-174), babasının
kendisini varis göstermemesi üzerine, emrinde bulunan ve kendisinin
eğittiği bir tümen asker ile babasını bir sürek avında suikast sonucu
öldürmüş ve Hun birliğinin başına geçmişti. O sırada ülkede birtakım
karışıklıklar olduğundan zayıf bir halde bulunan Mo-tun’dan komşuları
olan Tung-hular, babası Tuman’ın hiç durmadan 1000 mil koşabilen atını
istemişlerdi. O da bir kurultay toplayıp, durumu vezirlere sormuş,
devlet ileri gelenleri bu atın verilmemesi yolunda karar verdikleri
halde, Mo-tun bu atı gelen Tung-hu elçisine vermişti. Bu olaydan kısa
bir müddet sonra hiçbir töre ve gelenek tanımayan Tung-hular bu kez de
Mo-tun’un hatununu istediler. Devlet meclisi derhal savaş ilan etmeyi
teklif ettiyse de, Mo-tun kendi eliyle hatununu verdi. Herne pahasına
olursa olsun Türklerle savaşıp, onların ülkesini ele geçirmeyi planlayan
Tung-hu hükümdarı ordusunu toplayarak, sınırda bulunan terkedilmiş,
çorak bir araziye girdi. Hükümdar elçi gönderdi ve Mo-tun’dan bu toprağı
istedi. O da, hemen kurultayı topladı ve devlet ileri gelenlerinin
görüşünü sordu. Onlarda Mo-tun’un daha önceki kararlarını göz önünde
bulundurarak, “bu toprak parçasını ha terketmişiz, ha terketmemişiz, ne
farkeder” dediler. Bunun üzerine Mo-tun kızarak şöyle kükredi: “Toprak
devletin temelidir. Biz onu başkasına nasıl verebiliriz” dedikten sonra,
toprağı verme taraftarı olanların başını hemen kestirdi.
Türk tarihi için son derece önemli olan
bu efsanevi vesika Çin’in ilk resmi tarihi sayılan Shih-chi adlı
yıllığın 110. bölümünde kaydedilmiştir.
Bundan başka efsanevi unsurların içinde
bulunduğu Türklerin türeyişleriyle alakalı sözlü kaynakların içerisinde
Kök Börü ve Ergenekun efsaneleri gelir ki, bunların da Türk tarihi
açısından önemi; milletimizin karakterini ve milli yapısını
yansıtmasıdır. Bu efsaneleri de şöyle özetleyebiliriz: “Herşeyin sahibi
olan Tanrı birgün yukarıda mavi gökleri yarattı. Sonra bu muazzam uzay
boşluğu içerisine dünyaları yerleştirdi. Önce göğü, sonra da yagız-yeri
ortaya çıkarmıştı. Bütün bunlara rağmen eksik olan birşey vardı. Bu
yaratmış olduğu evrene öyle birşey eklemeliydi ki, hem kendisinin
yarattıklarının en üstün varlığı, hem de bu dünyanın bir anlamı
olmalıydı. Böyle düşünürken kendisinden de birşeyler kattığı insanı
vücuda getirdi. Ve “yukarıda mavi gök, aşağıda yagız yer kılınmış;
ikisinin arasında da insan oğlu yaratılmıştı”. Fakat Tanrı, insanların
farklı farklı olmasını arzu etmişti. Onları çeşitli ırklara, kabilelere
böldü. O, insan ırklarının bu şekilde birbirlerini tanımalarını ve
karışmamalarını istiyordu.
Binlerce yıl geçtikten sonra insan oğlu
yeni yeni şeyler öğrendi, başka başka özellikler kazandı. Irklar zamanla
birbirlerinden tefrik edilmek için çeşitli adlar almaya başladılar.
İşte bunlardan birisi vardı ki, o zamana kadar yaratılmış olan hiçbir
ırka, hiçbir soya benzemiyordu. Tanrı, bu ırka o vakite kadar meydana
getirdiği hiçbir soyda olmayan meziyetler ve hünerler bahşetti. Bu ırk
dünyanın en savaşçı, en zeki, en dürüst, en güzel ahlaklı ırkıydı.
Bulunduğu coğrafyada ona korkuyla karışık bir saygı hissi vardı. Bu ırk
zayıfların ve haklıların koruyucusu, zalimlerin ve haksızların
düşmanıydı.
O zamanlar, bahsetmiş olduğumuz bu ırkın
başında tıpkı kendisi gibi çok cesur, yiğit ve akıllı bir kişi vardı.
Herkes onun sözünü dinler, yap dediğini yapar, yapma dediğini yapmazdı.
Bu kişinin adı Türk’tü. Türk “güç, kudret, erdem” demekti. Onun soyundan
gelen kişiler de bu özelliklerinden dolayı o öldükten sonra, bu adı
almayı uygun buldular.
Türk’ün yeryüzünde bu kadar sevilmesi,
bu ırkın üstünlükleri yüzünden dünyada bazı ayrıcalıklara sahip olması,
çevredeki toplumların ve ülkelerin bazılarının ona düşman olmasına sebep
oldu. Onun bu düşmanları aralarında gizli planlar yaparak; Türk
milletini birgün tuzağa düşürerek büyük bir bozguna uğrattılar. Bu
korkunç baskından bir çocuk haricinde kimse kurtulmamıştı. Düşman
askerleri bu çocuğu öldürmemişler, fakat kol ve bacaklarını keserek bir
bataklığa atmışlardı.
Yeryüzünde olup-biten bu işleri Tanrı
makamından seyrediyordu. Kendi yaratmış olduğu, bu kutlu ırkın yok
olmasına razı olmadı. Onun için bu çocuğun yanına bir dişi kurt
gönderdi. Bu dişi börü, çocuğa et ve yiyecek getiriyordu. Bunlarla
beslenen çocuk ölümden kurtuldu. Biraz büyüyen bu çocuk kurtla birleşti
ve kurt ondan gebe kaldı. Etrafta kurt gibi yaşayan bir çocuğun olduğunu
duyanlar, onu öldürmeye geldikleri zaman, kurt Tanrı’dan gelen buyruğu
dinleyerek, çocukla birlikte yaşadıkları göl kıyısının kuzeyinde bulunan
bir dağa kaçtı. Bu dağın içerisinde çok büyük bir mağara vardı. Börü
çocuğa yol göstererek mağaranın içerisine girdi. Ortasında otları,
ağaçları, nehirleri ve gölleri olan bir ova bulunuyordu. Bu ovanın
genişliği onlarca km² idi. O kadar güzel bir yerdi ki, Tanrı bu Türk
çocuğunu adeta cennetin dünyadaki bir eşi olan bu yere özellikle
getirmişti. Onun burada çoğalmasını, güçlenmesini ve yeniden kendi
adaletini uygulamasını istiyordu. Börü burada on erkek çocuk doğurdu. Bu
on çocuk büyüyünce, bu dağı binbir güçlükle geçip, on tane kız
kaçırarak buraya getirdiler ve burada çoğaldılar. Bunlardan birisi
kendisine Börülü (Aşina) soy adını alarak, çadırının önüne kurt başlı
bir sancak astı. Daha sonra bunların hepsinin başı oldu.
Aradan yıllar geçti, Türkler buraya
sığmaz oldular. Artık Ergenekun (Kunların çoğaldığı, ergenleştiği
yer-Halkın çoğaldığı yer) adı verilen bu kutlu yurttan çıkmak
gerekiyordu. Çünkü onlar yıllarca atalarından çeşitli hikayeler
dinlemişlerdi. Yaşadıkları, çoğaldıkları bu yurdun dışında bir zamanlar
atalarının hükmettiği çok geniş ülkeler vardı. Burada durup, oturmak
onlara yakışmazdı. Türk’ün yaradılışının bir gayesi bulunuyordu. O
sadece ok çekip, kılıç sallayan bir kavim değildi. Tanrı onu yeryüzünde
adaleti ve düzeni sağlasın diye göndermişti. Dürüstlüğün ve iyi ahlakın
timsali olması amacıyla vazifelendirmişti. Bu görevlerini icra etmesi
için yeniden dünyanın içine dalmalıydı. Fakat buna bir engel vardı. Bu
geniş ovadan kurtulmanın yolunu bilmiyordu. İçlerinden akıllı bir
demirci çıkıp, kendisinin planı olduğunu söyledi. O, dağın bir yerinde
demir madeni olduğunu ve burayı eriterek dışarı çıkabileceklerini
söylüyordu. Buna herkes yürekten sevindi. Çoluk-çocuk, yaşlı-genç herkes
elinden geldiğince çalıştı. Kimi odun toplayıp-yığdı, kimi körük dikti.
Dağın birçok yerinde sıra sıra kömür dizildi. Yamaçların sağına-soluna
bir sıra odun, bir sıra kömür kondu. Dokuzyüz deve derisinden yapılan
körükler çalıştı; en yaşlı Türk odunları ateşledi ve ellerini göğe
kaldırarak ulu Tanrı’ya yalvarmaya başladılar. Türkler hep bir ağızdan
“Tanrı Türk’ü korusun” diye bağırıyorlardı ve O’da yeryüzünün efendisi
bu kavmi esirgedi. Tanrı yeryüzüne göndermiş olduğu bu kavmin dualarını
işitti. Demir dağ eridi. Yol açıldı. Ancak onların bu günü unutmalarına
imkan yoktu. Bu kutlu gün bayram ilan edildi. Hayatlarının yeniden
başlangıcı, yeni yılın ilk günü olarak kabul gördü. Bütün Türk boyları
yaşadıkları müddetçe bu günü unutmadılar. Ergenekun Bayramı’nda çeşitli
oyunlar, eğlenceler ve spor müsabakaları düzenledikleri gibi, atalarının
yeniden çoğaldıkları bu yere her sene giderek kurbanlar kestiler.
Buraya “Ata sini” yani “Kutlu Atalar Mezarlığı” adını vererek, orada
kurultaylar düzenlediler. Yeni yılı karşılarken, burada merasim
yaptılar, hanedanlar devletin başına geçerken halkın da katıldığı,
kaganlık seçimlerini burada yaptılar”.
Hun ve Kök Türk döneminin efsanelerinden
sonra biraz da Uygurlarınkinden bahsedelim. Bilindiği gibi, Kök
Türklerden sonra Türk devletinin başına Uygurlar geçtiler. Çin
kaynakları Uygurların, Kök Türkler gibi Hunların neslinden oldukları
yolundaki haberlerde hem-fikirdirler ve onların da kurttan türediğini
söylerler. Hatta Çin yıllıklarında Uygurların sesinin kurda benzediği
zikredilmektedir. Uygurlara ait iki önemli efsane mevcuttur: Bunlardan
birisi Türeyiş, diğeri Göç Efsanesidir ki, konuları kısaca şöyledir:
“Hunların eski tanhularından birinin o kadar güzel iki kızı vardı ki,
Tanrının onları insanoğuları ile evlendirmek için yaratmış olduğuna
inanmıyordu.
Böylece kızlarını daha yüce biriyle
evlendirmek için memleketinin kuzey taraflarında yüksek bir kule
yaptırdı. İki konçuy buraya hapsedildiler. Bir börü, Hun konçuylarının
yaşadığı kulenin etrafında gece-gündüz dolanıyordu. Kulenin dibinde
kendine bir in yaptı. Küçük kız, bu kurdun babalarının kendileriyle
evlendirmek istediği varlık olduğuna inanarak, kuleden aşağıya inerek
kurtla evlendi. İşte bunlardan olan çocuklar Uygur halkının atalarıdır.
Söylendiğine göre Uygurların sesleri kurtlarınkine benzer[5].
Uygurların eski yurtlarında
Karakurum adında bir dağ vardı. Bu dağdan iki nehir çıkardı. Birinin adı
Selenge, diğeri Togla. Bu iki nehir arasındaki bir ağaç üzerine birgün
kutlu bir ışık indi. Bu ışık dokuz ay boyunca devam etti ve ağacın
gövdesi şişti. Dokuz ay on gün sonra bu ağacın içinden beş çocuk çıktı.
En küçüğünün adı Bugu idi. Memleketini çok iyi idare ettiği için han
oldu. Kendisinden sonra gelenler de Uygurların kaganı oldular.
Daha sonra onlar Çinlilerin T’ang
sülalesiyle birçok savaşlar yaptılar. Uygur prensesleri Karakurum’daki
kutsal bir dağda oturuyorlardı. Çinliler, Uygurların zenginliğinin
buradan geldiğine inandılar. Onun için, siz bizim prensesimizi aldınız,
buna karşılık sizin kutlu dağınızdaki taşları biz alıp kullanmak
istiyoruz dediler. Devlet ileri gelenleri buna karşı çıktılarsa da,
kaganı kandırdıklarından dağı parçalayarak Çin’e götürdüler. Bu taşların
götürülmesinden sonra bütün hayvanlar göç, göç diye bağırmaya
başladılar; kagan öldü ve Uygurlar Turfan’a göç etmek zorunda kaldılar[6]. Böylece Uygurların Göç ve Türeyiş efsanelerini de özetlemiş olduk.
Zaman içerisinde meydana gelen destanlar
yukarıda görüleceği üzere birçok mitolojik unsuru bünyelerinde
toplamıştır. Türk dili ve edebiyatının en mühim bakiyelerinden olan
destanlar Türk tarihi açısından da kaynak özelliği taşır. Destanlar Türk
milletinin tarih sahasına çıkışıyla başlar, günümüze kadar gelişen
edebiyatımızda ise üzerinde sıkça söz edilen bir tür olarak görülür.
Geniş zaman çizgisi içerisinde bazan tarih, bazan da almış olduğu
unsurlar icabı bir hayat hikayesi anlamındadır. Destanlar milli
ülkülerle donanmış manzum eserlerdir. Çağlardan beri sürüp-gelen bu
destanlar, milli ruhu ifade eder. Milli ruhu hayatta tutabilmek, hatta
milli tarihi yaratabilmek için pekçok milletin uydurma destanlar bile
yazdığına tarih şahit olmuştur. Mesela bugünkü Fars milletinin bir ırk
olarak ayakta kalabilmesi milli şairleri Firdevsi’nin yazmış olduğu
Şeh-nâme’ye bağlıdır.
Türk destanlarına bir nevi halk tarihi
de diyebiliriz. Türk destanları üzerinde çalışan ilk Türk ilim adamı
Ziya Gökalp’tir. Ziya Gökalp’in vaktiyle ilkokul çocukları için çıkan
“Çocuk Dünyası” adlı haftalık dergide “Türk Tufanı” başlığı ile yazdığı
bir manzume Oguz Kagan Destanının değiştirilmiş bir şeklidir. Sonra bir
Başkurt Türkü olan Z.Velidi Togan, Türk destanlarının sözlü olarak
yaşadığı coğrafyayı ve lehçeleri bilip, aralarında bulunmuş olmanın
avantajını da kullanıp, destanlarımızı tasnif etmeye çalışmış ve bazı
karanlık noktaları aydınlatmıştır.
Türk destanlarından hayal ve masal
unsurları çıkarıldığı zaman, geriye o devirlerin tarihi kalır, böylece
destanlarda milli ve sanatsal yönler belirir. Bu özelliklerden birisi
ışıktır. Destanların büyük kahramanları; bu kahramanlara kadınlık ve
kutsal Türk çocuklarına annelik yapan kadınlar, çoğu kere ilahi bir
ışıktan doğarlar. Oguz Kagan Destanı’nın baş kahramanı Oguz dünyaya
geldiği zaman onun yüzü gök, yani aydınlık idi. Oguz’un Kün, Ay, Yuldız
adlı büyük oğullarını doğuran ilk karısı, ortalığı karanlık bastığı
zaman gökten inen bir ışıktan peyda olmuştu. Uygur destanlarında,
Uygurlara baş seçilen Bögü (Bugu) Han, diğer dört kardeşiyle beraber
Togla ve Selenge ırmakları arasında bir ağaç üzerine düşen semavi bir
ışıktan yaratılmıştır.
İslamiyetten sonraki destanlarda da
ısrarla devam edecek bu kutlu ışık, Türk inanışına ve düşüncesine
Türkistan’ın güneşi hayat saçan ikliminden akseden engin bir ışık
sevgisinin eseridir. Eski Türk dininin cennete gitmeyi ifade eden
“uçmak” hadisesi ve “sonsuzluk” da bir ışık alemidir. Uygur Kaganlığı
zamanında kabul edilen Maniheizmin de temel tanrısı iyilik, yani ışık
tanrısıdır. Çünkü Bögü Han’ın rüyalarına giren kız bir nur gibidir.
Bütün bu ışık motifleri bize eski Türk
inanış ve düşüncesinde ışığın önemli bir unsur olduğunu göstermektedir.
Türklerin Müslümanlığı seçtikten sonra İslam nuruna neden bu kadar
sarıldıkları bunu ortaya koymaktadır. Onlar, İslamın aydınlığını
karanlıkta kalmış ülkelere yaymak için yüzlerce yıl canını vermişlerdir.
İslamdan önce de bu Türk adaletinin ışığı ve temizliğinden başka bir
şey olmasa gerek!
Ağaç sevgisi de Türk destanlarında geniş
yer tutar. Eski Türk inanışına göre Tanrı insan cinslerini bir ağacın
dokuz dalında barındırmış ve her daldan bugünkü insanlığın bir atası
türemiştir. Ayrıca Oguz Kagan’ın Gök (Kök), Dağ (Tag), Deniz (Tengiz)
adlı oğullarını doğuran kadın, bir göl ortasındaki, kutlu bir ağaç
kovuğunda ortaya çıkmıştı. Oguz’un orduları batıya sefer ederken İtil
Nehrini bir ağaç salın üzerinde geçtiler. Cürcet hükümdarını yendikten
sonra ele geçirdikleri ganimeti ağaçtan yaptıkları bir kağnı ile
taşıdılar. Yine Oguz’un akınları sırasında dul kalan bir kadın, çocuğunu
ağaç kovuğunun içinde doğurdu ve ona “içi boş ağaç” manasına gelen
Kıpçak ismini verdiler. En eski atalarımız Ergenekun’dan çıkmak için
demir dağı, ağaç öbeklerini yakarak erittiler. Uygur Türklerinin
efsanevi atası Bögü ile kardeşleri, Togla ve Selenge ırmaklarının
arasındaki bir ağaçtan, kutlu bir şekilde doğmuşlardı. Bununla beraber,
İslami dönemde Osman Gazi’nin rüyasındaki bir ağaç, Türk hakimiyetini
Anadolu ve Balkanlara dallarını yayarak haber veriyordu. Türk milleti
günlük hayatında ağaç ile o kadar iç içedir ki, bu yüzden destanlarının
bile vazgeçilmez bir parçası olmuştur.
Bizim destanlarımızda sıkça görülen
özelliklerden birisi de, değişik madenlerdir. Kullandığımız maden
adlarının da genellikle Türkçe olması dikkat çekicidir. Meşhur Çor (Şu)
Destanı’nda, suyu ve kuşları seven hakanın havuzu gümüştendir. Yine bu
destanda, İskender’in askerlerinden birisi Türk erinin vurduğu kılıç
darbesiyle ölmüş ve kemerinden altınlar dökülmüştür. Oguz Kagan, millete
musallat olan canavarı demir kargı, ona yem olarak kullandığı aladoğanı
da bir bakır ok ile vurmuş idi. Oguz Kagan, Cürcet ülkesine sefere
çıktığında; yolda duvarları altından, pencereleri gümüşten, çatısı
demirden bir ev görmüştü ki, bu evin çatısını açan kişiye de Tömürdü
Kagul adı verilir. Tömür, Türkçede “demir” demektir. Destanın en anlamlı
bölümü Ulug Türk’ün rüyasında bir altın yay ile üç gümüş ok görmesidir.
Ergenekun Destanı’nda ise, maden işlemeyi bilen Türkler, bu maharetleri
sayesinde bu kapalı yurttan çıkmayı başarmışlardı.
Destanlarımızdaki bir diğer mühim motif
de Kök Börü, yani kurttur. Börü zaman zaman bize ana, bazan kılavuz,
bazan sancaklarımıza amblem, yeri gelince kaganın ordusu, ara-sıra savaş
uranı, bazan Oguz Kagan da olduğu üzere hükümdarın kendinde topladığı
özellikler, zaman zaman Ergenekun’dan Türkleri çıkaran kaganın adı,
bazan da Tölöslerin Türeyiş Destanı’ndaki gibi kaganın kızlarının
evlendiği kutlu varlık oluyordu. Ona izafeten Asya’nın çeşitli
yerlerinde kurt dağları mevcuttu. Attila’nın yüzünün bile kurta
benzediğini söyleyenler vardır. Bozkır hayatında herne kadar kurttan
korkulsa da Türk milleti, onda kendisini yansıtan birşeyler bulmuştur.
Kadın da, Türk destanlarında müstesna
bir yere sahiptir. Mesela Oguz Kagan’ın ilk karısı ışıktan, ikinci
karısı ağaçtan meydana gelen kutlu varlıklardı. Bunlar Oguz’a altı tane
çocuk doğurdular ve onlardan da Türk Oguz boyları türediler. Kök Türk
efsanesinde kadın, kutlu bir kurt idi. Ona Börü (Aşina) adı verilmiş;
Uygur hükümdarı Bögü’nün rüyasına ise, ışık halinde mukaddes bir kadın
girmişti. Dolayısıyla Türk toplumunda kadın bazan aile reisi, ama her
zaman evin direği, erkeğin yoldaşı, Türk çocuklarının sütü temiz
anasıdır. Türk toplumunda aile birliğini ananın sağlaması sebebiyle o,
ilahi bir varlık olarak da görülmüştür.
Destan motifleri içinde atın da ayrı bir
yeri söz konusudur. O kadar ki, eski Türkçede ava gitmek gibi, savaşa
gitmeye de “atlanmak” denmektedir. Kök Türk Yazıtlarında, özellikle Köl
Tigin’in atları birer alp gibi görülür. Manas Destanı’nda kahramanların
atlarının hep ismi vardır. Kör-oglu Destanı’nda onun “Kır atı” büyük
vazifeli bir kahramandır. Atlar, destanlar da vefalı ve sevgili bir
yoldaş, hedefe ulaştıran vasıta olarak karşımıza çıkar.
Bundan başka “yada taşı” inancı halâ
eski Türk dininin ve kültürünün izlerini taşıyan Türklerin arasında
mevcut bulunan bir destan unsurudur. Eski rivayetler ve destan
parçalarının izlerine göre; Türk’ün, Aral Gölü civarlarında yaşarken
amcazadesi Oguz ile arası açılmış, aralarında savaşlar olmuş, Oguz bu
yada taşını ele geçirmeye çalışmış, Çin taraflarından gelen on kam,
Türk’e üstünlük sağlayan bu taşın onda kalmasını sağlamıştır. Yada
taşının en dikkate değer hikayesi Uygur Türkleriyle alâkalı olanıdır.
Uygur hükümdarlarından birisinin, Çin imparatorunun gönderdiği
prenseslere karşılık sahibi olduğu taşı parçalayarak, Çin’e yollaması
Türk milletinin felaketine sebep olmuştur ki, burada da esas anlatılmak
istenilen vatan ve millet sevgisidir. Yani vatanın her karış toprağı
kutsaldır ve ne sebeple olursa olsun ondan asla vazgeçilemez.
Bunun yanı-sıra destanlarımızda suyun da
önemli bir yerinin bulunduğu ve özellikle bu destanlarda Orkun ve
Selenge nehirlerinin göze battığı ortaya çıkmaktadır[7].
Milli destanın meydana gelmesi için üç merhalenin geçmesinin lazım geldiği kabul edilir:
1- Destani ruhlu bir milletin çeşitli devirlerdeki maceralı hayatını halk şairleri ufak parçalar halinde söyler.
2- Milletin bütününü ilgilendiren bir hadise, bu çeşitli destan parçalarını bir merkez etrafında toplar.
3- Sonunda, millette büyük bir medeni
hareket olur ve o sırada çıkan aydın bir halk şairi bu parçaları
toplayarak milli destanı yaratır.
Destanlarımızı bir de nazma çekme
çalışmaları oldu. Bunu yapanlar da daha önce söylediğimiz Ziya
Gökalp’tan başka, Rıza Nur ve Basri Gocul’dur. Oguz Kagan Destanı’nı
nazım şekline sokan Rıza Nur 6100 mısrayı aşan büyük bir eser meydana
getirdi[8]. Son olarak bu hususta gayret gösterenler kişilerden birisi N.Yıldırım Gençosmanoğlu oldu.
Ancak sayısı yüzün üzerinde olan Türk
destanlarının tasnifi, incelenmesi, yorumlanması halâ tamamlanmış
değildir. Bu ortak destanlarımızın bazıları ve konuları şöyledir:
1- Abılay Han Destanı, bugünkü Kazak
Türklerine ait olup, 18. yüzyıldaki Kazak boy birliğinin teşekkülünün
izlerini taşır. Abılay Han (öl. 1781) Orta Yüz (Orda) Kazak
hanlarındandır. Kalmuklarla kahramanca mücadeleleri söz konusudur.
Halkın selameti için Ruslarla ve Çinlilerle barış içerisinde yaşamaya
gayret etti. Ancak rakipleri tarafından tuzağa düşürülerek öldürüldü.
2- Alp Er Tonga Destanı’na ait ilk
bilgileri Kaşgarlı Mahmut vermektedir. Divanü Lûgat-it-Türk’de Afrasyab
olarak geçen Turan hükümdarı Alp Er Tonga ile birleştirilmektedir.
Afrasyab, Turan-İran savaşları sebebiyle ilk önce Şehname’de zikredilir.
Ancak, Kaşgarlı’nın bahsettiği Alp Er Tonga’nın, Şehname’de geçen
Afrasyab ile bir olduğu yolunda şüpheler vardır. Bize göre Alp Er Tonga,
714 yılında Beş Balık’ın kuşatılması sırasında tuzağa düşürülerek
öldürülen, Kapgan Kagan’ın büyük oğludur. Kişilik olarak Köl Tigin’e
benzeyen, Kök Türkler arasında çok sevilen ve bütün ömrünü Türk milleti
için harcamış olan Tonga Tigin’in kahramanlıkları ölümünden sonra da
Türkler arasında yaşamış ve bir efsane olarak Kaşgarlı’nın çağına kadar
gelmiştir[9]. Kaşgarlı Mahmud’da Türkler arasında yaşayan bu destanı duyduğu için eserinde zikretmiştir.
3- Alpamış Destanı’nın ençok Kara Kalpak
varyantı meşhurdur. Dede Korkut hikayelerinden, “Bay-böre Bek-oglu
Bamsı Begrek” hikayesi Türk dünyası içinde en bilineni olup, Kara
Kalpakların ve Kazakların Alpamış veya Alpamsı, Başkurtların Alpamış,
yahut Alpamşa adlı hikayeleri Dede Korkut’taki Bamsı Begrek hikayesinin
değişik coğrafi bölgelere göre işlenmiş varyantlarıdır.
4- Çingiz Han Destanı. Çingiz Han,
bazıları sevsede, sevmese de, Türkleri bir bayrak altında toplayan,
dünyanın en büyük hükümdarlarının başında yer alan, emrindeki küçücük
bir kuvvet ile milyonlarca km²’lik toprakları ele geçiren bir kişidir.
Hem Türkler için, hem de Mogollar için son derece önemli bir insan olan
Çingiz’in hayatı ve mücadeleleri zaten bir destan gibidir. Onun
destanlaşmış hayatına ait bilgileri yazılı olarak biz, Mogollar’ın Gizli
Tarihi’nden, Reşidüddin’in Camiü’t-Tevarih’inden ve Cüveyni’nin Tarih-i
Cihangüşa’sından öğreniyoruz. İşte bu kaynaklardaki bilgiler Türk ve
Mogol halkı arasında yüzyıllardan beri sözlü olarak anlatılmaktadır.
daha sonraları yazıya geçirilmiş olan Çingiz-nâme’nin çeşitli nüshaları
bulunmaktadır. Bunların arasında Paris, Berlin, British Museum
nüshalarını sayabiliriz[10].
Çingiz-nâmelere göre; o Oguz Han’ın oğlu Gök (Kök) Han neslinden gelir.
13. asırda bir fırtına gibi esen Çingiz Han, Oguz Han’ın yerini
almıştır. Eski Türk destanlarındaki tarihi ve kültürel pekçok unsur
Çingiz-nâme’ye de girmiştir. Mesela Çingiz, annesi Ölen-eçe’nin gökten
inen bir ışık halindeki gök yeleli bozkurtla birleşmesinden dünyaya
gelmiştir.
5- Çora Batır Destanı, Kazan’ı son Rus
saldırısında müdafaa eden Çora Batır’ın kahramanlıklarını ihtiva eder.
Bilindiği gibi Çora Batır ve Koçak Oglan Kazan’ı kahramanca savunmuşlar
ve onların yiğitlikleri Kazan Türkleri arasında sonradan
destanlaşmıştır. Çora Batır Destanı, Sovyet-Rusya zamanında yasaklanan
Türk destanlarındandır[11].
6- Danişmend-nâmeler, Anadolu’da
doğrudan doğruya Türk büyükleri için ve daha 12. asırda söylenmeye
başlayan İslami Türk destanlarının yazıya geçirilmiş örneğidir.
Danişmend-nâme önce Selçuklu sultanı II. İzzeddin Keykavus’un
(1238-1278) emriyle ve onun yazıcılarından İbn Alâ tarafından
derlenmiştir. Aynı eser Türkçe kitapların daha açık ve yaşayan Türkçe
ile yazılmasını isteyen Osmanlı hükümdarı II. Murad’ın (1421-1451)
isteğiyle, 15. yüzyılda Tokat dizdarı Arif Ali’nin marifetiyle tekrar
yazılmıştır. Arif Ali, Danişmend-nâme’yi onyedi bölüm halinde
hazırlamıştır. Başta Danişmend Ahmed Gazi olmak üzere, Danişmendli
büyüklerinin kahramanlıkları etrafında meydana gelen bu destani hikaye,
bir bakıma Battal-nâme’nin Türk destan uslûbuyla söylenegelmiş bir
devamıdır[12].
7- Dede Korkut Hikayelerinin nakilcisi
olan, Dede Korkut’un adındaki Dede’nin Korkut kadar eski olmadığı ve
bunun efsanevi Korkut’un yaşlılığını nitelemek için asıl ada sonradan
eklendiği şüphesizdir. Dede Korkut Kitabı’nın önsözünden anlaşıldığına
göre Korkut Ata, Hz. Peygamber zamanına yakın bir vakitte yaşamıştır.
Birçok tarihi kaynaklar ve hemen hemen bütün rivayetler, Korkut Ata’nın
keramet sahibi bir kişi olduğu noktasında birleşirler. Bazı kaynaklar ve
söylentiler, Dede Korkut’u 295-300 yıl yaşamış gibi gösterirler. Dede
Korkut Kitabı’nda onu vezir veya devlet adamı karakteri ile değil,
ozanlar başı olarak görüyoruz. Destani hikayelerde ona bağlanıp, mâl
edilen başlıca işler şunlardır: Güzel sözler, hikmetler söylemek,
Oguzların türlü yönlerine ilişkin hikaye ve rivayetler anlatmak,
hanların ve beylerin methiyelerini aktarmak, eğlence ve törenlerde
şarkılar çalmak, iyi insanlara hayır-dualar etmek, kötüleri kınayıp,
ayıplamak. Hayatı hakkında olduğu gibi, ölümü hakkında da bilgi yoktur.
Mesela Kazak Türkleri arasında kopuz ve dombranın mucitidir. Asıl adı
“Kitab-ı Dede Korkut alâ Lisan-ı Taife-i Oguzan” olan bu eser Oguzların
Azerbaycan ve Kuzey-doğu Anadolu yörelerindeki yaşayışlarını dile
getirir ve İslam öncesi Türk hayatından da önemli izler taşır. Dede
Korkut’un 1950 yılına kadar tek nüshası biliniyordu. Dresten
Kütüphanesindeki bu yazmadan ilk olarak bir Alman (Fleischer) söz
etmiştir. Türkçe ilk baskısı Kilisli Rıfat tarafından yapıldı (1916).
1938’de O.Ş.Gökyay, bu nüshayı esas tutarak Türkiye’deki en mükemmel
neşirlerinden birini yaptı. 1950’de Vatikan Kütüphanesinde E.Rossi
ikinci bir yazmayı buldu ve 1952’de bazı eklerle yayınladı. Dede Korkut
Hikayelerinin herbiri başlı-başına bağımsız gibi görünüyorsa da, hepsi
birden bütünlük meydana getirmektedir. Meşhur Dede Korkut Hikayeleri
şunlardır:
a- Dirse Han-oglu Bogaç Han Destanı
b- Salur Kazan’ın Evinin Yağmalanması Hikayesi
c- Kan Börü-oglu Bamsı Begrek Destanı
ç- Kazan Beg-oglu Uruz Beg’in Esir Düşmesi
d- Deli Tumrul Hikayesi
e- Kanlı Koca-oglu Kan Turalı Destanı
f- Kazılık Koca-oglu Yigenek Destanı
g- Basat’ın Tepe-göz’ü Öldürmesi Hikayesi
h- Beg İl-oglu Emrek’in Destanı
ı- Uşun Koca-oglu Segrek Destanı
j- Salur Kazan-oglu Urus’un Tutsaklıktan Kurtulması Hikayesi
k- İç-Oguz’a Dış-Oguz’un Düşman Olması Hikayesi
8- Kalaç Destanı olarak biz Şu
Destanı’nı görmekteyiz. Şu Destanı’nı araştırmacılar Türklerin eski
devirlerine, yani Saka çağına mâl ederler. Bu da, Kaşgarlı Mahmud’un
Türkmen kelimesini açıklarken verdiği kayıtlara dayanmaktadır. Destanın
ana teması şöyledir: İskender Doğu ülkelerine sefere çıkıp, nihayet Türk
topraklarına dayanmıştı. Bugünkü Hocent’in bulunduğu yerde otağını
kurmuş olan Şu adındaki Türk hükümdarı İskender’in gelişine hiç aldırış
etmemiş, fakat İskender’in ordusu pek kalabalık olduğundan dolayı
Türkistan’ın içlerine çekilmişti. Ancak onun tebasından 22 bey geç
kaldıkları için orada kalmışlardı. Sonradan oraya ordunun izini takip
eden iki kişi daha geldi. Yorgun ve bitkin olan bu iki kişi, diğer yirmi
iki kişiyle tanıştılar, konuştular. İki kişi İskender’in buralardan da
gelip-geçeceğini ve kimseye dokunmayacağını söylediler. Bunun üzerine
diğer 22 kişi onlara “Kal aç” dediler. İşte bu iki kabileyle
Türkmenlerin sayısı yirmi dört oldu[13].
9- Kör-oglu Destanı, Türk dünyasının
birçok yerinde bilinen; Balkanlardan, Türkistan’a kadar uzanan geniş bir
coğrafyada yeri olan kahramanlık hikayesidir. Ancak pekçok Türk
destanında olduğu üzere Kör-oglu’nun kimliği hususunda da bir kesinlik
yoktur. Bazı iddialara göre; Osmanlı Devleti’nin İran seferlerine
katılmış, gür sesli bir şair, kimine göre aşk için dağlara çıkmış
eşkıya, son zamanlarda ileri sürülen bir iddiada da, 8. yüzyılın ikinci
yarısında Çin’de isyanlara sebebiyet veren An-Lu shan’dır. Destanın ana
yapısı, gözleri oyulmuş bir babanın oğlu tarafından zalimlerden
intikamının alınması şeklindedir[14].
10- Manas Destanı, Kırgız Türklerinin 9.
yüzyıldan sonra devlet sahibi olmalarını ve bunun için yaptıkları
savaşları bünyesinde barındırır. Adı geçen asırdan 20. asra kadar Kırgız
Türkleri arasında yaşayan, nesilden nesile sözlü olarak devredilen bu
destan Türk kültürünün aşağı-yukarı bin yıllık bir bölümünü bütün
halinde verir. Bu destanı ilk defa Batı alemine Çokan Velihanoğlu
(Velihanov) tanıttı. Destan, Kırgız ve genellikle Türkistan Türklüğü
içerisinde görmüş olduğu rağbet üzerine bir de Manasçı adı
altında halk şairi grubu vücuda getirmiştir. Barthold’a göre Manas
Destanı 9. ve 10. yüzyıllarda teşekkül etmiştir. Destanın bugünkü vatanı
olan Kırgızistan’da birçok boylar Manas veya oğlu Semetey’e izafe
olunduğu gibi, Doğu Türkistan’da Manas Nehri ile Manas şehri vardır.
Manas adını taşıyan bu yerler, Türklerin rivayetlerine göre destani
kahramanın adı ile alakalıdır. Kafkasya’da da Manas adını taşıyan bir
çay ve[15]
Talas vadisinde Manas’a ait bir türbenin olduğunu da zikretmekte fayda
vardır. Bugün Manas Destanı’nın çeşitli rivayetleri bulunmaktadır:
1- Sagımbay Orazbek-oglu Rivayeti, 1912-1930 yılları arasında tesbit edilmiş olup, 378 mısra halinde bir özettir.
2- Yolay Rivayeti ki, bu daha çok
Radloff’un adıyla anılır. Bu rivayet Tokmak kentinin güneyindeki Şamsı
Irmağı kıyılarında yaşayan konar-göçer kabilelerin bir ferdi olan Kırgız
Manasçı’sı Yolay’dan kaydedilmiştir. Bu varyant 17.774 mısradır.
3- Çokan Valihan-oglu Rivayeti, Manas konusunda derlenmiş ilk rivayettir.
4- Bekmurat Rivayeti, 32.000 mısradır.
5- Karalay Sayakbay-oglu Rivayeti, 40.000 mısra olup, 60 gecede tamamlanmıştır.
Manas Destanı’nda hem eski Türk dininin,
hem de İslamiyetin izleri vardır. Eski Türk kabile hayatı ve Türk dünya
görüşü rastlanan ögelerdendir.
11- Oguz Kagan Destanı’nın bugün bilinen
tek orijinal nüshası vardır, o da Paris’te Fransız Milli
Kütüphanesindedir. Uygur harfleriyle yazılmış olan bu nüsha İslam öncesi
motifleri ihtiva eder. Bu eserin en iyi neşri 1932’de W.Bang ve
R.R.Arat tarafından almanca olarak yapılmış ve 1936’da Türkiye
Türkçesine çevrilmiştir. Türk edebiyatının hiç şüphesiz en kıymetli
hazinelerinden birisi Oguz Kagan Destanı veya diğer bir deyişle
Oguz-nâmelerdir. Muhtevasında köklü bir tarih ve kültür unsuru yatan
Oguz-nâmeler, bilindiği üzere tarihî Türk destan kahramanı ve hükümdarı
Oguz Kagan’ın fütûhatını anlatır. Bu yüzden Oguz Kagan destanlarında baş
rolü oynayan Oguz’un kimliği üzerinde durmakta fayda vardır. Kimdir bu
Oguz?. Sadece bir destan kahramanı mı, yoksa gerçekten tarihte yaşamış
bir şahsiyet mi? Bu soruya şimdiye kadar pekçok alim cevap vermeye
çalışmış ve bazılarına göre; büyük Hun yabgusu Mo-tun (Mete) kabul
edilmişken, bir kısmına göre de; Türk milletine gönderilmiş olan
peygamber denmiştir. Aslında her iki iddiada bulunanların da kendileri
açısından haklı tarafları vardır. Tarihte şimdilik bilinen en eski
devletimiz, Hunlar tarafından kurulmuştur. Türk tarihinin en kudretli ve
meşhur hükümdarlarından birisi, bu Hun Devletini zirveye çıkaran ve
kendinden sonra gelecek olan Türk sülalelerinin kurduğu devletlerin
temelini atan Mo-tun Yabgu’dur (M.ö. 209-174). ) Onun babası Tu-man
(belki Tümen?), kendinden sonra onu hükümdarlık için varis
göstermeyerek, kardeşini yerine geçirmek istemiş, o da emrindeki bir
tümen kuvvet ile harekete geçerek, babasını bir sürek avında öldürtmüş
ve devletin başına geçmiştir (M.Ö. 209). Devlet teşkilatını yeniden
düzenleyen Mo-tun, Tung-huların kendisinden devamlı toprak istemeleri
üzerine, onları büyük bir bozguna uğratmış, M.Ö. 203 yılında da
Yüe-çileri mağlup etmiştir. Bilindiği gibi Çin kaynakları Mo-tun’un
hayatını çok renkli bir şekilde anlatmaktadır. Çin kaynaklarındaki bu
hikayeler, Türklere ait ilk destanî materyallerdendir. Mo-tun, Asya’da
siyasî hakimiyetini sağladıktan sonra Çin topraklarına doğru akınlara
başlamış, Çin Seddi’ni kolayca aştığı gibi, hatta Çin imparatoru
Kao-ti’yi (M.Ö. 206-195) sıkıştırmış (M.Ö. 201), imparator yıllık vergi
vermek suretiyle onun elinden kurtulabilmiştir. Mo-tun Yabgu, M.Ö. 174
tarihinde öldüğü zaman, Orta Asya’da Türk birliğini gerçekleştirdikten
başka, birçok yabancı kavmi de kendi hükümranlığı altına almıştı.
Devletin sınırları doğuda Kore’ye, batıda Aral Gölü’ne, kuzeyde
Yenisey’in yukarı mecralarına, güneyde de Hindistan’ın kuzeyine kadar
ulaşmış bulunuyordu. Görüldüğü gibi bu büyük Türk hükümdarının tarihteki
önemini kimse inkar edemez. Sadece Türk milletinin tarihinde değil,
Türklerin dışındaki Orta Asya halkları için de Mo-tun Yabgu mühimdir.
Pekçok devletin tarihten silinmesine vesile olmakla beraber, Asya’nın
şekillenmesine sebep olmuştur. Böylesine değerli bir şahsın unutulması
elbette ki mümkün değildir. Türk milletinin hafızasına yer etmiş bu zat
ve onun hizmetleri kulaktan kulağa sözlü olarak geldiği gibi, yazılı
olarak da yaşamıştır. Bu yüzden pek tabiiki Oguz ile Mo-tun’un aynı
olabileceği görüşünü göz-ardı edemeyiz. Bunun yanısıra Tanrı tarafından
zaman zaman insan oğullarına, doğru yolu bulmaları amacıyla
peygamberlerin gönderildiğini de bilmekteyiz ve Hâk dinlere ait
kitaplardan her kavime bir peygamber yollandığını öğrendiğimiz gibi,
bunların sayısının da oldukça fazla olduğunu görmekteyiz. Özellikle
Oguz-nâmelerin İslami unsurlar taşıyan varyantlarında, Oguz’un bir Hâk
dine mensubiyeti (ki burada Müslümanlık ön plandadır) onun da bir elçi
olabileceği ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Tarihte, Oguz adıyla gelen
bir peygamber ve onun dinini yaymak için üyesi olduğu milletle beraber
yapmış olduğu mücadele, belki de zamanla bir kahramanlık destanına da
dönmüş olabilir! Nasıl ki, Hz. Muhammed’in İslamiyeti yayarken yapmış
olduğu savaşlar ve başından geçen hadiseler, kahramanlık hikayeleri
şeklinde süslenerek aktarılıyor ise, Oguız için de aynı şeyleri neden
düşünmeyelim? Yeri gelmişken, birazda burada Oguzlar üzerinde durmakta
fayda görmekteyiz. Destanlarda Oguz bir şahıs ismi olarak karşımıza
çıkıyor. Ama onun adını taşıyan bir etnik topluluk var ki, o da Türk
milletinin önemli bir parçası olan Oguzlar ya da Türkmenlerdir. Türk
tarihinin baş eserleri durumundaki Köl Tigin ve Bilge Kagan yazıtlarında
Türk bodundan sayılan Oguzların, etnik yapısı konusunda bugüne kadar
pekçok çalışma yapılmıştır. Genellikle kabul edilen görüş; Oguz’un
“okların birliği”, yani kabile manasına geldiği yolundadır. Bazı
alimlerin, Kök Türk kaganlarının da Oguzlardan neşet ettiği yolunda
görüşleri varsa da, bize göre şimdilik bunu tereddütle karşılamak
gerekir. Yani Aşina soyunun Oguz olduğuna dair henüz elimizde yeterince
belge yoktur. Kitabelerde geçen Tokuz Oguz bodun kentü bodunım erti[16]
cümlesi, Kök Türk kaganlarının da Oguz halkından olduğunu göstermeye
yetmemekle beraber, bu cümleden “Oguzlar da bana tabi idi” gibi bir mana
çıkarmak mümkündür. Ayrıca, Oguzların 630’dan sonra, bu adla ortaya
çıkmış Tölös[17] boylarından olduğu söylenmiştir[18]. Gerçekten Oguzlar da, Kök Türkçe yazılı kaynaklarda gördüğümüz Altı Bag Bodun[19]
gibi, devletin kargaşaya sürüklendiği bir sırada, başlarını kurtarmak
için bir araya gelmiş kabileler birliği olabilir! Şimdiye kadar
kitabelerden çıkardığımız netice, Oguz adının tek başına kullanıldığı
gibi, çeşitli rakamlarla ifade edilen birlikler altında da yaşadığını
gösteriyor. Kök Türkçe yazılı kitabelerde Oguzlar karşımıza Tokuz Oguz,
Üç Oguz, Altı Oguz ve Sekiz Oguz biçimlerinde çıkmaktadır. O zaman akla
şu soru geliyor: Aynı çağlarda bu federasyonların hepsi var mıydı? Eğer
yazıtlara bakacak olursak; Oguzlar, Uygurlar iktidara gelmeden önce
Tokuz Oguzdular. Ancak, Uygur dönemine ait Şine-Usu Yazıtı’ndan Uygurlar
devrinde Sekiz Oguz diye bir boy birliğini öğrenmekteyiz. Yine Bilge
Kagan Kitabesi’nde Üç Oguz savaşından bahsedilmektedir. Öyle ise, bütün
bu federasyonlar 7-9. yüzyıllar arasında mevcutturlar[20].
Bununla beraber, 10. yüzyıldan kalma bazı metinlerde bir Oguz Öge ile
onun 24 komutanından haberdar olmaktayız. Demek oluyor ki, Oguzlar 10.
asrın başında 24 boy halinde bir ittifak meydana getirmişlerdir[21].
Ancak burada bir şeyi hatırlamak gerekiyor; kitabelerde geçen Oguz
federasyonlarının sayısı 26’dır. Fakat bugün için bilinen bir gerçek,
Oguzlar 24 boya mensuptur ve iki kısma ayrılırlar; Boz Oklar, Üç Oklar.
Görüleceği üzere yazıtlarda tesbit edilen yirmi altı sayısından, 10.
yüzyıldaki yirmi dört Oguz boyu iki üye olarak eksiktir. Bizim bu
konudaki fikrimiz şudur: Çağlar içerisinde Oguz federasyonuna çeşitli
boylar girip çıkmıştır. 10. asırda ise konfederasyon son şeklini aldı.
Bütün bu açıklamaların sonunda belki, Oguzların Tölös boylarından ve
Türk soyundan olduklarını söylemekte bir sakınca yoktur. Kök Türkçe
yazıtlardan, Oguzların yurdunu Selenge’nin doğusunda tesbit ediyoruz.
İslam coğrafyacılarına göre, Yafes’in soyundan gelen Guz (Oguz),
Bulgarların kıyısında yer tutmuştur deniyorsa da[22],
bu bilgi daha sonraya aittir ve Oguzların batıya yönelmeye başlamaları,
8. asrın ikinci yarısından sonra olmuştur. Tıpkı Kök Türkler çağında
olduğu gibi, Uygurlar zamanında da Oguzların isyanı vardır. Bu bakımdan
oldukça ilginç bir Türk topluluğudurlar. Hatta kendi kurdukları sülale
devletlerinin de en büyük muhalifleri olmuşlardır. Kök Türkçe yazılı
belgelerde 8. yüzyılın ikinci yarısından sonra, Oguzlarla alâkalı bir
kayda rastlamıyoruz. Bu da bize onların batıya doğru kaydıklarını
gösteriyor. Umumiyetle Sır-Derya boylarına gelen Oguzlar, buradaki
Peçenekleri daha batıya sürerek, yeni bir yurt tuttular. 10. yüzyılın
ilk yarısında başlarında bir yabgunun bulunduğu ve merkezlerinin de
Yangı-kent olduğunu İslam kaynakları kaydetmektedir. Bu memleket genel
manada İrtiş ve İtil Nehirleri arasındaki bozkırları içerisine almakta
ve güneyde Sır-Derya ve Üst-Yurt sahalarını ihtiva etmektedir. 10. asrın
Oguzlarının çok kuvvetli olduğu, hususiyetle 9. yüzyılın başlarında
Arap valileri arasındaki mücadelelerde de Oguzların rolünün bulunduğu,
ekseriyetinin de Mani inancında oldukları söylenmiştir[23]. 11.
yüzyılla birlikte, kalabalık Türk kuvvetleri halinde Anadolu ve Suriye
bölgelerine gelen Oguzlar, dünya tarihinde çok önemli gelişmelere sebep
oldular. Oguzlara, İslamiyeti kabul ettikten sonra Türkmen denmeye de
başlandı. Tarihteki ilk büyük devletleri Selçukluları Kınık boyuna
dayanarak kuran Oguzlar, Selçuk soyunun zayıflamasında da etkili
olduktan sonra, Osmanlı hanedanlığı kanalıyla iktidarı Kayılara teslim
ettiler ve altı yüz sene gibi uzun bir müddet Türk ve İslam aleminin
liderliğini yaptıkları gibi, dünyanın da en güçlü ülkelerinden biri olma
unvanına sahip oldular. Bugün elimizde, farklı coğrafyalara, değişik
kişilere ve farklı Türk boylarına ait epey sayıda Oguz-nâme
bulunmaktadır. Fakat gerçek olan bir şey vardır ki, bunların hepsinin
menşei aynıdır. Günümüzde yazıya geçirilmiş Oguz Destanlarının kaynağı
olarak İlhanlı veziri Reşideddin’in “Cami’üt-Tevarih” adlı kitabının
ikinci cildindeki “Tarih-i Oguzân ve Türkân” bölümü gösterilmektedir.
Herne kadar Reşiddedin Oguz Destanı’ndan bahsederken, “Türk
tarihçilerini ve ravîlerini” anıyorsa da, bu onun da bir kaynağa
dayandığını gösterir. Bu itibarla yukarıda işaret ettiğimiz üzere
elimizde birkaç tane Oguz Destanı mevcuttur. Bunları belki rahmetli
Z.V.Togan’dan yararlanarak, şöyle sıralayabiliriz:
1- Oguz Tarihi’nin daha
Reşideddin hayatta iken istinsah edilen ve minyatürlerle süslenen, daha
sonra Hafız Abru’nun Mücmal at-Tevarih adlı kitabının içine alınan,
yazması ki, Topkapı Sarayı, Hazine 1653 numarada kayıtlıdır.
2- Aynı eserin yine Reşiddedin
hayattayken kopyalanan ve Topkapı Sarayı, Hazine 1654 numarada kayıtlı
varyantı da minyatürlerle süslenmiş, ama bazı sayfaları eksiktir.
3- Yine aynı eserin Topkapı
Sarayı, III. Ahmed Kütüphanesi, 2935 numaradaki nüshası Ulug Beg’in
kütüphanesi için çoğaltılmıştır.
4- Aynı kitabın Topkapı Sarayı, Bağdat Köşkü, numara 282’deki varyantı.
5- Yukarıda bahsedilen nüshaların Süleymaniye Damad İbrahim Paşa Kitaplığı, 991 numaradaki varyantı.
6- Ebu’l-gazi Bahadır Han’ın “Şecere-i Terakime” adlı eserindeki Oguz-nâme.
7- Uygur harfleriyle yazılmış ve Paris’te bulunan nüsha.
8- Dede Korkut Hikayeleri, ki bunlar da bir nev’i Oguz-nâme’dir.
9- Oguz Destanı’nın Uzunköprü Rivayeti Çagatay sahası Türkçesiyle kaleme alınmıştır.
10- Yazıcıoğlu’nun Tevarih-i Al-i Selçuk adlı eserinin başındaki Oguz Destanı[24].
Bunun yanısıra sonradan bulunan veya
keşfedilen Oguz-nâmeler de vardır. Bunlardan birisi, 17. yüzyılda
yazılmış olan İmamî’nin eseri Han-nâme’de yer almaktadır[25].
Bir diğeri Kazan’da bulunan Oguz-nâme’dir ki 1998 senesinde, Türkiye’de
tıpkı basımı yapıldı. Oguz-nâmelerin başka bir varyantı da Aşkabat
nüshası olarak bilinmektedir. Ancak bunlardan ayrı olarak, değişik
yerlerde ve farklı eserlerin içerisinde Oguz-nâmelerin olduğuna
inanıyoruz. Oguz-nâme rivayetlerinde Oguz Destanı’nın muhtevası olarak
önce Oguz’un soyu, dünyaya gelişi ve büyümesi bölümü, sonra Oguz’un
fetihleri ve boylara ad vermesi kısmı, daha sonra Oguz’un yurdunu ikiye
bölüp, oğulları arasında taksim etmesi bölümü ve Oguz’un vasiyeti ve
töresi göze çarpar[26].
12- Olonholar, Saha Türklerinin
kahramanlık destanları ve sözlü edebiyatlarının zirvesidir. Genellikle
Olonholarda bize göre; Sahaların ataları Kurıkanlarla, Mogol asıllı
Buryatlar arasındaki mücadeleler anlatılır ki, bunlar da Sahaların
ataları Omogoy ile Elley’in düşmanlarının baskılarından kurtulmak için
Lena Nehri boylarına nasıl geldikleri şeklindedir[27].
Olonholarda Sahaların mistik savaşçılarını, kahramanlarını ve kötü
ruhlarla olan mücadelelerini görebiliriz. Bugün Saha Cumhuriyetininde
Olonhoların toplanmasının birinci devresi bitmiştir. Olonhoların 150 tam
metini ve 80’den fazla kısa özeti toplanmıştır. Şimdiye kadar 17 tam
metin, 28 kısa özet ve 21 küçük parça basılmıştır. Bunların büyük bölümü
Rus ihtilalinden önce hazırlanmıştı. Daha sonra Olonholar üzerinde
incelemeler başlamıştır ki, bu da Sovyet-Rusya dönemine rastlamaktadır.
Olonhoların bazı bölümleri o kadar uzundur ki, anlatılması birkaç gün
sürer ve özel okuyucuları vardır. Olonhoların hangi tarihi devreye ait
oldukları konusunda anlaşmazlıklar vardır. Bunu bir neticeye vardırmak
için Güney Sibirya ve Mogolistan’daki konar-göçerlerin içtimai
hayatlarının tedkik edilmeleri gerekmektedir.
Diğer yandan Türk tarihini yakından
ilgilendiren birtakım yabancılara ait destanları da zikretmek lazımdır.
Bunlar da tarihimiz ve kültürümüz için önemlidir. Türk olmayan
kavimlerin bu destanları arasında İranlıların Şehname’sini, Almanların
Nibelungen’ini, Rusların İgor Bölüğü Destanlarını sayabiliriz. Bu
destanların pekçoğu doğrudan Türklerle alakalı olduğu gibi, bir kısmı da
dolaylı olarak Türklerle ilgilidir.
B- Arkeolojik Buluntular
Bütün dünya milletlerinin olduğu gibi,
Türk milletinin de eski tarihini ve kültürünü aydınlatabilmek için ilk
başta onlardan kalan maddi belgelere baş-vurmak zorundayız. Bunların
içine ise daha çok arkeoloji, sanat tarihi ve etnografya malzemeleri
girer.
Maddi kültür unsurları arasında çeşitli
iskan yerleri, bengütaşlar, balballar, mezarlar, kap-kacak, hülasa
hertürlü maddi eşya yer alır. Konar-göçer bir hayat tarzını benimseyen
Türkler özellikle kışlak merkezlerinde, barındıkları yapıları inşa
ettiler. Doğuda Yenisey ve Selenge nehirlerinden başlamak üzere batıda
Tuna’ya, yani Orta Avrupa’ya kadar Türklere ait pekçok yetleşim yerine
rastlanılmaktadır.
Asya ve Avrupa topraklarında Türklerden kalma buluntu yerlerini ve çağlarını şöyle tasnif etmek mümkündür:
1- Taş Çağı (M.Ö. 10.000-M.Ö. 1700)
a-Geç Taş Çağı (M.Ö. 10.000’ler)
b-Yontma Taş Çağı (M.Ö. 8000-3000)
2- Bakır Çağı. M.Ö.
2500-1700 yılları arası olup, bu buluntu yerlerine Altay-Sayan,
Minusinsk vadilerinde rastlanılır. Bu döneme ait Türklerden kalma at ve
koyun kemikleri bulunmuştur. Demek ki, Türkler M.Ö. 2500’lerden beri
koyunu biliniyordu.
3- Maden Çağı a-Tunç
Çağı, M.Ö. 1700-1000 yıllarını ihtiva eden Andronova kültürüyle ön plana
çıkar ki, burası Minusinsk bölgesindedir. Fakat Tunç Çağı’nın Türk
coğrafyasının çeşitli yerlerinde izleri vardır. Mesela, Tuva Tunç Çağı,
Tuva Cumhuriyeti sınırları içindeki Ulug-kem bölgesinde bulunmuştur.
Burada çıkan kalıntılar M.Ö. 2000-700 yılları arasında olup, Tölöslere
aittir. Kazak Tunç kalıntıları, Kazakistan topraklarında yer alıp, M.Ö.
2000-700 yılları dönemidir. Kara-sug Kültürü, M.Ö. 1300-700 yılları
arasıdır ve Yenisey çevresiyle, Kögmen Dağları havalisinde ortaya
çıkmıştır. Bu kültür de eski Tölös kabilelerinden kalmadır. Yassı Mezar
Kültürünü Baykal Gölü’nün güney-doğusunda, Ötüken Dağları (Hangay),
Selenge-Orkun, Tamır Irmakları ve Baykal Gölü çevresinde görüyoruz ve
M.Ö. 1000 yıllarına aittir. Burada ortaya çıkarılan arkeolojik
malzemeler, Minusinsk bölgesinde keşfedilen Tagar Kültürüyle benzerlik
gösterir.
4- Demir Çağı, buluntuları tıpkı Tunç Çağı gibi Türk ülkelerinin farklı bölgelerinde rastlanılmaktadır.
a- Uyuk (Tuva) Kültürü, M.Ö. 700-200 yılları arasında oluşmuştur.
b- Tagar Kültürü ise, M.Ö. 700-M.S. 100 tarihlerine konulup, Kögmen Dağları ve Yenisey’in kolları çevresindedir.
c- Esik Kalıntıları M.Ö. 500 yıllarına
ait olup, 1969 senesinde Kazakistan’ın Esik kasabasında başlayan kazılar
neticesinde ortaya çıkarılmıştır. Kazakistanlı ilim adamlarından Kemal
Akişev’in başkanlığında başlayan bu kazılarda elde edilen en mühim eser,
gümüş bir kap üzerindeki Kök Türk harflerinin arkaik şekli olarak kabul
edilen ve M.Ö. 5. yüyıldan kalma olduğu söylenen yazılardır. Bu
harfiyatta keşfedilen diğer önemli bir buluntu da, tamamen altınla
işlenmiş üzerinde bir zırh bulunan Türk tiginine ait cesettir. Bu yüzden
ilim literatürüne “Altın Elbiseli Adam” olarak geçti. Ayrıca bunların
yanında 4000 parça altın eşya çıkarıldı. Esik kalıntılarının bulunduğu
coğrafya Issık Köl çevresi, Ala-Tag, İli Vadisi, Çu-Talas arası,
Kuz-Orda ve Taraz havalisinden ibarettir. Bu bölge tarihin en eski
devirlerinden beri Türklerin yurdudur. Esik mezarlarından çıkarılan
altın levhalar üzerinde at, dağ keçisi, geyik, pars, kurt ve yırtıcı
kuşlara ait motifler vardır.
d- Taştık Kültürü, M.Ö. 300-M.S. 400
yıllarını ihtiva edip, yine Kögmen ve Yenisey bölgesinde ortaya
çıkarıldı. Taştık kültürünün buluntuları arasında küçük hayvan
heykelleri vardır. Kiselev, Taştık kültürünü doğrudan doğruya Kök Türk
kültürünün ön hazırlığı olarak kabul eder.
e- Pazırık Kültürü, Altun-Yış (Altay),
Yarış Ovası (Cungarya), Tarbagatay Dağları, Kara İrtiş ve Yumar (Ob)
Vadileri etrafında ortaya çıkmıştır. Pazarık mezarları ilk defa 1919
senesinde S.I.Rudenko ve M.P.Gryaznov adlı iki ilim adamı tarafından
bulundu. Sibirya’da Ulagan vadisinde, Pazırık denilen yerde, tamamen
donmuş mezarlar içinde cesetlere ve eşyalara rastlanıldı. Pazırık
mezarlarında M.Ö. 400-200 yıllarına ait halılar, giyim eşyaları,
ayakkabılar, arabalar, mumyalanmış kadın ve erkek cesetleri, at
koşumları, müzik aletleri ve süs eşyaları bulundu.
Tarih öncesi çağları ve kültürlerini böylece özetledikten sonra bulunan eşyaları da belki şöyle tasnif edebiliriz.
1- Her türlü giyim-kuşam eşyaları
2- Çeşitli süs eşyaları. Küpe, düğme, kopça, bilezik, gerdanlık, ayna, toka, kemer uçları
3- Savaş aletleri. Ok ucu (temren), balta, bıçak, süngü, kılıç, zırh, kalkan, bayrak, tug vs.
4- Ev aletleri. Çekiç, balta vs.
5- Mutfak eşyaları. Her türlü kap-kacak
6- At koşumları. Eğer, gem, üzengi, kayış tokaları.
7- Ev eşyaları. Halı, kilim, döşek, vs.
8- Müzik aletleri. her türlü çalgı.
9- Her türlü mimari yapı ve heykeller.
10- Tamgalar. Türk kültüründe tamgaların
önemi son derece büyüktür. Türk, sahip olduğu bütün varlıklara
tamgasını vurarak, onların adeta mülkiyetine sahip olmuştur. Çanağından,
çömleğine, koyunundan, atına, mezar taşından, sahip oldukları
toprakların sınırlarına kadar her yere tamgasını kazımıştır.
11- Bengü-taşlar.
C- Yazılı Kaynaklar
Hiç şüphesiz tarihin önemli kaynakları
arasında yazılı belgeler yer alır. Yazılı kaynaklar denilince de akla
kitabeler, sözlükler, siyaset-nameler, coğrafya eserleri, genel ve özel
tarihler ve ayrıca kültürümüz için önemli olan fal kitabları, dini
metinler, mektuplar ve yarlıklar gelir.
1- Kitabeler
Bugün tarihçiler, özellikle İslamiyet
öncesi Türk tarihinin yerli kaynakları bakımından çok az belgeye
sahiptirler. 19. yüzyılın sonlarına kadar başvuru kaynaklarımızın
temelini Çin yıllıkları ve seyahat notları meydana getiriyordu. Kök
Türkçe yazıtların ortaya çıkması ilim alemini bir anda harekete
geçirmiştir. İlk defa Kök Türkçe yazılı abidelerin varlığından bahseden,
13. yüzyıl tarihçilerinden Cüveynî olmuştur[28].
Daha sonra bir botanikçi olan D.G.Messerschmidt, 1721’de, Yenisey
vadisinde yaptığı araştırmalar sırasında, Kök Türkçe ile yazılmış
taşların varlığından haber vermiş, fakat o bu taşların hangi dille ve
kimlere ait olduğunu bilmediğinden yankı uyandıramamıştı. Ama ilim
aleminin en büyük keşiflerinden biri olan Kök Türk yazıtlarının
bulunması ve dünyaya tanıtılması, İsveçli bir subay olan J.Strahlanberg
sayesinde oldu. Bu yazıtların okunması için dünyada büyük bir yarış
başlamış ve ilk önce büyük alim Thomsen abideleri deşifre etmiştir.
Böylece araştırmacıların eline kıymeti hiçbir şey ile ölçülemeyecek olan
vesikâlar geçmiş oldu. Buna rağmen, belli başlı birkaç kitabenin
dışındaki diğer kitabelerden yararlanma yoluna gidilmemiştir.
Hunlardan sonra Türk devletinin başına
Tabgaçlar geçmişler, onların peşinden de Kök Türk Aşina ailesi Türk
birliğini sağlamıştır. Bugün istifade edilen yazıtların tarihî bakımdan
en kıymetlileri Kök Türklere aittir. Hunların neslinden olduklarını
söyleyen Kök Türklerin ardından Uygurlar da, Kök Türklerin izini takip
etmişler, onlar gibi gelecek nesillere haber vermek için büyük devlet
kitabelerini diktirmişlerdir. Bununla beraber Hun dönemi yazıtı olarak
daha önce bahsetmiş olduğumuz Esik Yazıtı gösterilmektedir.
a- Kök Türk Yazıtları
1- Bilge Kagan Yazıtı: Oğlu, İçen
tarafından Bilge Kagan’ın ölümünden (734) sonra 735 yılında
diktirilmiştir. Bilge Kagan ve Köl Tigin Yazıtlarının ilk kopyası Rus
arkeologu Yadrintsev tarafından çıkarılmıştır. Bu yazıtları ilk defa,
W.Radloff tarafından, Die Alttürkischen Inschriften der Mongolei,
St.Petersburg 1895, adlı eserde neşredilmiştir. Yazıtın Türkçe kısmını
Yollug Tigin yazmış olup, çince kısmını ve süslemeleri Çinliler
yapmıştır. Bilge Kagan’ın Yazıtı Köl Tigin’inkinden birkaç cm. uzundur.
Bu yüzden doğu cephesinde çince kitabe olmakla beraber, çince kitabenin
üzerinde ayrıca Türkçe yazılar devam etmektedir.
Yazıt dünyanın yaradılışıyla başlar: Üze kök tengri asra yagız yir kılundukta ikin ara kişi oglı kılınmış. Kişi
oglınta üze eçüm-apam Bumın Kagan, İstemi Kagan olurmış; olurıpan Türk
bodunıg ilin törüsin tutabirmiş, itibirmiş. Tört bulungdakı bodunıg kop
almış, kop baz kılmış. Bir dizi olaylar anlatıldıktan sonra; devletin
başına bilgisiz ve kötü kaganların geçtiğinden, bakanların da bilgisiz
ve kötü olduğundan, begler ve halkın arasındaki düzenin bozulmasından,
Çinlilerin sözüne kanarak küçüğün büyüğü tanımadığından, bu yüzden
iktidarı kaybettiklerinden, erkeklerin köle, kızların cariye olma
durumuna geldiklerinden, bahisler anlatılmaktadır. Daha sonra, Türk milletinin, Tanrı’nın izniyle İl-teriş Kagan ve İl-bilge Katun’un önderliğinde tekrar yükseltildiği, anlatılır. Yazıtta İl-teriş, Kapgan ve Bilge Kagan devrinin olaylarına sıkça yer verilmiştir[29].
2- Köl Tigin Yazıtı: 731 yılında ölmüş
olan Köl Tigin’in kitabesini ise kardeşi Bilge Kagan, 732 yılında yine
Yollug Tigin’e yazdırtmıştır. Bu yazıta ait bilgiler de, Bilge
Kagan’ınkiyle aynıdır. Kök Türk Kaganlığının başlangıcından itibaren
Bilge’nin ölümüne kadar olan tarihî olaylar bu yazıtlarda
zikredilmektedir. Kitabe kaplumbağa şeklinde bir kaide taşına
oturtulmuştur. Yüksekliği 3.75 metredir. Yukarıya doğru daraldığından
doğu ve batı cephelerinin genişliği aşağıda 132 cm, üstte 122 cm.dir.
Güney ve kuzey cepheleri aşağıda 46, yukarıda 44 cm.dir. Doğu cephesinin
üzerinde Börülü soyunun, batı cephesinde çince kitabe vardır[30].
3- Tunyukuk Yazıtı: İki ayrı taştan
ibaret olan Tunyukuk Yazıtı, muhtemelen 725-726’larda ölen ünlü Türk
devlet adamı Tunyukuk tarafından ölmeden evvel diktirilmiştir. Birinci
ve daha büyük olan taşta 35, ikinci taşta 27 satır vardır. Bu abide de
yazı yukarıdan aşağıya doğru yazılmış, fakat diğer ikisinin aksine
satırlar soldan sağa doğru düzenlenmiştir. Mogolistan’ın Ulanbatar
şehrinin doğusunda Nalayh bölgesinde bulunmuştur. Orkun’dan 450-500 km
uzaktadır. Bu yazıt da, Radloff tarafından adı geçen eserde ilk defa
neşredildi. Taşların çepe-çevre etrafında Çin oymacıları tarafından
yapılma sekiz tane heykel mevcuttur ki, hepsinin başları kırılmıştır.
Bunlar 2001 senesinde Prof.Dr. Saadettin Gömeç’in başkanlığında
Mogolistan’a giden araştırma heyeti tarafından müzeye taşınmıştır.
Burada takriben 150 metre kadar uzunlukta bir sıra balbal vardır.
Yazıttan anlaşıldığına göre, İl-teriş ve Tunyukuk istiklâl
mücadelelerine birlikte girmişlerdir. Ayrıca Tunyukuk’u Çin kaynakları
da teyit etmektedir. Bu yıllıklarda hep İl-teriş ve Tunyukuk’un adları
yan yana geçmektedir. Tunyukuk yaptığı işlerden dolayı haklı olarak
kendini övmektedir. Özellikle Tokuz Oguzların elinden Ötüken’in
alınması, Kırgız, Türgiş ve Sogd seferleri bu yazıtlarda
anlatılmaktadır. Tunyukuk yaşadığı müddetçe Türk devleti en parlak
zamanlarından birini geçirdi. Devletin sınırları batıda Temir Kapı’ya,
doğuda da zaman zaman Çin Denizi’ne kadar uzandı. Tunyukuk yazıtının
diğer yazıtlardan farklı bir tarafı Bilge ve Köl Tigin’e yer
verilmeyişidir. Özellikle Köl Tigin’in adı hiç geçmez[31].
4- Ongin Yazıtı: 1891 yılında Yadrintsev
tarafından Mogolistan’daki Ongin Irmağına yakın bir yerde
bulunduğundan, bu ad ile anılmıştır. Ongin anıt mezarlığının da hazine
arayıcıları tarafından yağmalandığı anlaşılıyor. 8. yüzyıla ait bir
yazıt olup, ilk defa Radloff tarafından adı geçen eserde neşredildi.
Abide de esas olarak 12 satır bulunmakla beraber, yan tarafının en
üstünde 7 satırdan oluşan kısa kısa yazılar vardır. Ayrıca yazıtın hemen
yanındaki balbalın üzerinde de bir satır yazı mevcuttur. Herhâlde 731
yılında dikilmiş olan bu yazıtın kimin adına kazındığı konusunda
araştırmacılar arasında farklı görüşler mevcuttur. Yazıtta bir
felaketten bahsedilmektedir, bu da muhtemelen 630’daki felaket yılıdır.
Bilindiği gibi bu olay Köl Tigin ve Bilge Kagan yazıtlarında da geçer.
5- Köl İç Çor Yazıtı: Orta
Mogolistan’da, İhe-Hüşotu denilen yerde, W.Kotwicz tarafından bulunduğu
için bu ad ile de anılan yazıt, Kök Türklerin ünlü devlet adamlarından
biri olan Tarduş Köl İç Çor’un anısına dikilmiştir. Aynı zamanda
Tunyukuk’un da akrabası olma ihtimali olan Köl İç Çor Türk tarihinde
önemli bir yere sahiptir. Köl İç Çorluk idarî bir unvandır. Bazı ilim
adamlarının belirttiğine göre, 8. yüzyılda batıdaki Tarduş beglerinin
reisi Köl İç Çor unvanını taşıyordu. Hunlarda olduğu gibi, Kök Türk ve
Uygurlarda da ordular boy düzeni üzerine teşkilâtlandırılmış olup, ordu
komutanları olan şadlara yardımcı olmak için, tecrübeli Köl İç Çorlar ve
Apa Tarkanlar tayin olunmuştur. Kitabede pek-çok Türk ve gayri-Türk
kavmin adını da görebiliriz (Karluk, Tokuz Oguz, Türgiş, Tarduş, Kıtan,
Tatabı, Tezik vs). Coğrafî açıdan da değerli olan yazıtta Beş Balık,
Yinçü Ögüz, Temir Kapı gibi coğrafî terimlere de rastlamaktayız. Yazıtta
Köl İç Çor’un savaş mücadelelerinden özellikle, 714 yılındaki Beş Balık
savaşları hakkında bilgi vardır. Yazıtın batı tarafında 12, doğu
yüzünde 13, kuzey yönünde 4 satır mevcuttur. Yazıtı ilk defa
W.Kotwicz-A.Samoilovitch, “Le Monument Turc d’Ikhe-khuchotu en Mongolie
Centrale”, Rocznik Orientalistyczny, Tom. 4, Warszawa 1928, adlı
makalelerinde yayınlamışlardır.
6- Bugut Yazıtı: Mogol arkeologlarından
C.Dorçsuren tarafından 1956 yılında, Mogolistan’daki Bugut şehrine 10 km
uzaklıkta bulunduğu için bu ad ile anılmaktadır. 6-8. yüzyıla ait olup,
Sogd alfabesiyle yazılmıştır. Yazıtın tam olarak korunamamış olan üst
tarafındaki kabartmada; belden yukarısı Türklerin efsanevî atası olan
kurt, belden aşağısı insan olan bir yaratık bulunmaktadır[32].
Özellikle yazıtın bir taş kaplumbağa sırtına oturtulmuş olması, buranın
bir han mezarlığı olduğunu göstermektedir. Kök Türklerin ilk
zamanlarına aittir. Adını başka hiçbir kitabede göremediğimiz, Mo-kan’ın
ve Taspar’ın küçük kardeşi Mahan Tigin adına dikilmiş olup, yazıtta
onun iyi ve yetenekli biri olduğu zikredilir. Bu yazıtta Mahan Tigin’e
kagan da denmektedir. Bugut Yazıtını S.G.Klyaştornıy-V.A.Livşiç, “The
Sogdian Inscription of Bugut Revised”, Acta Orientalia, 26/1, Budapest
1972 adlı makalede en iyi neşrini yaptılar.
7- Çoyr Yazıtı: Ulan-Batur’a 15 km
uzaklıkta, Sansar-Ula Kurgan’ının güneyinde bulunmuştur. Üzerinde üç
tamga bulunan bu yazıt 1929’da Ulan-Batur Müzesine getirilmiştir. Bu
yazıtta ünlü vezir Tunyukuk’un nesebi sayılmaktadır. 6 satırdan
ibarettir.
8- Hoytu-Tamır Yazıtları: 1893 yılında
Klementz tarafından bulundular. Orkun Nehrinin Hoytu-Tamır bölgesindeki
kayalar üzerindeki bu yazıtlar 8. yüzyıla ait olup, Kök Türk dönemindeki
Beş Balık seferlerini anlatmaktadır. Yine ilk defa bu yazıtları Radloff
neşretmiştir. Hoytu-Tamır Yazıtlarının tamamı on parçadır.
9- Uybat III Yazıtı: 1721’de
Messerchmidt tarafından Uybat Nehrinin sol tarafında keşfolunmuştur.
Fakat bu bölgede daha pekçok yazıt mevcuttur. Yazıt Tarkan Sangun adlı
bir Türk begine aittir. Yazıtta Türk tarihi için oldukça öneme sahip bir
isme tesadüf etmekteyiz. Köl İç Çor Yazıtının 12. satırında geçen İl
Çor adını, bu kitabenin 8. satırında da görüyoruz. Bu İl Çor’un adı Çin
kaynaklarında To-si-fu olarak transkripsiyon edilmiş olup, büyük bir
ihtimalle İl-teriş ve Kapgan Kaganların kardeşidir[33]. Yazıtta toplam 17 satır vardır.
b- Uygur Yazıtları
1- Aru-Han Yazıtı: 1962 senesinde
Mogolistan’ın Bulgan şehrinin yakınlarında bulunmuştur. E.Tryjarski,
“L’Inscription Turque runiforme d’Arkhanen, en Mongolie”, Ural-Altaische
Jahrbücher, Vol. 36, Wiesbaden 1965, adlı makalesinde ilim alemine
tanıtmıştır. Yazıt 3 satırdan ibarettir. Uygurların ilk dönemine ait
olmalıdır.
2- Sevrey Yazıtı: Bu yazıt 1948’de
Sovyet Bilimler Akademisinin Gobi’ye gönderdiği ilim heyeti tarafından
bulunmuştur. Prof. I.A.Efremov, Sevrey taşının üzerindeki runik yazıları
görmüş ve 1962’de Doroga Vetrov, Gobiyskiye Zametki, 2-e izd., Moskova
1962, s.229’da neşretmiştir. Sevrey Yazıtında sogdça kelimeler de yer
almaktadır. Yazıtın Uygur kaganlarından Bögü’ye ait olduğu tahmin
olunmaktadır. Kitabe 3. satırdan itibaren okunmaktadır ve 7 satırdır.
3- Şine-Usu Yazıtı: Türk tarihinin ve
kültürünün en mühim eserlerinden birisidir. 1909 senesinde Mogolistan’a
yapılan bir ilim gezisinde, Şine-Usu Gölü havalisinde bulunduğundan bu
ad ile anılmıştır. Şine-Usu Türkçede “Yeni Su” demektir. Yazıt herne
kadar Moyun Çor’a ait ise de, babasının yaptığı icraat ve meydana gelen
hadiselerden bahsettiğinden ayrı bir değer taşır. Şine-Usu Yazıtında
pek-çok yer adına rastlanılmaktadır (İrtiş Ögüz, Selenge, Orkun, Kem,
Yar Ögüz, Yarış Yazı, Kögmen, Kara Kum vs) ve S.Gömeç, “Şine-Usu
Yazıtında Geçen Bazı Yer Adları”, Bilge, 18, Ankara 1998 adlı
makalesinde bu mevki isimleri üzerinde durmuştur. Yazıtın kuzey
tarafında 12, doğu tarafında 12, güney cephesinde 15, batısında 10 satır
mevcuttur. Ayrıca yazıtın batı tarafının kenarında da bir satır
bulunmaktadır. Yazıtın kuzey tarafı ilk dört satırı Kök Türklerden izler
taşır. Moyun Çor’un babası Köl Bilge’nin Tokuz Oguzları kendi safına
çektikten sonra başarılı olduğu anlaşılmaktadır. Onlar önce Kök Türkleri
bertaraf etmişler, sonra Basmıl ve Karlukları yenerek, Türk devletinin
başına geçmişlerdir. Uygurlar yazıttan da anlaşılacağı üzere, 748
yılındaki Atalar Mezarlığında yapılan törenden sonra, millet tarafından
kendilerini idare etmeğe lâyık görüldüler. Kitabedeki bu “Ata
Mezarlığı” motifi, Türk neslinin çoğalmasına sebep olan Türk ataların
gerçek veya sembolik mezarlarının olduğu fikrini çağrıştırıyor. Bu da
bize Ergenekun Destanı’nı hatırlatmaktadır. Bu yazıttan çıkan
diğer bir netice de, hükümdarlık alametleri arasında Atalar Mezarlığına
sahip olmak da vardır. Şine-Usu Kitabesinde son olay Selenge’de Sogdlu
ve Çinli ustalara Bay Balık adında bir şehir inşa ettirilmesi
zikredilmektedir. Yazıttan ilk G.J.Ramstedt, “Zwei Uigurische
Runeninschriften in der Nord-Mongolei”, Journal de la Societe
Finno-Ougrienne, Vol. 30, Helsinki 1913/1918, isimli makalesinde
bahseder. Başlangıçtan itibaren Moyun Çor Kagan döneminin de olaylarının
anlatıldığı bir tarihi vesikadır.
4- Terhin Yazıtı: Bu yazıt da, Uygur
kaganı Moyun Çor tarafından diktirilmiştir. 1970 yılında Mogolistan’da
bulundu. Yazıtı ilim alemine S.G.Klyaştornıy, “Terhinskaya Nadpis”,
Sovyetskaya Tyurkologiya, No 3, Baku 1980, adlı yazısıyla tanıtmıştır
diyebiliriz. Bu yazıt üzerine Türkiye’de T.Tekin ve S.Gömeç
çalışmışlardır[34]. Toplam
30 satır ve bir de taş kaplumbaga üzerindeki cümleyi sayarsak 31
satırdan ibaret olan bu yazıt, Uygurların ünlü kaganı Moyun Çor devrinin
başlangıcından 753 yılına kadarki olaylardan bahseder. Yazıtın başında
daha önceki meşhur Türk hükümdarlarının adlarının sayılması ve Bumın
Kagan’ın adına burada da rastlamamız, bizi Uygurların da başlangıçta
kendilerini Kök Türklerin devamı olarak gördüklerini düşünmemize
sevketmektedir. Kitabe aşağı-yukarı Şine-Usu ile aynıdır. Burada da
pekçok Türk boyu (Kasar, Bars İl, Apa İsi, Süngüz, Başkan vs) ve kavmin
adını görmekteyiz .
5- Tez II Yazıtı: İlk defa 1915 yılında
B.Y.Vladimirtsov tarafından bulunmuş, yazıtın o zamanlar neşredilmesine
izin verilmemiş, fakat 1976 senesinde ikinci defa, Tez Nehri kıyısında,
S.Karcabay ve A.Ochir tarafından keşfedilmiştir. Yazıt Bögü Kagan
dönemine aittir. Bu yazıtı da ilim alemine S.G.Klyaştornıy, “The Tes
Inscription of the Uighur Bögü Qaghan”, Acta Orientalia, 39/1, Budapest
1985, adlı yazısında tanıttı. En son olarak S.Gömeç neşretti[35].
Yazıtın batı tarafında 6, kuzeyinde 5, doğusunda 6, güney tarafında 5
satır bulunmaktadır. Yazıt herhalde 770-779 yılları arasında
dikilmiştir. Bögü Kagan’ın faaliyetlerinden çok babası Moyun Çor ve
dedesi Köl Bilge Kagan hakkındadır. Türk tarihi ve kültürü için oldukça
değerli olan yazıt bugüne kadar iyi korunabilmiş olsaydı, ondan daha çok
faydalanmak mümkün olacaktı. Terhin yazıtında olduğu gibi Tez II
Yazıtında da “dokuz bakan”dan bahsedilmektedir. Bu dokuz bakanın üçünün
iç bakan, altısının da dış bakan olduğu söylenmektedir.
6- Karabalgasun Yazıtı: Uygur tarihinin
833 yılına kadar bir özetidir. Üç dilli olması hasebiyle evrensel bir
niteliği de bulunan bu yazıt, Türk tarihi ve kültürü açısından oldukça
büyük öneme haizdir. Türkçe, sogdça ve çince olan yazıtın Türkçe bölümü
oldukça yıpranmıştır. Abide de toplam 52 satır Türkçe yazı vardır ki,
bunların çoğu birer kelimedir. Yazıt 1889 tarihinde Yadrintsev’in Orta
Mogolistan’ı ziyareti sırasında büyük Karabalgasun harabelerinde
bulundu. Yazıtın ilk neşri Radloff’un eserinde olmuştur.
7- Suci Yazıtı: Ramstedt bu yazıtı 1900
yılında Urga’dan Handu-Wang Manastırı’na giderken buldu ve ilk onun
tarafından ilim alemine tanıtıldı. Yeri Kuzey Mogolistan bölgesidir.
Onbir satırdan ibaret olup, en üstünde bir tamga vardır. Boyla Kutlug
Yargan adındaki bir Kırgız bakanın adına dikilmiştir.
8- A-Çor Yazıtı: 8. asrın son
zamanlarına ait bir yazıttır ve 1857 senesinde, Kostroff adlı bir Rus
tarafından tespit edildi. Bulunduğu yer Abakan’ın sol sahilindeki Koybal
bozkırındaki Açur Köyüdür. Yazıt Uygur vezirlerinden ve komutanlarından
olan İl Ögesi Inançu Bilge adına diktirilmiştir. Yazıtın ön tarafı, sağ
ve sol yönlerinde 4’er satır mevcuttur. Arka tarafında ise bir satır
bulunmaktadır. Türk tarihi ve kültürü bakımından son derece kıymetli
olan bu yazıtı ilim alemine Radloff tanıtmıştır.
9- Şivet-Ulan Yazıtı: Sadece üç kelimesi
okunabilen, ancak Uygur adına rastlanılması bakımından değerli bir
yazıt olan Şivet-Ulan’ı ilk defa G.J.Ramstedt, “Materialien zu den
Alt-türkischen Inscriften der Mongolei”, Journal de la Societe
Finno-Ougrienne, 60/7, Helsinki 1912, adlı makalesinde tarif etmiştir.
10- Altın-Köl II Yazıtı: Yine tarihimiz
ve kültürümüz açısından değerli yazıtlardan birisi olan Altın-Köl II,
1878’de Korçakoff adlı bir köylü tarafından, Abakan’ın sağında,
Altın-Köl’ün 1 km uzağında bulundu. Yazıtın üç tarafında da kayıt olup,
hepsi üçer satırdan ibarettir. Önemli bir devlet görevlisi ve elçi olan
Inançu hakkında malumat sahibi oluyoruz. 9. yüzyıla ait olduğu sanılan
bu kitabe hakkında ilk bilgileri Radloff’un eserinde görmekteyiz.
c- Türgiş Yazıtları
1- Uybat I Yazıtı: 1886 yılında, Uybat
Nehri bölgesinde D.A.Klementz bulmuştur. Taşın dar yüzü üzerinde bir
insan tasviri bulunmaktadır. Sağlığında elçi olan bir Türk’e ait olan
yazıtı ilim alemine Radloff adı geçen eserinde tanıtmıştır. Yazıt Çabış
Tun Tarkan adlı bir beg adına ikinci bir şahıs tarafından dikilmiştir.
Bu yazıttan 753-754 tarihinde, Uygurlardan Türgiş ülkesine Çabış Tun
Tarkan’ın elçi olarak gitmiş olduğunu tesbit ediyoruz.
2- Tuba III Yazıtı: Messerschmidt
tarafından 1721 senesinde, Yenisey’in solundaki Tez ve Erba arasında
bulundu. Yazıt büyük bir Türgiş beyine aittir. Radloff’un sayesinde ilim
alemi bu yazıttan faydalanmıştır.Tuba III Yazıtında da, daha önce Uybat
I’de geçen Kara Kan adını görmekteyiz. Bir de metinde Türgiş ülkesi
geçmektedir. Tahminen 8. yüzyılın ilk yarısına ait bir kitabedir.
3- Talas XI Yazıtı: Talas bölgesinde
bulunan kitabelerin üzerinde pek çok tartışmalar yürütülmekle beraber,
son zamanlarda yapılan incelemeler neticesinde bunların Türgiş dönemine
ait olabileceği fikirleri ileri sürülmektedir[36].
d- Altı Bag Bodun Yazıtları
1- Bay-Bulun II Yazıtı: Dört satırdan
ibaret olup, Ulug-Kem’in sol tarafındaki Bay-Bulun Kurgan’ı
harabelerinden çıkarılmıştır. İlk defa yazıtın metnini, S.V.Kiselev,
“Neizdanniye Nadpisi Yeniseyskih Kırgızov”, Vestnik Drevney Istorii, No
3, Moskova 1939, adlı makalesinde verdi. Kart Tak Inal Öge adlı bir beg
için dikilmiştir. Kitabenin dördüncü satırında Altı Bag Bodun ismi
geçer. Batıda On-Okların başında bulunan Tardu’nun 603’te ortadan
kaybolmasından sonra, yerine tahta çıkan Çor Yabgu, Tölös beglerinin
kendisine suikast yapmalarından korktuğu için bazı liderleri öldürttü.
Bundan dolayı Tölös boylarının önemli bir kısmı ayaklandı. İsyan eden
altı Tölös boyu (Uygur, Bayırku, Ediz, Tongra, Bugu, Apa-İsi) birleşerek
Altı Bag Bodun’un meydana getirdiler[37].
2- Uyuk-Tarlak Yazıtı: 1888 tarihinde,
Aspelin tarafından Uyuk Nehri havalisinde bulunan yazıtlardandır.
Yazıtın üzerinde bir de tamga vardır. Yazıta ait ilk bilgileri
Radloff’tan öğreniyoruz. Yazıt El Togan Tutuk isimli Altı Bag Bodun’a
mensup bir beg adına hazırlanmıştır. El Togan Tutuk altmış yaşında ölen
bir elçidir.
3- Kemçik-Kaya Başı Yazıtı: 1879’da
Adrianov tarafından Kemçik Irmağının 8. km yukarısında bulundu. Yazıtın
özelliği hem sağdan sola, hem de soldan sağa doğru yazılmış olmasıdır.
Tograk adlı bir Türk beyinin yazıtıdır. Yazıtın bir diğer özelliği
üzerinde Uygur alfabesiyle yazılmış satırların bulunmasıdır. Belki de
Uygur harfli bu yazılar sonradan kazınmıştır. Bu yazıtı D.A.Klementz,
“Drevnosti Minusinskogo”, Pamyatniki Metaliçeskih Epoh, Tomsk 1886,
isimli yazısında tanıtmaktadır.Kitabede adı geçen Inançu Külüg Çigşi’nin
Karabalgasun Yazıtında geçen Inançu ile aynı adam olma ihtimali söz
konusudur. Altı Bag Bodun’a mensup bu elçi çok önemli seyahatler
yapmıştır. İlk önce 810 senesinde 30 kişilik bir heyet ile Çin’e gitmiş,
sonra 813’te bir evlilik dileğinde bulunmak üzere bu ülkeyi bir kere
daha ziyaret etmiş, 821’de bu evliliği gerçekleştirmek amacıyla yine
Çin’de bulunmuş ve Hotan’a gitmiştir. Yazıtın 7. satırındaki Kırkız kanı
bitimişin cümlesinden, sanki Kırgız ülkesinde de bulunduğu sonucu
çıkmaktadır.
e- Oguz Yazıtları
1- Hangita-Hat Yazıtı: Bu yazıttan ilk
defa Y.Rintchen, Les Dessignes Pictographiques et les Inscriptions sur
les Rochers et sur les Steles en Mongolei, Oulan-Bator 1968, adlı
eserinde bahseder. Yazıt 7. yüzyılın sonlarında Tokuz Oguz Kagan’ı Baz
Kagan’ın oğlunun anısına dikilmiştir.
2- Barlık I Yazıtı: 1891’de D.Klementz
tarafından Elegeş’in batı tarafındaki, Barlık Nehri havalisinde bulundu.
Bundan başka üç yazıt daha vardır. Altı Oguz birliğine dahil olan Uztaz
adlı bir beg adına dikilmiştir. Yazıttan ilk defa Radloff haber
verir. Yazıttan Oguzların 7-8. yüzyıllarda birkaç birlik teşkil
ettikleri ortaya çıkmaktadır. Mesela bu yazıtta Oguzların altı boy
halinde teşkilatlandıkları söylenirken, Şine-Usu Yazıtında hem Sekiz
Oguz, hem de Tokuz Oguz boyunu görüyoruz. Bilge Kagan Yazıtında da bir
Üç Oguz ittifakı vardır. Eğer bunların hepsinin aynı yüzyıllarda var
olduğunu düşünecek olursak, Oguz birliğinin sayısı 26 olur. 10. yüzyılda
ise, Oguzlar 24 boy halinde teşkilatlanmışlardır. Bu da gösteriyor ki,
çağlar içerisinde Oguz federasyonlarına çeşitli boylar girip-çıkmış ve
10. yüzyılda da son şeklini almıştır.
f- Kümül Yazıtları
1- Kejilig-Hobu Yazıtı: 1916 senesinde
Adrianov tarafından, adı geçen bölgedeki Ejim kıyısında bulundu. Yazıtta
bir de tamga vardır. Yazıt hakkındaki ilk ciddi bilgileri S.E.Malov’un
Yeniseyskaya Pismennosti Tyurok, Moskova-Leningrad 1952, adlı eserinde
görüyoruz. Bir Türk boyu olan Kümüllere aittir. Kümül adı, Çin
kaynaklarında Sha-toların bir kabilesi olarak geçen Çümül/Çumullardan
(Tch’ou-yue) gelmektedir. Çin yıllıklarında onların Türklerin bir bölümü
olduğunu ve Kök Türklerin fetret devresinde Beş Balık taraflarına
çekildiklerini kaydeder[38]. Onların adını Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lûgat-it Türk’ünde de görebiliriz. Bu yazıt Kümül Öge adına dikilmiştir.
2- Kızıl-Çıra II Yazıtı: 1916’da
Adrianov tarafından Bayan-Kol Irmağı kıyısındaki Kızıl-Çıra mıntıkasında
keşfedildi. Bu yazıtı da Malov ilim alemine tanıtmıştır. Külüg Togan
adına dikilmiştir.
g- Az Yazıtları
1- Bayan-Kol Yazıtı: 1971 yılında Tuva
bölgesinde bulundu. Yazıtta Altı-Azların tarihi yurtlarının kesin
sınırları çizilmektedir. Yaklaşık 2.5 metre uzunluğundadır. Yazıt
hakkındaki bilgileri, D.D.Vasilyev’in “Tyurkskaya Runiçeskaya Nadpis iz
Okrestnostey Bayan-Kola (Tuva)”, Sovyetskaya Tyurkologiya, No 3, Baku
1976, adlı makalesinden öğrenmekteyiz. Azlar hakkında pekçok görüş
mevcuttur. Azlar menşei itibarıyla Türk boyları içerisine dahil
edilmeseler bile zaman içerisinde Türk kültürü arasında erimişler ve
Türkleşmişlerdir. Bayan-Kol Yazıtından çıkan neticeye göre, 8. yüzyılda
Azların altı urug halinde ve Tannu-Ola’nın batısındaki Mugur bölgesinde
yaşadıkları anlaşılmaktadır.
2- Mugur-Sargol Yazıtları: 1976 ve 1978
senelerinde bulundu. Yeri Yenisey’e 2.5 km uzaklıktaki Mugur bölgesi
olduğu için bu ad ile anılmaktadır. I. Mugur yazıtını N.A.Baskakov,
“Naskalnaya Runiçeskaya Nadpis v Terezennike-Buyuk Uriçişça Mugur-Sargol
Tuvinskoy ASSR”, Sovyetskaya Etnografiya, No 3, Moskova 1978, isimli
makalesinde, II. Mugur yazıtını, D.Vasilyev, “Novaya Drevnetyurskaya
Nadpis iz Tuvi”, Arkeologiçeskiye Otkrıtiya, 1979, Moskova 1980, adlı
yazısında vermektedirler. Az adına ilk defa tarihi bilgi olarak, Bilge
ve Köl Tigin Yazıtlarında 709 yılındaki Kök Türk-Kırgız savaşları
sırasında rastlıyoruz. 710 senesinde Türgişlerle yapılan muharebede de,
herhalde Türgişlerin safında yer almışlardır. Çünkü bu savaşlarda Türgiş
liderinin komutanlarından birinin unvanı Az Tutuk’tur. 714 yılında
ayaklanan Azları, Bilge ve Köl Tigin bir kez daha mağlup ettiler. Az adı
Uygur kitabelerinden Şine-Usu ve Terhin Yazıtında da görülür. Fakat
Uygurlar çağında onların hakimiyetini tanımışlardır. Çünkü artık mühim
bir siyasi kuvvetleri yoktur[39].
h- Peçenek Yazıtları
Türk milletinin bir parçası olan
Peçeneklere ait bu yazıtlar 1799 senesinde, Macaristan’ın Torontal
vilayetindeki Nagy-Szent-Miglos denilen yerde, bir evin avlusunda
bulundu. İlk önce Attila’nın definesi sanılan bu eserlerin üzerindeki
yazılar çözülememiş ve Viyana Müzesine kaldırılmıştı. Kök Türk
yazıtlarını çözen Thomsen bunların Attila’ya ait olmadığını söylemiş ve
G.Nemeth, kalıntıların Peçenek Türklerinin izlerini taşıdığını ve Kök
Türkçenin devamı olan bir Türkçe ile yazıldığını A Nagyszentmiklosi
Kincs Feliratai, Budapest 1932, adlı eserinde söylemişti.
9-10. yüzyılara ait olduğu sanılan bu eşyaların üzerinde hem Kök Türk
harfli metinlere rastlanıldığı gibi, hem de Grek harflariyle yazılmış
parçalara da tesadüf edildi.
ı- Bulgar Yazıtları
Bulgaristan’ın çeşitli yerlerinde,
mesela Pliska, Preslav ve Madara gibi merkezlerde eski Bulgar Türklerine
ait 90 kadar kitabe bulunmuştur. Bunlar genellikle Grek alfabesiyle
yazılmıştır. Preslav’da bulunan bir yazıt Kril alfabesiyledir. Bunlardan
Madara Yazıtı, kabartmalı sağlam bir kaya üzerindedir.Kabartmadaki
tasvir sahnesinde, elinde mızrak, ata binmiş bir suvari vardır. Tasvir
sahnesinin Kurum Han’a (9. yüzyıl) ait olduğu tahmin edilmektedir.
i- Sek El (Çik İl~Çig İl) Yazıtları
Tokuz Oguz boylarından
birisi olan Sek Elliler, bugün hala Macaristan’ın doğusunda küçük bir
grup olarak hayatlarını sürdürüp, 13. yüzyıldan beri Macar kaynaklarında
zikredilirler[40].
Daha önce bir yazıtları bulunmayan Sek Ellilere ait ilk kitabe
İstanbul’da bulundu. Osmanlılar zamanında İstanbul’a gelen bir Sek
El elçisi şikayetlerini kaldığı hanın duvarlarına yazmış ve 1553’te
bunlar kopyalanmıştı. Büyük alim Thomsen bunun da Türkçe olduğuna karar
verdikten sonra Macarlar tarafından okundu. 17. yüzyılda bir tahta
üzerine, 1864’te de bir kilisede başka yazıtlar keşfedildi.
Bunun yanısıra Mogolistan’dan
Macaristan’a kadar uzanan coğrafyada binlerce Türk yazıtı bulunmuştur.
Bunların tarihi açıdan pekbir önemi yoksa da, kültür tarihimiz açısından
son derece önemlidirler. Bunları da; Yenisey, Altay, Kırgız-Kazak,
Fergana, Mogolistan ve Avrupa Yazıtları şeklinde tasnif edebiliriz.
2- Kutadgu Bilig
Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hacib
tarafından yazılmıştır ve aslı 6425 beyit, ekleri ile birlikte 6645
beyitten olan bu eser 1070’de tamamlanmıştır. Kara Hanlı hükümdarı Ebu
Ali Hasan b. Süleyman Arslan’a sunulmuştur. Şairin gücünü takdir eden
hakan kendisine haciblik görevini vermiştir[41]. Birbuçuk yılda tamamlanmıştır.
Yazar tecrübeli bir fikir adamı
sıfatıyla devrinin hayat felsefesini ortaya koymaktadır. Yusuf Has Hacib
birbirine çok sıkı bir şekilde bağlı bulunan fert, toplum ve devlet
hayatının ideal biçimde düzenlenmesinde gerekli olan anlayış, bilgi ve
erdemlerin neler olabileceği ve bunların nasıl elde edileceği, nasıl
kullanılacağı üzerinde durur. Devlet ve milletin en yüksek kademesinden
en aşağıya kadar, herkesin uyması gerekli esaslar anlatılmaya çalışılır.
Bu eser birçoklarının sandığı gibi üst düzeydeki devlet görevlilerine
iyi olmaları için ahlak dersi veren kuru bir öğüt kitabı değildir.
Kutadgu Bilig’de fertlerden, her devirde gerçekleşmesi güç olan bazı
erdemler ve fedakarlıklar istenmekte, yazarın kendi çevresi
eleştirilmekte ve bazı gerçeklere yer verilmektedir.
Türk yazı diline ve onun inceliklerine
hakim olan Y.H.Hacib İslam sanatçılarını örnek alarak, eserinde aruz
veznini kullanmıştır. Kutadgu Bilig dört esası temsil eden sembolik dört
kişi üzerine düzenlenmiş bir eserdir.
1- Kanun ve adalet (Kün Togdı)
2- Mutluluk (Vezir Ay Toldı)
3- Akıl ve ilim (Vezirin oğlu Ögdülmüş)
4- Hayatın sonu, akibet (Ogdurmuş)
Kutadgu Bilig’in bilinen üç yazması
vardır: Viyana Yazması, Uygur harfli olup, 1439’da kopya edilmiştir.
Kahire yazması, arap harflidir. Fergana yazması, 13. yüzyılda kopya
edilmiştir. Kutadgu Bilig, ilim dünyasınca tanındığı 1825 senesinden
beri üzerinde ençok fikir yürütülen Türk eserlerinden biri olmuştur.
Vambery, Kutadgu Bilig ahlaki bir eğitim kitabı, Alman O.Alberts felsefi
bir kitap ve İbn Sina tesirindedir derken, Macar J.Thury çince bir
eserin Türk görüşüne uydurulmuş bir tercüme, Barthold ise içerisinde
gerçek hayattan uzak, kuru mecazlar bulunan bir kitap olduğunu
söylemiştir. F.Köprülü de eserde İbn Sina tesiri olduğunu iddia eder.
S.M.Arsal, Farabi tesirine işaret etmiştir. R.R.Arat ise, kitabın
herhangi bir yerden tercüme değil, tamamen orijinal olduğunu
belirtmektedir.
Kutadgu Bilig adının manası konusunda da
fikir birliğine varılamamıştır. Yusuf Has Hacib, kitaba “Kutadgu Bilig”
adını koydum, okuyanı kutlu kılsın ve ona yol göstersin, demekle
yetinmiştir. Kutadgu kelimesi etimolojik olarak Kut+ad+gu/ kutlu olmak
demek ise de, “kut”un manası konusunda tartışmalar vardır. Kutadgu
Bilig, “hükümranlık, siyasi hakimiyet bilgisi” veya “devlet” ya da
“devletli olma bilgisi” manalarına gelmektedir. Büyük ihtimal, Mogollar
da Kutadgu Bilig’den haberdardılar. Çingiz yasalarının teşekkülünde
mutlaka faydalanılmış olması gerek. Hatta 16 asır kaynaklarında
“kutadgu” kelimesinin, Mogollar tarafından Uygur alfabesi yerine
kullanıldığından da bahsedilmektedir[42].
3- Divanü Lûgat-it-Türk
Divanü Lûgat-it-Türk’ü yazmış olan
Kaşgarlı Mahmud Barsganlı olup, doğum yeri Kaşgar’dır. Kaşgarlı Mahmud
daha memleketinde iken kuvvetli bir medrese eğitimi görmüş, devrinin
İslam ilimlerini oradaki Türk bilginlerinden öğrenip, icazet almıştı.
Kaşgarlı Mahmud arapça ve farsçayı mükemmel şekilde bildiği gibi, ana
dili olan Türkçeyi de birçok diyalektleriyle biliyor ve konuşuyordu.
Kaşgarlı Mahmud ne pahasına olursa olsun
Araplara Türk dilini öğretmek maksadıyla gramer yazmış, Türk kültürünü
eksiksiz olarak, çağın ilim alemine sunmuştur. Kaşgarlı Mahmud, aynı
zamanda yüce ruhlu bir Türk milliyetçisiydi. DLT, Türk milletinin
büyüklüğünü, eşsiz kahramanlığını, ilim, sanat, yurt idaresi, tarım ve
benzeri hususlarda meydana getirdiği büyük şeyleri türlü vesilelerle
sayar. Kaşgarlı Mahmud, o devirdeki büyük ve geniş bir arapçılık akımı
içerisinde Türkçülük idealinin, yani İslam camiası içerisinde Türk’ün ve
Türklüğün o nisbette önemli bir yeri bulunduğunun güçlü
savunucularından olmuştur.
Adından da anlaşılacağı üzere DLT,
herşeyden önce bir Türk sözlüğüdür. Türündeki en eski Türk sözlüğüdür.
Yazarının tarifine göre, malzemesini halk ağızlarından derleme teşkil
etmiş, zaman zaman Türk halk edebiyatından da faydalanılmıştır. İrili
ufaklı birçok Türk boy ve uruglarından derlenmiş bir şiveler sözlüğü
karakterini taşımaktadır. DLT, yalnız bir sözlük değildir. Türk
tarihine, coğrafyasına, mitolojisine, folklor ve halk edebiyatına
kısacası Türk milli kültürüne ait zengin bilgileri içine alan
ansiklopedik bir eserdir. Madde başı olan kelimelerle örnekleri Türkçe,
sözlerin açıklamaları arapçadır.
Divanü Lûgat-it-Türk 1072’de Bağdat’ta
yazılmaya başlanmıştır. 1072-1074 tarihleri arasında tamamlanmış, 1077
senesinde tekrar tekmil edilerek Halife el-Muktedi’ye sunulmuştur. Tek
nüshası 1266’da kopya edilmiştir. Katip Çelebi, DLT’yi görmüş ve
Keşfiz’zünun adlı eserinde bundan söz etmiştir.
Divanü Lûgat-it-Türk’ü ilk ele geçiren
Ali Emiri Efendi olmuştur. Talat Paşa’nın aracılığıyla bu arapça nüsha
İstanbul’da Kilisli Rıfat Bilge’nin nezareti altında üç cilt olarak
basılmıştır. DLT, Besim Atalay tarafından üçü esas, biri tıpkı basım ve
diğeri de dizin olmak üzere 5 cilt olarak 1943 yılında tekrar
neşredildi.
Eser arapça kurallara göre meydana
getirilmiştir. Hikmet, atalar sözü, şiir, nesir gibi şeylerle
süslenmiştir. Divanda 7500 kadar kelime, 290 kadar ata sözü, 220 kadar
da beyit ve kıt’a bulunmaktadır.
Bize bütün Türk boy ve uruglarının
coğrafi yayılışı, sosyal yaşayışları, gelenekleri hakkında değerli
bilgiler vermektedir. Bu bilgilerin anayurdun tarihi coğrafyasını
aydınlatmak bakımından büyük bir değeri vardır. DLT’deki harita, ilk
Türk dünya haritası olması bakımından önemlidir.
Divanü Lûgat-it-Türk, Türk folkloru ve
edebiyatı açısından da eşsiz bir hazinedir. Kitapta Türk maddi kültürüne
ait zengin bilgiler yanında, halk şiirine, musikisine, gelenek ve
göreneklerine dair dağınık fakat çok değerli malzeme de vardır[43].
4- Sözlükler
a- Codex Cumanicus:
Kırım’da, 1303 yılında İtalyan misyonerlerin tanzim ettiği söylenen
Codex Cumanicus adlı Latince-Farsça-Kumanca sözlük (Tek nüshası
Venedik’te bulunmuş olup G.Kun tarafından 1880’de neşredilmiştir) Kırım
çevrelerindeki Kıpçak Türkçesi hakkında bilgi verir. Kuman-Kıpçaklar,
Batu’dan çok evvel, Kırım’da Cenovalı ve Venedikli katolik
misyonerlerle, fransisken rahiplerinin telkinleri yoluyla hristiyanlığa
sokulmaya çalışılmışlardır. İşte bu İtalyan misyonerler Kuman-Kıpçaklar
arasında dini propagandayı kolaylaştırmak ve ticarete yardımcı olmak
üzere, pratik hayatta kullanılsın diye 2500 kelimelik bir sözlük
hazırlamışlardır. Bu sözlük 1303 tarihlerinde Sogdak şehrinde tanzim
edildi. Kuman-Kıpçak Türkçesine ait bazı gramer kaideleriyle birlikte
içinde İncil’den tercümeler, bazı katolik ilahileri ve ata sözlerinin
Türkçe tercümeleri vardır. Sözlüğün Türk kültür hayatı hakkında da eşsiz
bir değeri bulunmaktadır.
b- Kitâbü’l-İdrak Li-Lisan’il-Etrâk:
Türkçeyi öğretmek gayesiyle Ebû Hayyan adlı bir Arap tarafından kaleme
alınmıştır. 1312’de Kahire’de tamamlanan sözlük biri lügat, öbürü de
gramerden oluşan iki bölümdür. İki nüshası da İstanbul’dadır. Ahmet
Caferoğlu tarafından 1931’de neşredilmiştir.
c- Kitâb-ı Mecmû u Tercüman-ı Türkî ve Acemî ve Mogolî:
Yazarı bilinmemektedir.Yusuf el Konevî adlı bir Türk tarafından 1343
tarihinde kopya edilmiştir. Yaklaşık 2000 kelimeyi ihtiva eder. Eserin
tek yazma nüshası Hollanda’dadır (Leiden). 1894’te almanca olarak
basıldıktan sonra, 1970’de Almatı’da tekrar yayınlandı.
d- E’t-Tuhfetü’z-Zekiyye fi’l-Lügati’t-Türkiye:
Önsözünde Kıpçak Türkçesiyle yazıldığı belirtilmektedir. Yazılış tarihi
belli olmamakla beraber, 1425’ten önce yazıldığı tahmin olunmaktadır ve
Mısır’da kaleme alınmıştır. Biri gramer, diğeri de lügat olmak üzere
iki kısımdan meydana gelmektedir. Arapça-Türkçe lügat kısmında arapça
kelimeler alfabe sırasına göre tertiplenmiş ve karşılarında da
Türkçeleri verilmiştir. Eserin tek yazma nüshası İstanbul’dadır. Tıpkı
basımı 1942’de Budapest’de yapılmıştır. Besim Atalay da eseri Türkçeye
tercüme ederek, 1945’te tekrar neşretmiştir.
e- Kitâbü Bulgatü’l-müştak fi Lügati’t Türk ve’l-Kıfçak:
Abdullah e’t-Türkî tarafından yazılmıştır. Tek nüshası Paris’tedir.
Arapça ve Türkçe bir lügat mahiyetini arzeder. 1938’de isimler kısmı,
1954’te fiiller bölümü Warszava’da basılmıştır.
f- Kavaninü’l-Külliye Li-Zabt’l-Lügati’t-Türkiye:
15. Yüzyıl başlarında Kahire’de yazılmıştır. Bir nüshası vardır, o da
İstanbul’dadır. Türkçe gramer şeklindedir. 1928’de Kilisli Rıfat Bilge
tarafından neşredilmiştir.
g- İbn-i Mühennâ Lügati:
Cemaleddin İbn-i Mühennâ tarafından 13. yüzyılda kaleme alınmıştır.
1820 kelimeyi ihtiva etmektedir. İlk defa İstanbul’da 1340
neşredilmiştir. Çoğu malzemesini halkın dilinden almış, maddi ve manevi
unsurlara bolca yer verilmiştir.
h- Mukaddimetü’l-Edeb:
Meşhur tefsir ve lügat alimi Zemahşarî’nin Harezmşah Atsız’a sunduğu
arapça bir sözlüktür. 12. yüzyıla ait eserin nüshaları arasında en
eskileri Harezm Türkçesi ve farsça tercümeleridir. Divanü Lûgat-it-
Türk’den sonra Orta Türkçenin en zengin kelime hazinesine sahip bir dil
yadigarı olduğu görülmektedir. Mogolca ve Türkçe tercümeleri 1938’de,
farsça tercümesi 1950’de yapılmıştır.
ı- Muhakemetü’l-Lügateyn:
İran edebiyatı hayranlarına karşı Ali Şir Nevaî’nin (1441-1501)
Türkçeyi müdafaa eden eseridir. Türkçeyi yüksek bir sanat dili haline
getirmek, Türk ruhunu ve milli gururunu yükseltmek onun en büyük ülküsü
idi. Ölümünden bir sene önce yazdığı bu kitaba göre; gramer ve kelime
zenginliği bakımından Türkçe, farsçadan daha üstündür. Birçok neşri olan
eser 1941’de Türkiye’de de basılmıştır.
i- Şeyh Süleyman Efendi Lügati:
Eserin adı “Lûgati Çagatay ve Türki Osmanî” adını taşımasına rağmen
Özbek Türkçesi ağırlıklıdır. Eser 19. yüzyıla ait olup, Şeyh Süleyman
Efendi İstanbul’da Özbek Tekkesi şeyhliğini de yapmıştır. Almanca
tercümesi ile beraber 1902’de I.Kunos tarafından Budapest’de
yayınlanmıştır[44].
5- Çin Yıllıkları
Türkler kadar eski bir tarihe sahip olan
Çinliler, tamamen yerleşik bir toplum oldukları için, onlarda tarih
yazıcılığı bizden çok evvel gelişti. Çinliler M.Önceki çağlardan
itibaren çevrelerindeki halklarla ilgilenmeye başlamışlar ve onlara ait
pekçok şeyi resmi tarihlerinde kaydetmişlerdir. Biz bugün İslam öncesi
Türk tarihine ve kültürüne ait pekçok hususu bunlardan
öğrenebilmekteyiz. İslam öncesi Türk tarihi açısından Çin kaynaklarını
şöyle sıralayabiliriz:
1- Shih-Chih (M.Ö. 255-M.Ö. 207). Tarihi
hatıralar. Çin’in en eski tarihi olup, M.Ö. 1. asra kadar olan olaylar
Sse-ma Chien tarafından M.Ö. 80 tarihinde tertip edilmiştir.
2- Chien Han-shu (M.Ö. 206-M.S. 24). İlk Han kitabı. Pan-chu tarafından yazılmış, sonra birtakım ekler yapılmıştır.
3- Hou Han-shu (25-219). Sonraki Han kitabı. Fan-ye tarafından tertip edilmiştir.
4- San Kuo-Chih (220-264). Üç Sülalenin tarihi. Chen-shou tarafından yazılmıştır.
5- Wei-shu (300-550). Tabgaç tarihi. Wei-chou tarafından 551-554 yılları arasında telif edilmiştir.
6- Chou-shu (550-557). 629 yılında
Ling-hu Te-fenf adlı birisi yazmıştır. 50 cilt olup, Kök Türk döneminin
ilk kaynaklarındandır. 557-580 yılları arasında hüküm süren Chou
hanedanının yıllığıdır. Kök Türklerin 557’den önceki tarihleri hakkında
epey bilgi vardır. 50. ciltte müstakil bir Kök Türk bölümü yer alır.
7- Pei Ch’i-shu (550-576). Li Te-lin
tarafından yazılmaya başlanan bu eseri, onun ölümünden sonra oğlu Li
Po-yüe, 636 tarihinde tamamladı. 50 cilttir.
8- Sui-shu (589-618). 636’da Wei Cheng adında biri tarafından yazılmıştır. Sui hanedanının yıllığı olup, 85 ciltten ibarettir.
9- Chiu T’ang-shu (618-916). Eski T’ang
kitabı. Tarihçi Liu Hsü tarafından yazılmıştır. 200 cilt olup, eserde
821 senesinden önceki olaylar umumiyetle bir arşiv vesikası gibi kısa
olarak anlatılmıştır.
10- Hsin T’ang-shu (618-916). Yeni T’ang
sülalesi kitabı. 1060 senesinde Wo Yang -hsin ve Sung-chi tarafından
hazırlanmıştır. 225 ciltten meydana gelir. Batıdaki On-Oklar hakkında
bilgi vardır.
11- Wu Tai-Shih (907-960). Beş Sülalenin tarihi. 1072’de Negu Yang-chien tarafından telif edilmiştir.
6- Batı Kaynakları
Latin ve Bizans kaynakları özel adların
kaydedilmesi bakımından Çin yıllıklarına nazaran daha değerlidirler.
Bunların arasında Marcellinius’un 4. yüzyıla (353-378) ait eserini,
Olimpiodoros’un 5. yüzyıldaki (407-425) kitabını, 410’a kadarki olayları
anlatan Zosimos’u, 433-468 yıllarını tasvir eden Priskos’u, İmparator
Justinien ve Theodora’nın resmi tarihçisi Prokopios’u sayabiliriz.
Bizans kaynaklarında ilk defa Aghathias (ölm. 582) Türk ismini kullanmış
ve Avarlardan bahsetmiştir. Theophanes Byzantios, Zemerkhos’un Kök
Türklere olan elçiliğini ve 566-581 yılları vakalarını zikreder. Yine 6.
asır Bizans tarihçilerinden Menandros, Orta Asya için Türkiye tabirini
kullanmaktadır ve Türklerin harp usullerini anlatır.
7- Seyahatnameler
Türk tarihinin önemli kaynaklarından
birisi de seyahat notlarıdır. Çeşitli çağlarda Türk ülkelerine gitmiş
olan yabancılar, daha sonraları ülkelerine döndükleri vakit bu
seyahatlarını kaleme alarak yayınlamışlardır. Gittikleri yerlerin etnik
yapısı da dahil olmak üzere, kültürel, siyasi, ekonomik ve askeri
yönlerinin anlatıldığı bu seyahat notları tarihimizin aydınlatılması
hususunda bizlere yol göstermektedir.
1- Hsüan Tsang Seyahatnamesi:
Bir casus olan bu adam, Çinli budist rahiptir. 7. asırda (629-645) Çin
başkentinden kalkıp, hacı olam amacıyla Hindistan’a gitmek için Orta
Asya’dan geçmiş ve Kök Türklerin batı taraflarında gezmiştir. Issık
Köl’ün kuzey-batı sahilini takip ederek Tokmak (Suyab) ile Talas Nehri
arasındaki bir yerde Tonga Yabgu ile karşılaştı. Turfan’dan İndus Nehri
kıyısına kadar Tonga Yabgu’nun himayesinde seyahat etti. Tonga Yabgu
onun refakatine Tamgacı unvanlı bir kişiyi memur kıldı. Tonga Yabgu’ya
Budizm hakkında bilgiler verdi. Notlarında yabgunun ve otağının
kendisini çok etkilediğini, yangunun yanında 200 kadar subayın olduğunu
söyler. Tonga Yabgu’nun oğlu Tardu Şad tarafından idare edilen Kunduz
havalisini de gezdi. Seyahatnameyi S.Julien, Memoires sur les Countries
Occidentales par Hiouen-thang, Paris 1857, adlı kitabında
tanıtmaktadır.
2- Wang Yen-te Seyahatnamesi:
Bu şahısta Çinli bir casus rahiptir. 10. yüzyılda Turfan ve Beş Balık
bölgesindeki Uygurların arasında bulunmuş; duyduklarını ve gördüklerini
teferruatlı bir rapor halinde sunmuştur. Kuzeydeki Sung imparatoru
tarafından 981’de Kara-Koço’ya elçi olarak gönderilen Wang Yen-te’nin
seyahatini, S.Julien, Melanges de Geographie Asiatique et de Philologie
cinico-indienne, Paris 1864, neşretti. Wang Yen-te ve arkadaşları
seyahatini tamamlayarak 984 tarihinde Çin’e döndüler. Wang Yen-te
başkente dönüşünden sonra gezisi hakkında hazırladığı raporu
imparatoruna takdim etti. Bu seyahatnamede pek çok yer, şahıs ve kabile
adı geçmekle beraber, halkın gelenek ve görenekleriyle, günlük hayat
hakkında da bilgi vardır.
3- Tamim İbn Bahr Seyahatnamesi: Muhtemelen 821 yılında Uygur sarayına giden bir Arap seyyahıdır[45].
Ona göre kaganın kendi çadırıyla 12.000 kişilik ordusu ve her birinin
13.000 kişiye sahip olduğu 17 kumandanı vardı. Çadırların ihtişamı ve
nizamı mükemmeldi. Ona göre Barsgan ile Turfan arasındaki yolun ova
kısmında devamlı köy ve kasabalar içinden gidiliyordu. Buranın henüz
gayri-müslim olan ahalisinin çoğunluğunun Türklerden olduğunu
öğreniyoruz. Bu seyahatnameyi V.Minorsky, “Tamim ibn Bahr’s Journey to
the Uyghurs, Bruxelles 1948, adlı eserinde tanıtmaktadır.
4- İbn Fazlan Seyahatnamesi:
920-921 tarihlerinde Bulgar hükümdarı İlteber Almış’ın talebi üzerine,
Abbasi halifesi Muktedir Billah, İslamiyeti öğretmek maksadıyla adamlar
ve Hazarlara karşı kullanılacak bir kalenin inşası için para
göndermişti. Bu elçilik heyetindeki Ahmed b. Fazlan adındaki katibin
Türk ülkelerinde gördüklerini, duyduklarını döndükten sonra kaleme
almasıyla bu seyahatname ortaya çıkmıştır. Bu eserde eski Türklere ve
kuzey ülkelerine dair verilen bilgilerin doğruluğu diğer ortaçağ
müelliflerinin ve yakın zamandaki seyyahların yazdıklarıyla da
doğrulanmaktadır. Seyahatnamede pekçok Türk boyunu, onların örf ve
adetleriyle, yaşayışlarını görmekteyiz. Seyahatnamenin tek nüshası
İran’ın Meşhed şehri kütüphanesindedir. Z.V.Togan tarafından 1923
senesinde keşfedildi ve onun tarafından Ibn Fadlans Reisebericht,
Leipzig 1939, adıyla basıldı.
5- Plano Carpini Seyahatnamesi:
Papa’nın 1245-1246’da Karakurum’u ziyaret eden elçisinin hatıratıdır.
13. yüzyıl Orta Asya’sı hakkında bize bilgi verir. Özellikle Uygurların
inançlarından bahseder. O, Cuci ulusu hakkında da çok değerli malumatlar
verir. Cuci’nin mezarının nerede olduğunu bie söylemektedir.
Seyahatname almanca olarak F.Risch tarafından, Geshichte der Mongolen
und Reiseberichte, Leipzig 1930, adıyla basıldı.
6- William Rubruquis Seyahatnamesi:
Fransız kralının 1253’te Karakurum’da bulunan elçisinin raporudur. 1900
tarihinde W.Rockhill tarafından neşredildi. Uygur budistleri hakkında
bilgi verir. Onların dini törenlerinden, inançlarından ve bazı
dualarından bahseder. Türkistan’ın pekçok yerini gezip-görmüştür. Mesela
Yedi-su bölgesinin tarım ve otlak arazilerini anlatır. Mengü Han’ın
ziyaret eden Rubruquis, onun pekçok özelliğini nakleder. İdil ile Don
nehirleri arasında karargahı olan Batu’nun oğlu Sartag’ı da gördü.
Berke’nin İslamiyeti kabul etmesinden, ülkesinde domuz eti yenmesinin
yasaklanmasından bile söz eder. O, Kıpçakların defin merasimlerinden,
mezarlarından ve eski Türk dininden bahsetmektedir.
7- Marco Polo Seyahatnamesi:
1271-1291 yılları arasında Venedikten, Pekin’e seyahatlar yapmıştır.
Tüccarlık yapan babası ve amcası ile birlikte 1271 yılında yola
çıktılar. İran ve İç Asya’yı geçtikten 3 yıl sonra Çin’e ulaştılar.
Han-Balık’da (Pekin) Kubilay’ın sarayına gittiler (1275). Hanın
hizmetine girdi. Çeşitli görevlerle ülkenin birçok yerini gezip-dolaştı.
Gördüğü yerler hakkında notlar tuttu, işittiği hikayeleri yazdı. Kısaca
Kubilay’ın sarayında uzun müddet kalan Marco Polo, görüp ve duyduğu
pekçok değerli bilgiyi hatıratında zikretmektedir. 1291’de ondan izin
alarak, deniz yoluyla Hürmüz Körfezine ulaştılar. Oradan kara yoluyla
Trabzon’a ve yine gemiyle İstanbul’a ve nihayet Venedik’e ulaştılar. İki
cilt halinde H.Yule, The Book of Marco Polo, London 1875, adıyla bu
seyahatnemeyi neşretti.
8- İbn Batuta Seyahatnamesi:
14. yüzyıl Türk ve İslam dünyasının tarihi ve kültürü açısından değerli
bir seyahatname de Tanca’lı İbn Batuta’ya aittir. O Mısır, Suriye, Arap
yarımadası, Irak, İran, Doğu Afrika, Anadolu, Karadeniz’in kuzeyindeki
Türk illeri, Türkistan, Hindistan, Çin, Endülüs ve Sudan gibi ülkeleri
dolaşmıştır. Ünlü seyahatnamesini 1356 yılında yazdı. Eserinde gittiği
yerler ve bu yerlerin yöneticileri, adet ve gelenekleri hakkında değerli
bilgiler vardır. 1854 senesinde C.Defremery-B.Sanguinitti tarafından
yayınlandı.
9- Ruy Gonzales de Claviyo Seyahatnamesi:
İspanyol Claviyo, Kastilya kralının elçisi olarak Semerkant’ta bulunan
Temür’ü ziyaret etmiştir (1403-1406). Önce İstanbul’a, oradan Trabzon ve
Erzincan’a, Hoy’dan Tebriz’e, Elburuz dağlarından geçerek Meşhed’e ve
Temür’ün doğduğu Keş’ten Semerkant’a gitmiştir. Buraya gelirken geçtiği
yerleri anlatmakla kalmayıp, Temür’ü ve Temür’ün sarayını da teferruatlı
bir şekilde tanıtmıştır. Eserine “Büyük Temürleng” adını veren
Claviyo’nun seyahatnamesi, Drevnik Putişestviya ko dvoru Timura,
Petersburg 1881, adıyla rusça olarak en iyi neşri yapılmıştır.
10- Gıyaseddin Nakkaş Seyahatnamesi: Gerçekte
Sefaretname-i Çin adını taşır. 1419’da Gıyaseddin Nakkaş, Şahruh
tarafından Çin imparatoruna elçi olarak gönderilmiştir. Aslı farsça olan
seyahatname, M.Quatremere tarafından fransızcaya tercüme edilmiştir.
8- Coğrafya ve Genel Tarih Eserleri
1- Yahya el-Belazurî, Fütûhu’l-Büldan,
adlı eserinde, Peygamberin zamanından itibaren üç asır boyunca yapılan
İslâm fetihlerini anlatır. 9. asır tarihçilerinden olan Belazurî Arap
yarımadası, Suriye, Filistin, Irak, Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs, İran,
Azerbaycan, Horasan ve Sind bölgelerinin fetihlerini ele alır. M. De
Goeje, 1863’de bu kitabı basmıştır.
2- Vazıh el-Yakubî, Kitab’ül-Büldan, 891 yılında yazılan bu eserde de İslâm fetihlerinden bahsedilir. Eseri M.De Goeje, 1892’de neşretti.
3- Cerir el-Taberî, Tarihü’r-resul ve’l-mulük,
10. yüzyıla kadar olan tarihi hadiseleri ihtiva edip, Türklere ait
pekçok malûmat verir. Taberi, ilk büyük İslâm tarihçilerinden biri
olarak kabul edilmektedir. Bu eser de M.De Goeje tarafından 1879-1901
yılları arasında Hollanda’da basıldı.
4- Hüseyin el-Mesudî, Murûc’ül-zeheb ve Maadinü’l-Cevahir
adlı eserinde; Arabistan, İran, Horasan, Mısır ve Hindistan’a ait
bilgiler verir. Bu eser P.Courteille ve B.Meynard tarafından 1861-1877
yılları arasında 9 cilt olarak neşredilip, ilim aleminin hizmetine
sokuldu.
5- Mücmelü’l-Tevarih, 897-898 tarihinde yazılan bu eserin yazarı belli değildir. Türklerin nesebi ve Türk kabileleri hakkında bilgi verir.
6- Tahir el-Mukaddisî, Kitabü’l-bad’i ve’l-Tarih,
966’da Büst şehrinde, Samaniler zamanında yazılmıştır. Eserde Türklerin
gelenek ve göreneklerine dair Malûmatlar vardır. C.Huart tarafından
1899-1916 arasında 5 cilt olarak neşredildi.
7- İbn Hurdadbih, Kitab el-mesalik ve’l-memalik, 840’da yazılmıştır. Doğu Türkleri hakkında bilgiler mevcut olup, M.Goeje 1889’da bu eseri bastı.
8- Ebu İshak İstahrî, Kitab el-mesalik ve’l-memalik,
951’de kaydedilmiştir ve Hazar Bulgar, Peçenek, Horasan, Maveraünnehir,
Harezm Türkleri hakında Malûmatlar verir. M.De Goeje, 1870 bu eseri
yayınladı.
9- Muhammed İbn Havkal, 943-977 yılları
arasında çeşitli yerleri ve bilhassa Horasan ve Hazar Denizi etrafını,
Sicilya’yı ve sayısız ülkeyi dolaşmıştır. Eserinin adı Kitab el-mesalik vel-memalik’tir.
Kitap 976’da yazılmıştır. Eserinde İstahrî gibi Hazar Denizi ve
Maveraünnehir civarındaki Türkler hakkında tafsilatlı bilgiler verir.
M.De Goeje, Leiden 1873’te kitabı yayınladı.
10- Ahmed el-Mukaddisî, Ahsenü’l-Takasim fi Marifet-i Ekalim, Hazar ve Maveraünnehir’e komşu Türklerden bahseder. M.De Goeje 1877’de bu coğrafya kitabını neşretti.
11- Rustah el-Hemedanî, 9. asırda yaşayan İran menşeili İslâm coğrafyacılarındandır. 903 yılında tamamladığı Kitab el-alâk el-nefise
adlı eserinin Türklere ait bölümünün ilk yarısının Peçeneklerin sonuna
kadarki kısmı eksiktir. Hazarlar bahsinden sonraki kısım mevcuttur.
Verdiği bilgiler tertipli ve kıymetlidir. Gerdizî’nin eserinde verilen
Malûmat, bu eserde sunulan bilgilerle büyük bir benzerlik gösterir.
1892’de M.De Goeje yayınlamıştır.
12- Yakut el-Hamavî, Mucem’ül-Büldan adlı
eserini 13. yüzyılın başlarında tamamlamıştır. Anadolulu bir Türk olma
ihtimali vardır. Kitap ticaretiyle uğraşmış, uzun müddet Harezm ve
Maveraünnehir’de oturmuştur. Bu kitap 1866-1873 tarihleri arasında 7
cilt halinde F.Wüstenfeld tarafından Leipzig’de basılmıştır.
13- Sıbt ibn’il-Cezvî, Mirat’üz-zeman fi Tarih’i-ayan
adlı kitabında Türk tarihine ait pek kıymetli bilgiler zikretmektedir.
13. yüzyıla ait bu eser, J.R.Jewett tarafından 1907’de basıldı.
14- Ebu’l Ferec, Chronicon Syriacun
adlı eserinde Türklerden de bahseder. Aslen Yahudi iken sonradan
Hrıstiyan olmuş ve Hülagu’nun yanında Meraga’da bulunmuştur. P.Bedjan
eseri 1890’da Paris’te yayınladı.
15- Ebu’l Ferec, Tarih u Muhtasar’il-düvel adlı tarihinde de Türklere ait pekçok bilgi vardır. Türklerden bahseden kısmı, Ş.Yaltkaya’ca 1941’de Tarih Kurumu’nda basıldı.
16- İsmail Ebu’l Fida, Kitab’ül-muhtasar fi Ahbari’l-beşer, 14. yüzyıla aittir. Kitabı 1789-1794 yılları arasında 5 cilt olarak, J.Reiske ve J.Adler neşrettiler.
17- Hudud’ül-Alem, 10.
yüzyılda kaleme alınan bu kitabın yazarı belli olmayıp, Türklere ve Türk
ülkelerine ait son derece kıymetli bilgilerle doludur. 1937’de
V.Minorsky, Londra’da bu eseri yayınladı.
18- Ebu Said Gerdizi, Zeyn’ül-Ahbar, 11. yüzyılın başlarında yazılmıştır. Özellikle Horasan tarihi için mühim olan bu eser, Barthold tarafından 1897 neşredildi.
19- Ata Melik Alaaddin Cüveynî, Tarih-i Cihangüşa,
13. yüzyıla aittir. Bağdat’ta vezirlik de yapan Cüveynî’nin eseri Türk
tarihi ve kültürü bakımından kıymetlidir. İlk defa Mirza Muhammed
Kazvini tarafından 1912’de yayınlandı.
20- Minhac Cuzcanî, Tabakat-ı Nasıri,
Çingiz’in ve oğullarının fetihlerini anlatır. 1260’da yazılan eserde
Harezmşahlar ve Hindistan Türk sülaleleri tarihinden de bilgiler vardır.
W.Lees 1864’te bu eseri Calcutta’da bastı.
21- Reşidüddin Fazlullah, Cami’üt-tevarih iki cilt halinde olup, Türk ve Mogol tarihi için son derece önemlidir. Bu eseri, İ.Berezin, 1855-1888’de ilk defa yayınladı.
22- Lütfullah Hafız Ebru, Zeyl’i-Cami’üt-tevarih,
adlı bu eser, Reşidüddin’in devamıdır. Temürlüler devrinde yaşamış
olup, Şahruh’un tarihçisidir. H.Beyani tarafından, Tahran’da 1938’de
neşredildi.
23- Hamidullah Kazvinî, Tarih-i Güzide, 14. asır İslâm ve Türk tarihidir. E.Browne, 1910’da bu eseri yayınladı.
24- Şerafeddin Yezdî, Zafer-nâme,
15. yüzyılda yazılmış olup, Temür’ün tarihidir. Çagatay hanları ve Türk
tarihine ait değerli bilgileri ihtiva eder. M.İlahdat, 1887-1888’de
neşretti[46].
25- Şibanî-nâme, yazarı
belli değildir. Özbek Türklerinin tarihi hakkında bilgi verir. 16.
asrın başında (1503) yazılmış olup, 1849’da I.Berezin bu eseri
yayınladı.
26- Babur-nâme,
Temür’ün soyundan Fergana begi Ömer Şeyh Mirza’nın oğlu Zahirüddin Babur
(ölümü 1530) tarafından, Türkçe “Vekayiî” adıyla, bir hatırat kaleme
alınmıştır. 16. yüzyılda Afganistan ve Hindistan bölgesine hakim olan bu
Türk begi, kendisinin ve askerlerinin Türk olmasından övünç
duymaktadır. Çagatay Türkçesiyle yazılmış olan nüsha 1857’de N.İlminsky
tarafından Kazan’da basılmıştır.
27- Haydar Mirza Duglat, Tarih-i Raşidî, Çagatay hanlarının 1546 senesine kadarki tarihidir. 1864’te Z.Velyaminov tarafından basıldı.
28- Ebu’l-gazi Bahadır Han, Şecere-i Türk,
17. yüzyılda kaleme alınmış olup, Çingizlilerin ve kendi çağına kadar
Harezm Özbeklerinin tarihidir. B.Desmaison 1861’de yayınladı.
9- Fal Kitapları, Öğüt Kitapları, Mektuplar, Yarlıklar
1- Miran Metinleri: Kağıtlar üzerine Kök
Türk harfleriyle yazılmış olan bu belgeleri, A.Stein 1907’de, Tun-huang
bölgesinde Miran kalesi harebeleri içinde bulmuştur. Üç kısımdan
meydana gelmektedirler. 9-10 asıra ait bu belgede, muhtemelen bir savaş
sonrası ele geçirilen ganimetlerin ve malzemelerin kimlere verildiğine
dair tutulmuş bir kayıttır. Metin hakkında Thomsen yukarıdaki
makalesinde Malûmat sunmaktadır. En son bu metinlerin tarihi
değerlendirmesini S.Gömeç, “Miran Metinleri Üzerine Bir Çalışma”, Türk
Kültürü, 34/394, Ankara 1996’da yapmıştır.
2- Maitrisimit: Eski Uygur Türkçesi ile
yazılmış, dini bir drama piyesi şeklinde tertip edilmiştir. Manası
“Geleceğin Burkan’ı Olan Maitreya İle Buluşma” biçiminde açıklanabilir.
Bu eserde Burkan’ın halefi olan ve binlerce yıl sonra dünyaya ineceğine
inanılan Maitreya’nın hayatı dinî bir destan şeklinde anlatılmaktadır.
Eserin Hintçeden Toharcaya, oradan da Türkçeye çevrildiği sanılmaktadır.
Başında “görülecek şey, seyredilecek şey” diye tarif edilmektedir.
Önsözden sonra “ülüş” denilen 27 bölüm gelmektedir. Her bölümün başında
“aşağıdaki dini hadiseyi, filan ve falan yerde düşünmek gerekir” diye
bir kayıt vardır. Türkçe nüshada bazan devam eden hadise kesilerek, bu
olayla ilgili nazari düşüncelerin ispatına çalışılır. Bu metin dini bir
masaldır, fakat kendinden de anlaşılacağı üzere bu gibi masallardaki
unsurlar o devrin âdet ve geleneklerini aksettirmektedir. Buna göre Orta
Asya’da şu veya bu münasebetle çeşitli halk eğlenceleri düzenleniyor ve
genellikle dolunay vakitlerinde sahneleniyordu. Netice olarak eski
Türkçedeki birçok masalların zaman zaman sesli okuma sınırını aşarak,
bunların basit bir şekilde dramlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Bu eser ilk
defa A.von Gabain tarafından Wiesbaden 1957 ve Berlin 1961 iki cilt
halinde basılmıştır.
3- Sekiz Yükmek Yaruk: En aşağı halk
tabakalarının bile anlayabileceği basit bir dille yazılan bu eserin
yüzden fazla nüshası vardır, fakat maalesef bunların çoğu tam değildir.
Burkan’ın vermiş olduğu vaazların toplandığı bir kitap şeklindedir. Bu
eserde basit halk inançları, iyi amel işlemenin faziletleri ön planda
gelir. Sekiz türlü şuurun ve buna dayanan maddî alemin teşekkülü ile
bunların çarpışması esere basit cümlelelerle serpiştirilmiştir. L.Ligeti
1971’de Sekiz Yükmek Yaruk’u yayınladı.
4- Altun Yaruk: 10. asrın başlarında
veya bundan biraz önce Sınku Seli Tutung adında bir Türk’ün Çinceden
Uygur Türkçesine aktardığı bir eser olarak kabul edilmektedir.
Burkancılığın talimatlarının en yüksek maddelerini içine alır. Eser
kopuk kopuk parçalar halinde günümüze kadar geldiğinden, üzerinde fazla
bir değerlendirme yapılmamıştır. Beş Balıklı bir Uygur Türkü olan Sınku
Seli Tutung’un eserinde Türkçe şiirler de yer almaktadır. Bilinen dört
nüshası olan eserin, Uygur Türkçesindeki nüshasını F.W.K.Müller 1908’de
neşretmiştir.
5- Ahmed Yesevî Hikmetleri: 11.
yüzyılın ikinci yarısında dünyaya gelen ve 1166’da vefat eden Ahmed
Yesevî, Türk milletinin manevi hayatında asırlarca nüfuz etmiş bir
şahsiyettir. Ahmed Yesevî ile kurulan tarikat bütün Türk illerine tesir
ederek, Türk İslâmiyetinin yayılmasına aracılık etmiştir. Divan-ı
Hikmet’in en eski yazmaları 16. asra aittir. İlk baskılarından biri
Kazan 1896 tarihlidir.
6- Atebetü’l-Hakayık: Tam yazılış tarihi
belli olmamakla beraber, 12. asır Türk edebiyatı mahsullerinden sayılan
bu eser, Edib Ahmed Yüknekî tarafından tertip edilmiştir. Konu ve edebi
türü itibarıyla Kutadgu Bilig’in devamı sayılabilir.
Atebetü’l-Hakayık’ın altı nüshası bulunmaktadır. Bütün nüshaları
karşılaştırarak, R.R.Arat 1951’de yeniden neşretmiştir.
7- Siyâset-nâme: Diğer adıyla
Siyerü’l-mûlûk’u yazan Selçuklu veziri Nizamü’l-mülk’tür (1018-1092).
Eserde Türk devlet teşkilâtı, kültür hayatı, devletler hukuku gibi
konularda bilgiler bulmak mümkündür. Pekçok nüshası ve neşri olmakla
beraber ilk olarak 1891’de Paris’te basılmıştır.
8- Hukuk Belgeleri: Maniheist
manastırlara ait yönetmelik, askeri birliklere verilen gereç ve yemekler
üzerine makbuzlar, Uygurlarda yazılı belge düzenleme geleneğini ortaya
koyan örneklerdir. Bunlardan başka toprak satışı, toprak kiralama, evlat
edinme, borç para verme, hayvan kiralama, vergi toplama, vergilere
itiraz etme ve benzeri gibi değişik konularda düzenlenmiş birçok belge
bulunmuştur. Özellikle Uygur Türklerine ait bu hukuk vesikaları üzerine
en eski olarak A.Grünwedel (1906), A.von Le Coq (1918), A.Caferoğlu
(1934) gibi kişiler çalışmışlardır. En son olarak bu konuda Ö.İzgi’nin
(Ankara 1987) bir yayını bulunmaktadır.
9- Li Te-Yü’nün Mektupları: 840’tan
sonraki Uygur tarihi için en önemli kaynaklardandır. Uygurlar bu
tarihte, Kırgızlar tarafından büyük bir yenilgiye uğratıldıktan sonra,
etrafa dağılarak sefalet içerisinde kalmışlardı. Çin başbakanı olan Li
Te-yü ve taraftarlarının fikrine göre, Uygurlar Çin’in eski dostlarıdır
ve Çin’in felaket zamanlarında yardıma gelmişlerdi. Bu sebeple Uygurlara
yardım edilmesi gerekirdi. Li Te-yü Çin imparatoruna, bu konuda pekçok
mektup yazmış ve ricada bulunmuştu. Bu mektupları yazarken, dolayısıyla
Uygurların tarihinden de bahsetmişti[47].
10- Araştırma Eserleri
a- Hun Dönemi
1- K.A.Akişev, Kurgan Issık, Moskva 1978
2- S.M.Arsal, Türk Tarihinin Ana Hatları. İskitler-Sakalar, Asya Hunları, Yüeçiler, Avrupa Hunları, Ankara
3- F.Altheim, Hunnische Runen, Halle 1948
4- F.Altheim, Attila et les Huns, Paris 1952
5- F.Altheim, Geschichte der Hunnen, I-II, Berlin 1959-1960
6- Atsız, “Mete”, Türk Ansiklopedisi, C. 24, Ankara 1976
7- P.A.Boodberg, “The Language of the T’o-pa Wei”, Harvard Journal of Asiatic Studies, Vol. 1, Cambridge 1936
8- J.M.Deguignes, Hunların, Türklerin, Moğolların ve Daha Sair Garbi Tatarların Tarih-i Umumisi, I-VIII, İstanbul 1924
9- W.Eberhard, “Muahhar Han Devrinde Hun Tarihine Kronolojik Bir Bakış”, Belleten, Sayı 16, Ankara 1940
10- W.Eberhard, Çin’in Şimal Komşuları, Çev. N.Uluğtuğ, Ankara 1942
11- K.Enoki, “Sogdiana and the Hsiung-nu”, Central Asiatic Journal, 1/1, Wiesbaden 1954
12- O.Franke, Geschichte des Chinesischen Reiches, I-II, Berlin-Leipzig 1930-1936
13- R.Grousset, Bozkır İmparatorluğu, Çev. R.Uzmen, İstanbul 1980
14- F.Hirth, “Uber Wolga Hunnen und Hiung-nu”, Sitzungsberichte der preussischen Akademie der Wissenschaften, 2/2, Berlin 1899
15- F.Hirth, “Hunnenforschungen”, Keleti Szemle, Vol. II, Budapest 1901
16- O.Maechen-Helfen, “Archaistic Names of the Hiung-nu”, Central Asiatic Journal, 6/1, Wiesbaden 1961
17- W.M.McGovern, The Early Empires of Central Asia, North Carolina 1939
18- M.Mori, “Reconsideration of the Hsiung-nu State-A Response to Professor O.Pritsak’s Criticism”, Acta Asiatica, No 24, Tokyo 1924
19- G.Nemeth, Attila ve Hunları, Terc. Ş.Baştav, Ankara 1982
20- B.Ögel, Türk Mitolojisi, Ankara 1971
21- B.Ögel, İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara 1962
22- B.Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, I-II, Ankara 1981
23- W.Samolin, “Hsiung-nu, Hun, Türk”, Central Asiatic Journal, 3/2, Wiesbaden 1957
24- R.Shafer, “The Earliest Huns”, Ural-Altaische Jahrbücher, Tom. 38, Budapest 1966
25- Z.V.Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1941
b- Kök Türk Dönemi
1- V.Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Notlar, İstanbul 1927
2- J.T.Chang, T’ang Devrindeki Doğu Göktürkleri Hakkında Yeni Belgeler, Doktora Tezi, Taipei 1968
3- E.Chavannes, Documents sur les Tou-Kiue [Turcs] Occidentaux, Petersburg 1903
4- D.M.Dunlop, The History of the Jewish Khazars, Paris 1954
5- W.Eberhard, Çin Tarihi, Ankara 1947
6- H.Ecsedy, “Tribe and Tribal Society in the 6 th Century Turk Empire”, Acta Orientalia, Tom. 25, Budapest 1972
7- H.Ecsedy, “Tribe and Empire, Tribe and Society in the Turk Age”, Acta Orientalia, 30/1, Budapest 1977
8- E.Esin, İslamiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslama Giriş, İstanbul 1978
9- A.von Gabain, Köktürklerin Tarihine Bir Bakış”, DTCF, 2/5, Ankara 1944
10- R.Giraud, L’Empire des Turcs Celestes, Pari 1960
11- P.B.Golden, Khazar Studies, Budapest 1980
12- S.Gömeç, Kök Türk Tarihi, 2.baskı, Ankara 1999
13- M.Grignaschi, “La Chute de L’Empire Hephthalite dans les Sources Byzantines et Perses et le Probleme des Avar”, Acta Antiqua, Tom. 28, Budapest 1980
14- R.Grousset, L’Empire du Levant, Paris 1949
15- L.N.Gumilev, Drevniye Tyurki, Moskva 1967
16- H.W.Haussig, “Über die Bedeutung der Namen Hunnen und Awaren”, Ural-Altaische Jahrbücher, Band 47, Wiesbaden 1975
17- H.Howorth, “The Avars”, Journal of Royal Asiatic Studies, Vol. 1, London 1889
18- S.Julien, “Documents sur les Tou-Kiue [Turcs]”, Journal Asiatique, Tom. 3, Paris 1864
19- S.G.Klyaştornıy, Drevnetyurkskiye Runiçeskiye Pamyatniki Kak Istoçnik po Istorii Sredney Azii, Moskova 1964
20- E.Konukçu, Kuşan ve Ak Hunlar Tarihi, Ankara 1973
21- L.Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, I-II, Çev. S.Karatay, İstanbul 1970
22- L.K.Ling, Toba Wei Sülalesi devrinde Çin’in Kuzey ve Batı Komşuları, Doktora Tezi, Ankara 1978
23- M.T.Liu, Die Chinesischen Nachrichten zur Geschichte der Ost-Türken (T’u-küe), I-II, Wiesbaden 1957
24- G.Moravcsik, Byzantino-turcica I-II, Leiden 1942-1943
25- B.Ögel, “Doğu Göktürkleri Hakkında Notlar”, Belleten, C. 21, Ankara 1957
26- W.Samolin, “Some Notes on the Apar Problem”, Central Asiatic Journal, Vol. 3, Wiesbaden 1957
27- D.Sinor, Some Components of Civilization of the Türks”, Altaistic Studies, Konferenser 12, Stockholm 1985
28- B.Spuler, “Geschichte Mittelasiens seit dem Auftreten der Türken”, Handbuch der Orientalistik, V/V, Leiden-Köln 1966
29- N.Yamada, “The Original Turkish Homeland”, Journal of Turkish Studies, Vol. 9, Harvard 1985
c- Uygur Dönemi
1- E.Baytur, Şincan’daki Milletlerin Tarihi, Urimçi 1991
2- A.Bekin, Yakub Beg Devrinde Çin Türkistanı’nda Siyasal ve Kültürel Durum, Doktora Tezi, Ankara 1971
3- G.Çandarlıoğlu, Sarı Uygurlar ve Kansu Bölgesi Kabileleri, Doktora Tezi, İstanbul 1967
4- G.Çandarlıoğlu, Ötüken Bölgesindeki Büyük Uygur Kaganlığı, Doçentlik Tezi, İstanbul 1972
5- S.Gömeç, “Terhin Yazıtının Tarihi Açıdan Değerlendirilmesi”, DTCF. Tarih Araştırmaları Dergisi, 27/28, Ankara 1996
6- S.Gömeç, Uygur Türkleri Tarihi ve Kültürü, 2. baskı, Ankara 2000
7- J.R.Hamilton, Les Ouighours, Paris 1955
8- J.R.Hamilton, “Toquz-Oguz et On-Uygur”, Journal Asiatique, Tom. 250, Paris 1955
9- C.H.Huang, Tibetlilerin Çinliler ve Orta Asya Kavimleriyle Münasebetleri, Doktora Tezi, İstanbul 1971
10- Ö.İzgi, Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi, Ankara 1987
11- Ö.İzgi, Çin Elçisi Wang Yen-Te’nin Uygur Seyahatnamesi, Ankara 1989
12- İ.Kurban, Şarki Türkistan Cumhuriyeti, Ankara 1992
13- C.Mackerras, The Uighur Empire, Canberra 1972
14- B.Ögel, “Uygurların Menşe Efsanesi”, DTCF, 6/1-2, Ankara 48
15- B.Ögel, “Şine Usu Yazıtının Tarihi Önemi”, Belleten, Sayı 59, Ankara 1951
16- B.Ögel, Sino-Turcica, Taipei 1964
17- B.Ögel, “Uygur Devletinin Teşekkülü ve Yükselişi”, Belleten, C. 19, Ankara 1964
18- E.Pinks, Die Uiguren Kan-Chou in der Frühen Sung-zeit (960-1028), Wiesbaden 1968
19- E.G.Pulleyblank, The Background of the Rebellion of An Lu-shan, London 1955
20- E.G.Pulleyblank, “Some Remarks on the Toquzoghuz Problem”, Ural-Altaische Jahrbücher, 28/1-2, Wiesbaden 1956
21- L.Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara 1971
22- K.Wittfogel, History of Chinese Society Liao (907-1125), Philadelphia 1949
d- Diğer Türk Boyları İle Alakalı Kiataplar ve Makaleler
1- Ali Suavi, Hive Hanlığı ve Türkistan’da Rus Yayılması, Haz. A.Çay, İstanbul 1977
2- E.Bacon, Esir Orta Asya, Çev. T.Say, İstanbul (tarihsiz)
3- V.Barthold, Mogol İstilasına Kadar Türkistan, Haz. H.D.Yıldız, İstanbul 1981
4- M.Buğra, Doğu Türkistan, İstanbul 1952
5- O.Caroe, Sovyet İmparatorluğu, I-II, Çev. Z.Yüksel, İstanbul (tarihsiz)
6- S.Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, Ankara 1999
7- R.N.Frye, “Selçuklulardan Evvel Ortaşarkta Türkler”, Belleten, C. 10, Ankara 1946
8- A.N.Kurat, Rusya Tarihi, Ankara 1948
9- A.N.Kurat, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara 1972
10- M.Levin-L.Potapov, The Peoples of Siberia, Chicago 1964
11- O.Pritsak, “Kara Hanlılar”, İslam Ansiklopedisi, C. 6, İstanbul 1955
12- W.Radloff, Sibirya’dan Seçmeler, Çev. A.Temir, İstanbul 1976
13- L.Rasonyi, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri ve İlk Müslüman Türkler, Haz. Ş.K.Seferoğlu-A.Müderrisoğlu, Ankara 1983
14- W.Samolin, “East Turkistan to the Twelfth Century”, Central Asiatic Journal, Vol. 9, The Hague 1964
15- B.Spuler, İran Moğolları, Çev. C.Köprülü, Ankara 1957
16- F.Sümer, Oğuzlar, Ankara 1965
17- R.Şeşen, İbn Fazlan Seyahatnamesi Tercümesi, İstanbul 1975
18- R.Şeşen, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara 1985
19- Z.V.Togan, Türkili (Türkistan) ve Yakın Tarihi, İstanbul 1942-1947
20- H.T.Wu, Beş Sülale Çağında Sha-To’ların Çin Toplumuna Etkileri (907-1125), Doktora Tezi, Taipei 1970
e- Genel Kültüre Ait Kitaplar ve Makaleler
1- O.Aslanapa, Türk Sanatı, I-II, İstanbul 1972-1973
2- Atsız, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1943
3- Atsız, Türk Tarihinde Meseleler, İstanbul 1943
4- W.Bang-A.von Gabain, Analytischer Index, Berlin 1931
5- A.Bernştam, Sotsialno-Ekonomiçeskiy Stroy Orhona-Yenisey Tyurok VI-VIII Vekov, Moskva-Leningrad 1946
6- Cahiz, Hilafet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Faziletleri, Çev. R.Şeşen, Ankara 1967
7- C.L.Chen, “A Study of Turkic Weapons”, Altaistic Studies, Konferenser 12, Stockholm 1985
8- S.G.Clauson, An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish, Oxford 1972
9- A.Donuk, Eski Türk Devletlerinde İdari-Askeri Unvan ve Terimler, İstanbul 1988
10- E.Esin, Türk Kosmolojisi, İstanbul 1979
11- Z.Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, İstanbul 1976
12- Z.Gökalp, Türk Devletinin Tekamülü, Ankara 1981
13- S.Gömeç, “Eski Türklerde Siyasi Hakimiyet”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 100, İstanbul 1996
14- A.İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 954
15- A.İnan, Makaleler ve İncelemeler, Ankara 1968
16- İ.Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ankara 1977
17- M.Mori, “Kuzey Asya’daki Bozkır Eski Devletinin Teşkilatı”, İÜEF. Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı 9, İstanbul 1978
18- B.Ögel, Türklerde Devlet Anlayışı, Ankara 1982
19- B.Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, I-IX, Ankara 1984
20- D.Sinor, “The Historical Role of the Turk Empire”, Journal of World History, 1/2, Paris 1953
21- A.Stein, Innermost Asia, I-II, Oxford 1928
22- O.Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, I-II, İstanbul 1969
KAYNAK: Prof. Dr. Sadettin Gömeç, “İslam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine”, Tarih Araştırmaları Dergisi, 1999-2000, 20/31, Ankara 2000.
[1] S.Gömeç, Kök Türk Tarihi, Ankara 1997, s.28.
[2] Kişi oglınta üze eçüm apam Bumın Kagan, İstemi Kagan olurmış; olurıpan Türk bodunıg ilin törüsin tutabirmiş, itibirmiş. Bakınız, Köl Tigin Yazıtı, Doğu tarafı, 1-2; Bilge Kagan Yazıtı, Doğu tarafı, 2-3.
[3] Gömeç, a.g.e., s.117-118.
[4] B.Ögel, Türk Mitolojisi, C. 1, Ankara 1971, s.IV.
[5] M.J.Deguignes, Hunların, Türklerin, Moğolların vedaha sair Garbi Tatarların Tarihi Umumisi, C. 3, İstanbul 1924, s.8.
[6] A.Öztürk, Çağlar İçinde Türk Destanları, İstanbul 1980, s.258-259; S.Gömeç, Uygur Tarihi, Ankara 1997, s.79.
[7] Ögel, Türk Mitolojisi, s. 40-47; N.S.Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi I, İstanbul 1987, s.30-36.
[8] N.Atsız, Türk Tarihinde Meseleler, 6. baskı, İstanbul 1980, s.147-173
[9] S.Gömeç, “Atsız Bir Kahraman: Tonga Tigin”, Türk Kültürü, 33/390, Ankara 1995, s.639-640.
[10] A.İnan, Makaleler ve İncelemeler, 2. baskı, Ankara 1987, s.198-206.
[11]
16. yüzyılın ilk yarısında Kazan’da iki hakim görüş vardır: Birisi Rus
yanlısı, yani istikbali Rusya himayesinde gören anlayış; diğeri de
herşeye rağmen tam bağımsız olmak isteyenlerin düşüncesi. Bir Kırım
Türkü olduğu söylenen Çora Batır bu yıllarda Kazan’a gelmiştir. Ancak
tarihi Çora Batır ile destani Çora Batır arasında zaman zaman farklar
görülmektedir. Çora Batır’ın ölümü hakkında üç değişik rivayet vardır:
Birisine göre, Rus hanımından doğan oğlu tarafından, bir başkası 1555’te
Kazan düştüğünde yakalanmış ve zırhı ile ırmağa atılarak boğulmuş, bir
diğer söylentiye göre ise; Çora Batır ölmemiş ölümsüzler arasına
karışmıştır.
[12] Danişmend-nâme’nin özeti şu biçimdedir: Bu
halk destanında Danişmend Ahmed Gazi’nin Tursun, Çavuldur, Çaka ve Kara
Togan gibi arkadaşlarıyla Bağdad’taki halifeden izin alarak Malatya’da
gazaya çıkıp, Rum üzerine yürüdüğü anlatılır. Gaza arkadaşlarının çoğunu
kaybetmiş olmasına rağmen Canik’i almak ister, fakat yolda pusuya düşer
ve yaralanır. Niksar’da vefat eder. Onun ölümü üzerine hrıstiyanlar
galip olur. Halife, Tugrul Beg’e haber gönderir, o da Süleyman-şah’ı
Anadolu’nun fethine yollar. Süleyman-şah, Danişmend Ahmed Gazi’nin oğlu
Melik Gazi ile Anadolu’yu fetheder.
[13] Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lûgat-it-Türk, Haz. B.Atalay, C. 3, 2. baskı, Ankara 1986, s.413-415.
[14] Banarlı, a.g.e., s.630-632.
[15] A.Caferoğlu, Türk Kavimleri, Ankara 1983, s.30; İnan, a.g.e., s.112-113; R.R.Arat, “Kırgızistan”, İslam Ansiklopedisi, C. 6, 5. baskı, İstanbul 1988, s.741.
[16] Bakınız, Köl Tigin Yazıtı, Kuzey tarafı, 4. satır: Tokuz Oguz halkı kendi halkım idi.
[17] Tölösler İçin bakınız, S.Gömeç, Kök Türk Tarihi, 2. baskı, Ankara 1999, s.7-8.
[18] V.Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, İstanbul 1927, 6; Umumi Türk Tarihine Giriş, 3. baskı, İstanbul 1981, s.56; Kafesoğlu, a.g.e., s.91.
[19] Altı Bag Bodun için bakınız, S.Gömeç, “Altı Bag Bodun”, Türk Kültürü, 31/358, Ankara 1993.
[20]
K.Czegledy, Arap coğrafyacılarında geçen Oguzların onyedi kabilesinin
dokuzunun Uygur, sekizinin Oguz (ki, bunu Şine-Usu Yazıtı’ndaki Sekiz
Oguz’a dayanarak) olduğunu söylemektedir. Bakınız, K.Czegledy, “On the
Numerical Composition of the Ancient Turkish Tribal Confederations”, Acta Orientalia, Tom. 25, Budapest 1972, s.278.
[21] S.Gömeç, Uygur Türkleri Tarihi ve Kültürü, 2. baskı, Ankara 2000, s.65.
[22] R.Şeşen, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara 1985, s.32-33.
[23] Barthold, a.g.e., s.47; V.Barthold, Four Studies on the History of Central Asia, Vol. I, Leiden 1962, s.91; V.Barthold, Mogol İstilasına Kadar Türkistan, Haz. H.D.Yıldız, İstanbul 1981, s.257-258; El-Belâzuî, Fütûhu’l-Büldan, Çev. M.Fayda, Ankara 1987, s.627-628.
[24] Bakınız, Z.V.Togan, Oğuz Destanı, İstanbul 1972, s.13-14.
[25] O.Ş.Gökyay, “Hannâme”, Necati Lugal Armağanı, Ankara 1968, s.75-329.
[26] W.Bang-R.R.Arat, Oguz Kagan Destanı, İstanbul 1970, s.I-IV.
[27] L.N.Gumilev, Hazar Çevresinde Bin Yıl, Çev. A.Batur, İstanbul 2001, s.272.
[28] Ata Melik Alaaddin Cüveynî, Tarih-î Cihan Güşa, C. I, Çev. M.Öztürk, Ankara 1988, s.116-117.
[29] S.Gömeç, “Türk Tarihinin Kahramanları: 21-Bilge Kagan”, Orkun, Sayı 74, İstanbul 2004.
[30] S.Gömeç, “Türk Tarihinin Kahramanları: 20-Köl Tigin”, Orkun, Sayı 73, İstanbul 2004.
[31] S.Gömeç, “Destanlarda ve Han-name’de Geçen Vezirlerin Tunyukuk ile İlgisi Olabilir mi?”, Türk Kültürü, 40/475-476, Ankara 2002; S.Gömeç, “Türk Tarihinin Kahramanları: 17-Bilge Tunyukuk”, Orkun, Sayı 69, İstanbul 2003.
[32]
Kurt ile Türk milleti adeta özdeşleşmiş gibidir. Ondan türediğine
inanmakla beraber, içtimai ve dini hayatında da önemli bir yere
sahiptir. Eskiden doğum yapacak kadına “al basmaması” için yastığının
altına bir parça kurt derisi konurdu. Kırsal kesimlerde ebelerin mutlaka
kurt kafası olurdu. Hamile kadınlar bazı yerlerde yanlarında kurt dişi
taşırlardı. Hıdırellez’de ateşin üzerindeki şekiller kurt izine benzerse
mutluluğa yorumlanırdı. Köpeğin kurt gibi uluması ise ölüme işaretti
vs. Bakınız, Y.Kalafat, “Göktürklerden Günümüze Türk Halk İnançlarında
Kurt”, XIV. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, C. 3, Ankara 2005, s.464-469.
[33] S.Gömeç, “Kagan İnisi İl Çor Tigin”, XII. Türk Tarih Kongresi, 12-16 Eylül 1994, Ankara 1994.
[34] S.Gömeç, “Terhin Yazıtının Tarihi Açıdan Değerlendirilmesi”, DTCF Tarih Araştırmaları, 27/28, Ankara 1996.
[35] S.Gömeç, “Bögü Kagan’ın Yazıtı: Tez II”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Sayı 124, İstanbul 1997.
[36] Ç.Cumagulov – S.G.Klyaştornıy, “Odinnadtsataya Runiçeskaya Hadpis na Kamne-Valune iz Dolın Reki Talas”, Sovyetskaya Tyurkologiya, No 3, Baku 1982, s.87.
[37] Bunun için bakınız, S.Gömeç, “Altı Bag Bodun”, Türk Kültürü, 31/358, Ankara 1993.
[38] Bunun için bakınız, S.Gömeç, “Kök Türkçe Yazıtlarda Geçen Kümüllerin Kimliği”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Sayı 79, İstanbul 1993.
[39] Bunun için bakınız, “Kök Türkçe Kaynaklarda Geçen Boy ve Kavim Adları: Azlar”, Belleten, 8/221, Ankara 1994.
[40] Bunun için bakınız, L.Rasonyi, “Ortaçağda, Erdel’de Türklüğün İzleri”, II. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, İstanbul 1943; L.Rasonyi, “L’Origine du no Szekely (Sicule)”, Acta Linguistica, 11/1-2, Budapest 1961.
[41] Hacib’in karşılığı Türkçedeki “tayangu” unvanıyla aynıdır. Yani dayanmak fiilinden “güvenmek, emniyet etmek” anlamına gelir.
[42] V.Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Haz. İ.Aka-K.Y.Kopraman, Ankara 1975, s.184. Ayrıca bakınız, S.Gömeç, “Türk Tarihinin Kahramanları: 28- Yusuf Has Hacib”, Orkun, Sayı 87, İstanbul 2005.
[43]Ayrıca bakınız, S.Gömeç, “Türk Tarihinin Kahramanları: 27- Kaşgarlı Mahmud”, Orkun, Sayı 86, İstanbul 2005.
[44] Şeyh Süleyman Efendi, Çagataj-Osmanisches Wörterbuch, Bearbeitet von I.Kunos, Budapest 1902; Abû Hayyân, Kitâb al-İdrâk Li-Lisân al Atrâk, Haz. A.Caferoğlu, İstanbul 1931; A.Caferoğlu, Türk Dili Tarihi, C. II, 3. Baskı, İstanbul 1984, s.218-229; İbni-Mühennâ Lûgati, Haz. A.Battal, 2. Baskı Ankara 1988; Ş.Tekin, “İslâmiyet Öncesi Türk Edebiyatı”, Türk Dünyası El Kitabı, 3. Cilt, 2. Baskı, Ankara 1992, s.75-78.
[45]
Z.V.Togan’a göre, Tamim İbn Bahr’ın seyahatı 751-759 yılları arasında
gerçekleşmiştir. Bakınız, “İbn al-Fakih’in Türklere Ait Haberleri”, Belleten, 12/45, Ankara 1945, s.15.
[46] Z.V.Togan, Tarihte Usûl, 4. baskı, İstanbul 1985, s.176-260.
[47] R.R.Arat, Türk Dili Üzerinde Araştırmalar: Uygur Dönemine Ait Dil Örnekleri, “Altun Yaruk”, İstanbul 1931, s.1-2; W.S.Tsai, Li Te-yü’nün Mektuplarına Göre Uygurlar (840-900), Doktora Tezi, Taipei 1967; Tekin, a.g.m., s.28-31; S.Tezcan, Bilim, Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, Ankara 1978, s.292-308; G.Shimin, “Kedimki Uygurca İptidayi Drama Piyesası “Maitrisimit”nıng (Hami Nüshası” 2-Perdesi Hakkıdıki tetkikat”, Journal of Turkish Studies, Vol. 4, Harvard 1980, s.101-130; M.A.Köymen, Siyâset-nâme, Ankara 1982, s.V-XV; K.Eraslan, Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler, Ankara 1983, s.9-53; Caferoğlu, a.g.e., s.75-78; Ö.İzgi, Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına Göre), Ankara 1987.
http://tarihinbelgeleri.com/2011/08/27/islamiyet-oncesi-turk-tarihinin-kaynaklari-uzerine
İlgili_Yayınlar
Dünyanın İlk Tapınağı: Göbeklitepe
Şanlıurfa’ya 15 km uzaklıkta olan bu arkeolojik site üzerinde yapılan çalışmalar sonucu ortaya [...]
Oct 25, 2018Sümerler' e dünya niye sessiz kaldı.?
Sümerler MÖ 200 yıllarında kurdukları medeniyetle ozamanın en üstün devletiydi öyleki bugün bil[...]
Jan 10, 2016Gökbilimin Üstadı Takiyüddin
Babası da bir alim olan Takiyüddin Raşid 1521’de Şam’da doğdu. Mısır ve Şam’da döneminin tanınmış[...]
Nov 30, 2015Katliamın 36 yıllık öyküsü
Sovyetler Birliği 1979’da Afganistan’ı işgal ettiğinde ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew[...]
Nov 25, 20151 Kasım 2015 seçim gazete manşetleri
1 Kasım 2015 seçimleri gazetelerin manşetlerine nasıl yansıdı? İşte 1 Kasım 2015 milletvek[...]
Nov 04, 2015Türkiye pkk ve ışıdı vurdu gazeteler neler yazdı.
Sözcü: Suçlusunuz Yeni Şafak: Sonuna kadar gidilecek Star: Şimdi onlar düş[...]
Jul 26, 2015
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Yorum Gönder Blogger Facebook
DİKKAT!
(:
:((
=D>
:-O
S
Emoticonİfadeler şekiller, jpg, gif, png,bmp formatlarında resim, foto, video, müzik ekliyebilirsiniz.Resim eklemek için-- [img] resim linki [/img] // Müzik eklemek için :-- [nct]Müzik linki [/nct] Youtube Video ekleme:-- [youtube] Youtube Video Link [/youtube] Link kapanış kutucukların arasına boşluk bırakın
***KÜFÜR HAKARET İÇEREN YORUMLAR SİLİNECEKTİR***
Gülen ifade eklemek için işaretleri kullanın
Click to see the code!
To insert emoticon you must added at least one space before the code.