Dogmatizm nedir? (Felsefe Akımları)
Doğru Bilginin İmkanı (Dogmatizm) Çeşitli dogmalar ve asla değişmeyeceği kabul edilen mutlak değerleri kabul eden, bu bilgilerin mutlak hakikat olduğunu, inceleme, tartışma yahut araştırmaya ihtiyacın olmadığını savunan anlayışa dogmatizm denir. Temelde skolastik bir anlayıştır, modern çağda değişme ve gelişmeyi yadsıyan öğretileri ve anlayışları adlandırır. Zira kendi fikir ve iddiasının mutlak doğru olduğunu ileri süren her kişi veya sistem dogmatiktir. Özellikle metafizik öğretilerin tümü inakçı (dogmatik) öğretilerdir. Bir başka izah ile dogmatizm, aklın kesin ve mutlak bir değere sahip olduğunu böylece mutlak bilgi ve varlığa (hakikate) ulaşılabileceğini ve bunun sonucu olarak da bilginin metafiziğinin mümkün olduğunu ileri süren felsefi akımdır. Latince bir kelime olan dogma, bir din ya da felsefe doktrinine temel olan görüş, ve inanış demektir. Kelime genellikle, sözü kesin kanıt ve senet kabul edilen bir kimse tarafından baskı yoluyla kabul ettirilen, her türlü araştırma ve eleştirinin üstünde tutulan görüş ve düşünce anlamında kullanılır. Dogmatizm ise, dogmacılık, yani kendi görüş ve düşüncesini herhangi bir kanıl ileri sürmeye gerek duymaksızın kesin doğru kabul etme veya güven duyduğu kimseler böyle kabul ediyor diyerek, onların görüş ve öğretilerini güvenle savunma öğretişidir. Başka söyleyişle değişmeyen inanışları benimseyerek insan bilgisinin kesin hakikatlere ulaşabileceğini, buna bağlı olarak aklın mutlak bir değeri bulunduğunu, böylece bilginin ve metafiziğin mümkün olduğunu ileri süren felsefi bir anlayışın adı olmaktadır. Kant bunu, saf aklın kendi gücünü eleştirmeksizin tuttuğu yol olarak görmektedir. Genel anlamda düşüncenin özgürlüğünü ve bağımsızlığını sınırlayan ve hatta ortadan kaldıran her türlü düşünme biçimine dogmatizm adı verilir. Dogmatizm'e göre bilginin bir sorun olarak ortaya çıkmaması, onun bilginin mahiyeti hakkında eksik bîr anlayışı olmasındandır. Kant'a göre dogmatizm, insan aklının metafizik yapıp yapmamak konusundaki yeteneğini önceden araştırmadan metafizik yapan görüştür. Dolayısıyla yeni dönemin Kant'tan önceki sistemleri bu anlamda dogmatizmdir. Fakat bu, o sistemlerin her türlü bilgi teorisi düşüncesinden yoksun bulundukları ve temel olarak bilgi problemini bile henüz hissetmedikleri anlamına gelmez. Descartes ve Leibniz'in bilgi teorisi tartışmaları bunu gösterir. Onun için burada genel ve esaslı bir dogmatizmden değil, özel bir dogmatizmden söz edilebilir: Mantıkî değil, metafizik bir dogmatizm söz konusudur. Düşüncenin doğuşu ile birlikte Rasyonalizm, Empirizm, Kritisizm, Entüisyonizm, Pozitivizm, Analitik Felsefe, Pragmatizm ve Fenomenoloji gibi düşünce akımları doğru bilginin olabileceğini savunmuşlardır.
Doğru Bilginin İmkanı (Dogmatizm) Çeşitli dogmalar ve asla değişmeyeceği kabul edilen mutlak değerleri kabul eden, bu bilgilerin mutlak hakikat olduğunu, inceleme, tartışma yahut araştırmaya ihtiyacın olmadığını savunan anlayışa dogmatizm denir. Temelde skolastik bir anlayıştır, modern çağda değişme ve gelişmeyi yadsıyan öğretileri ve anlayışları adlandırır. Zira kendi fikir ve iddiasının mutlak doğru olduğunu ileri süren her kişi veya sistem dogmatiktir. Özellikle metafizik öğretilerin tümü inakçı (dogmatik) öğretilerdir. Bir başka izah ile dogmatizm, aklın kesin ve mutlak bir değere sahip olduğunu böylece mutlak bilgi ve varlığa (hakikate) ulaşılabileceğini ve bunun sonucu olarak da bilginin metafiziğinin mümkün olduğunu ileri süren felsefi akımdır. Latince bir kelime olan dogma, bir din ya da felsefe doktrinine temel olan görüş, ve inanış demektir. Kelime genellikle, sözü kesin kanıt ve senet kabul edilen bir kimse tarafından baskı yoluyla kabul ettirilen, her türlü araştırma ve eleştirinin üstünde tutulan görüş ve düşünce anlamında kullanılır. Dogmatizm ise, dogmacılık, yani kendi görüş ve düşüncesini herhangi bir kanıl ileri sürmeye gerek duymaksızın kesin doğru kabul etme veya güven duyduğu kimseler böyle kabul ediyor diyerek, onların görüş ve öğretilerini güvenle savunma öğretişidir. Başka söyleyişle değişmeyen inanışları benimseyerek insan bilgisinin kesin hakikatlere ulaşabileceğini, buna bağlı olarak aklın mutlak bir değeri bulunduğunu, böylece bilginin ve metafiziğin mümkün olduğunu ileri süren felsefi bir anlayışın adı olmaktadır. Kant bunu, saf aklın kendi gücünü eleştirmeksizin tuttuğu yol olarak görmektedir. Genel anlamda düşüncenin özgürlüğünü ve bağımsızlığını sınırlayan ve hatta ortadan kaldıran her türlü düşünme biçimine dogmatizm adı verilir. Dogmatizm'e göre bilginin bir sorun olarak ortaya çıkmaması, onun bilginin mahiyeti hakkında eksik bîr anlayışı olmasındandır. Kant'a göre dogmatizm, insan aklının metafizik yapıp yapmamak konusundaki yeteneğini önceden araştırmadan metafizik yapan görüştür. Dolayısıyla yeni dönemin Kant'tan önceki sistemleri bu anlamda dogmatizmdir. Fakat bu, o sistemlerin her türlü bilgi teorisi düşüncesinden yoksun bulundukları ve temel olarak bilgi problemini bile henüz hissetmedikleri anlamına gelmez. Descartes ve Leibniz'in bilgi teorisi tartışmaları bunu gösterir. Onun için burada genel ve esaslı bir dogmatizmden değil, özel bir dogmatizmden söz edilebilir: Mantıkî değil, metafizik bir dogmatizm söz konusudur. Düşüncenin doğuşu ile birlikte Rasyonalizm, Empirizm, Kritisizm, Entüisyonizm, Pozitivizm, Analitik Felsefe, Pragmatizm ve Fenomenoloji gibi düşünce akımları doğru bilginin olabileceğini savunmuşlardır.
Rasyonalizm (Akılcılık) nedir? (Felsefe akımları)
Rasyonalist filozoflara göre genel bilgi kavramı vardır ve bilginin
kaynağı akıldır. Sokartes, Platon, Aristoteles, Farabi, Descarets,
Leibnis ve Hegel rasyonalist filozoflara örnek gösterilebilir.
Sokrates’in görüşleri
Sofistlerin felsefesinden etkilenen Sokrates, insan bilgisinin doğuştan
geldiği düşüncesini savunmaktadır. Bunu kanıtlamak amacıyla hiç
matematik bilmeyen köleye konuşma esasına dayanan sanatını
kullanıp geometri problemini çözdürür.
Platon (Eflatun) ‘un görüşleri
Platon’un düşüncesine göre ise iki türlü evren vardır. Bunlardan ilki
idealar (gerçekler) diğeri ise duyular (görünüşlerdir)dır. Birinci
idealar evren görünüşüne göre evreni akıl ve duyularla kavrarız. Gerçek
evrenin gölgesi, görüntüsü ve yansımasıdır.
Aristoteles’in görüşleri
Aristoteles Platon’un öğrencisidir. Fakat bu konuda hocasına
katılmamaktadır. Aristoteles’e göre evren idealar bilgisine göre değil
mantığa göre işler. Aristoteles ayrıca tümdengelim (dedüksiyon) esasına
dayanarak bir çıkarım açıklamıştır.
Farabi’nin görüşleri
İslam felsefesinin kurucusu olan Farabi, Platon’un görüşlerinden
etkilenmiştir. Fakat Aristoteles’in geleneğine bağlı kalarak ortaya üç
tür bilgi olduğu konusunda bir düşünce akımı geliştirmiştir.
1 – İlk bilgiler : Doğruluğu herkes tarafından kabul gören, diğer tür
bilgilere ulaşmak için referans kabul edilen bilgilerdir.
2 – Duyulara ve mantıksal çıkarım bilgileri: Doğruluğundan kesin olarak
emin olunamayan bilgilerdir.
3- Tasdiki bilgiler: Doğrulukları deneyle kanıtlanmış “akla” dayalı
bilgilerdir.
Descartes(Dekart)’ın görüşleri
Yeniçağda rasyonalizmin kurucusudur. Descartes aynı zamanda ünlü bir
matematikçidir. Bu nedenle düşünce sisteminin temelini matematiğin
temeli üzerine oturtmuştur. Descartes bilginin her türlüsüne
ulaşılabileceğini ve “Var olmasaydık şüphe edemezdik”, “Şüphe etmek
düşünmektir”, ” Düşünmek ise var olmayı gerektirir” görüşlerini
savunmaktadır. Ünlü “Düşünüyorum öyleyse varım.” sözü Descartes’e
aitdir.
Hegel’in görüşleri
Hegel der ki: “İnsan düşüncesini ve bilinçsiz doğayı idar eder fakat
asıl olan Akıldır.” Düşünmek ise araştırılan ve bilgisini elde etmek
istenen ” nesnenin özgünü bilmek ” faaliyetidir.
Empirizm (Deneycilik) nedir? (Felsefe akımları)
Genel geçerli bilginin varlığın kabul eden ve bu bilginin kaynağınn
deney olduğunu ileri süren felsefi sisteme Epirizm yani Deneycilik
denir. Bu görüşü savunan kişiler John Locke, David Hume, Herbert
Spencer’dir.
John Locke’nin görüşleri
Locke, akılda doğuştan hiç bir bilginin bulunmadığını dile getirir.
John Locke bütün bilgilerimizin kaynağı yaşadığımız hayattaki deney ve
gözlemlerden ibaret olduğunu savunmuştur. John Locke bu deney ve gözlem
şekillerini ikiye ayırmıştır.
1. Dışa ait gözlemler: Bu tür gözlemler duyu organlarımız olan görme ,
işitme, dokunma, koklama ve tatma aracığıyla sağlanır.
2. Düşünce bazlı gözlemler: Kendi varlığımız içerisinde düşünerek elde
ettiğimiz bilgilerdir. Düşünerek elde edilir.
David Hume’nin görüşleri
David Hume varolan bilgileri iki şekilde ayırt eder.
1. Fikirler ve düşünecler ile bize geçenler: daha çok silik ve zayıf
algı biçimidir.
2. İzlenimler: Şiddeti daha fazla olan ve hayatımızda kolay kolay
geçmeyen algılardır. Bu tür olayları yaşayarak sağlanır. Örneğin ısının
zararlı olduğunu ancak elimizin yandığında tam olarak hissederiz.
Condillac’ın görüşleri
Deneyci felsefenin Fransa temsilcisidir. Locke’tan farklı olarak
Empirizmi biraz daha duyumculuk yönüne kaydırmıştır. Bilgilerimizin
kaynağını yalnızca duyu organlarımızın faaliyetine bağlamıştır.
Herbery Spencer’in görüşleri
Bir Evrimci ve bilim insanı, filozof olarak tanınan Spencer bu
yaklaşımını deneyci görüşüne de aktarmıştır. Spencer bilgilerimizin
kaynağını deneyin yanında “kalıtımdan gelen unsurlar” un da bilgilerde
önemli bir ro oynadığını söylemiştir.
Kritisizm (Tenkitçi Düşünüş) (Eleştiricilik) nedir? (Felsefe Akımları)
Gerçek bilginin asla mutlak olmayacağını savunan düşünüşe krisizm
denir. Mutlak bilgi vardır’ı savunan dogmatik filozofları uzlaştırmaya
çalışır. Bu düşünceye göre hiçbir bilgiyi tartışmadan “sözgeçten
geçirmeden” kabul etmek doğru değildir. Yani gerçeğe bilmeyi çalışmadan
önce ” gerçeğin koşullarını” ve bilgi hakkında çeşitli araştırma yapmak
gereklidir.
Ayrıca Kant’a göre insanın bilgisi “Duyu organlarından gelen bilgileri
zihninde olgunlaştırarak bir düşünceye çevirir”.
İntuitionizm (Entüisyonizm – Sezgicilik) nedir? (Felsefe akımları)
Temsilcisi Henri Bergson’dur. Hendi Bergson’a göre zeka hayatı
kavrayamaz. Bunun nedeni hayatın zaman içerisinde öğrenilip
kavranmasıdır. Hayatın bir yaratma gücü vardır ve bu yaratma gücünü
biyolojik temeli olan alet yapmaya yarayan zekamız kavrayamaz. Bunu
kavrayacak özel bir yetenek ise sadece sezgi yani İntution dur.
Pragmatizmin kurucusu Amerikalı psikolog William James’dir. Pragmatizm
bir yaşam felsefesinin yanında bir iş – eylem planlamasıdır. Yani
pragmatizme göre insan yaşamında, işe yarayan her şey faydalıdır.
Hayat ve olaylar değişkendir. İnsanların ihtiyaçları da değişir. O
halde hakikatlerde değişkenlik gösterebilir. İnsanın işine yarayan her
şey insan için birer faydalıcıktır. Hakikatlerin gerçek değeri ancak
insana sağladığı faydadır.
Felsefede Faydacılık, hem iyinin teorisi hem de doğrunun teorisidir.
İyinin teorisi olarak faydacılık refahcıdır (welfarist). İyi en fazla
faydayı sağlayandır ve burada fayda zevk, tatmin veya bir nesnel
değerler listesine göre tanımlanır. Bir doğru teorisi olarak ise
faydacılık neticecidir (consequentialist). Doğru hareket bir şeyin
uygulanabildiği ölçüde gerçek olduğu savına dayandırılmıştır. Buna göre
eğer bir olgu ya da görüş pratikte uygulanabiliyorsa ve başarı
veriyorsa o şey mekanizmaları tartışılmaksızın doğru kabul edilmelidir,
tersi durumda da yolunda gitmeyen şey araştırılmaksızın çöpe
atılmalıdır.
Faydayı hayatın ve bütün ahlaki davranışların ölçüsü olarak gören
felsefe öğretisine faydacılık denir. Faydacılığın temel ilkesi şudur:
Olabildiğince çok sayıdaki insanın olabildiğince çok mutlu olması.
Faydacılık ahlakının temel ilkesini ilk kez ortaya koyan Francis
Hutcheson (1694-1747), "mümkün olduğu kadar fazla kimseye mümkün olduğu
kadar fazla mutluluk sağlayan" davranışın en çok takdir edilecek
davranış olduğunu söylüyordu. Ona göre, bir yandan aklın yol
göstericiliğine, diğer yandan da deney ölçüsüne ihliyaç duyan ve
Tanrı'nın İnsana bağışı olan bir "Ahlak Duyusu" (Moral Sense) vardır.
Tanrıyı tanımayanlarda bile bulunan bu duygu insanlar arasında bir
çeşit duygudaşlığı ifade eder. Çünkü, "bu duyu, yalnız bazı eylemleri
yapan kimselere ve alicenap dosta karşı değil, verimli bir tarlaya,
halta geçmiş yıllarda ve başka uluslarda yaşamış olan kimselere karşı
da" duyulur. İşte canlılara olduğu kadar cansız varlıklara da
beslediğimiz bu ahlak duygusu, Hutcheson'a güre, hiçbir dini temele
dayanmadığı gibi, doğuştan da değildir. Hatta bu duygu toplumun
iyiliğine de dayanmaz; çünkü kendi vatanına ihanet eden bir adamdan
nefret eder ve alicenap bir düşmana karşı saygı duyarız.
Faydacılık görüşünün asıl temsilcileri Jeremy Bentham (1748-1832) ile
onun Öğrencisi olan John Stuart Mili (1806-1873)'dir. Bentham,
Hutcheson tarafından ortaya komitan ve faydacılığın ilkesi olan cümleyi
Josseph Priestley'in bir kitabında görünce içinden geçen duygulan şu
cümlelerle açıklamıştır: "Bunu görünce, Archimed'in sıvılardaki dengeye
dair ilkesini bulduğu zaman duyduğu sevinçle haykırdım: Buldum!..."
Bentham, savunduğu ahlak öğretisine uygun davranmak için, ölümden sonra
da yararlı olması düşüncesiyle cesedinin Tıp Fakültesine verilmesini
vasiyet etmiş, zamanın adet ve geleneklerine uygun olmamakla birlikte
öldükten sonra tanınmış bir operatör, kendisi hakkında yaptığı bîr övgü
konuşmasından sonra, ceset üzerinde öğrencilerine uygulamalı bir ders
vermiştir.
Pozitivizm Nedir? (Olguculuk) (Felsefe Akımları)
Pozitivizm, olguculuk iki felsefi düşünceye verilen addır. Her iki
düşüncenin de teoloji ve metafizik içermeyen, sadece fiziksel veya
maddi dünyanın gerçeklerine dayanan bilim anlayışı vardır.
Daha eski olan pozitivism Auguste Comte'un 19. yy. da ortaya attığı
düşüncedir,
yeni olan mantıksal pozitivizm 1920'de Viyana Çevresi tarafından
kurulmuştur.
Deneyle gerçekleşmemiş olan her şeyi kabul etmeyen, araştırmaları
olgulara, gerçekliklere dayandıran, metafizik açıklamaları teorik
bakımdan imkansız ve uygulanırlık yönünden faydasız gören, deneyle
ispatlanmayan soru veya sorunları spekülatif olarak niteleyen felsefe
öğretisi ve akımıdır. Özel olarak Fransız sosyolog ve filozofu Auguste
Comte'un felsefesidir. Pozitif kelimesini 1830 da ilk kullanan Saint
Simon ise de felsefeye ve bilime kazandıran Comte'dur. Ona göre
pozitivizm demek olan pozitif felsefe, pozitif bilimlerin bütünü temel
alınarak oluşturulan felsefi sistemdir. Ancak Comte Cours de
Philosophie Positive: (Pozitif Felsefe Derslerinde pozitivizmi bilimler
felsefesi şeklinde tanımlarken, Systeme de Politique Positive (Pozitif
Politika Sistemi)nde siyaset Le Cateshisme Positiviste (Pozitivizmin
ilmihali)nde dini bağlamda ele aldığı söylenebilir. Dolayısıyla
pozitivizm terimi bizzat Comte'da bile kesin bir tanıma kavuşturulmayıp
ele alınan ve incelenen konulara göre değişikliklere uğramaktadır.
Pozitivizmi sistem haline dönüştüren her ne kadar Comte ise de, antik
çağda bir anlamda Sofistler, Sextus Empiricus, Yeni Çağda İngiliz
Deneyciliği ve Fransız Ansiklopedistleri, yani Hume, d'Alembert, Turgol
vb. hazırlayıcıları şeklinde görülebilirler.
Comte'a göre ancak fenomenleri, olguları bilebiliriz, bu bilgimiz de
mutlak değil, izafidir. Olayın gerçek nedeninin, özünün ne olduğunu
araştırmak gerekmez. Fakat olayın zincirleniş ve benzerlik bakımından
öteki olaylarla bağıntısının ne olduğu araştırılabilir. Değişmez olan
bu ilişkilerden benzerlik bakımından olanlarına "kavramlar",
zincirleniş bakımından olanlarına "olguların yasaları" (fenomenlerin
kanunu) denir.
Analitik Felsefe Akımı Nedir? (Neo-pozitivizm)
Analitik felsefe akımı, 1900'lü yılların geleneksel düşünce
sistemlerini eleştirerek kurulan ve felsefesini bu yönde geliştiren bir
felsefe okuludur.
Bu akım, analitik felsefe dışında; Analiz, Oxford Felsefesi ve
Cambridge Analiz Okulu gibi adlarla da anılmaktadır. Analitik Felsefe
Akımının Kurucuları ve Üyeleri
Analitik felsefenin kurucuları Cambridge filozofları G.E.Moore ve
Bertrand Russell'dir. Bu filozoflar; Gottlob Frege, Ludwig
Wittgenstein, Rudolf Carnap, Kurt Gödel, Karl Popper, Hans Reichenbach,
Herbert Feigl, Otto Neurath ve Carl Hempel gibi isimlerden
etkilenmişlerdir. Russell ve Moore'u İngiltere'de C. D. Broad, L.
Stebbing, Gilbert Ryle, A. J. Ayer, R. B. Braithwaite, Paul Grice, John
Wisdom, R. M. Hare, J. L. Austin, P. F. Strawson, William Kneale, G. E.
M. Anscombe ve Peter Geach; Amerika'da ise Max Black, Ernest Nagel, C.
L. Stevenson, Norman Malcolm, W. V. Quine, Wilfrid Sellars ve Nelson
Goodman Avustralya'da A. N. Prior, John Passmore ve J. J. C. Smart
takip etmişlerdir.
Analitik Felsefe Anlayışı
Analitik felsefe Hegel kökenli "Mutlak Gerçeklik" kavramı ve idealist
sentezine karşı bir reaksiyonu temsil eder. İdealist felsefede;
gerçeğin görünüşlerden büsbütün bağımsız olduğu ve felsefenin de bu
bağımsız alanla ilgilendiği kabul edilmekteydi. Analitik felsefede ise
felsefenin işlevinin duyularımızdan bağımsız olduğu varsayılan veya
inanılan alanla ilgili spekülasyon yapmak değil, bilgi dediğimiz şeyin
hangi anlamda bir bilgi olduğunu lingüistik araştırmalarla analiz etmek
ve felsefeden entelektüel kargaşa veya yanlış anlama gelen ve hatta
yanlış sorulan soruları ayıklamak olduğunu kabul edilmektedir. Analitik felsefe pozitivizmin 20. yüzyılda çağdaş bir görünüm almış
şeklidir. Neo-pozitivizm ya da mantıkçı pozitivizm olarak da bilinen bu
anlayışa göre felsefenin asıl uğraş alanı dildir. Bu yaklaşıma göre
felsefe; varlık, değer ve tanrı üstüne doğruluğu test edilemeyen
öğretiler öne sürmemelidir. Felsefenin görevi dildeki kavramları
çözümlemektir. Bu felsefe anlayışına göre bilime dayanan bilgi doğru
bilgidir. Bir bilginin doğru olup olmadığını anlamak için de bilginin
analizi gerekir. Bu amaçla bilimin kullandığı önermelerin kuruluşu ve
yapısı incelenir. Bu da dil analizidir.
Analitik felsefeye göre felsefede ortaya çıkan sorunlardan birisi
bulanık mantıksal çıkarımlar; diğeri değişik anlamları olan sözcüklerin
bir birine karıştırılmasıdır. Bu nedenlerden kaynaklanan sorunları
çözmek için de bulanık mantıksal çıkarımlar yerine açık-seçik mantıksal
çıkarımlar oluşturmak ve tek anlamlı sözcüklerden oluşan yapay bir dil
sistemini kurmak gerekir. Bu akımın başlıca temsilcileri; Ludwig
Witgenstein, Moritz Schlick, Rudolf Carnap ve Hans Reichenbach’tır.
Felsefede Edmund Husserl tarafından kurulmuş olan
fenomenoloji felsefesi, 20. yüzyılın başlarında pozitivizme ve
ampirisizme karşı çıkıyordu. Fenomenoloji, felsefenin bilgi, varlık,
değer felsefeleri gibi alanlarıyla uğraştığı için tümel bir nitelik
taşıyordu. Bazılarına göre ise bir felsefe akımı olmaktan çok, bir
felsefe yöntemiydi. Bu akım da diğer felsefe akımları gibi öz-nesne
ilişkisinden yola çıkıyordu.
Neden-sonuç ilişkisi içinde ele alınan doğa yasaları, Husserl'e göre,
belli bir takım koşullar altında elde edilen sonuçlar ışığında bir
kesinlik değeri taşıyorlardı. Koşullar değiştiğinde ise, farklı
sonuçlar elde edilecek ve doğa yasalarının genel geçerlilik iddiaları
söz konusu olamayacaktı. Bu nedenle de nesneler dünyası ancak rastlantı
kategorisiyle kavranabilirdi Hesserl için. Ampirik olarak algılanan
nesneyi yadsımayarak, tam tersine onu kayıtsız şartsız kabul eder ve
dünya her türlü kuşku ve yadsımaların üzerinde varolarak, dünyanın bu
biçimde kabulüne fenomenoloji ‘doğal tavır' gösterir. Dünyanın
varoluşunu bu şekilde kabul eden doğal tavır içeriğinde adeta naif ve
dogmatik bir realisttir. Bu da pozitivizm ve ampirisizm ile buluşan bir
düşünce oluyor tabi. Bu tavrı aşmak için ikinci bir ‘fenomenolojik
indirgeme' diye adlandırılan bir tavır geliştirir. Bu tavır ise
Husserl'in yapıtlarında ‘parantez içine alma', ‘etkisiz kılma',
‘dışarda bırakma', ‘engelleme', ‘soru konusu yapma' deyimleriyle
isimlendirilmektedir. Bu şekilde bir adım daha atar ve bu kez de
fenomenolojik indirgemeyi özneye yöneltir. Artık özne paranteze alınır.
Çünkü özne de psişik ben'i, bilinci, öznelliği bakımından nesneler
dünyasının bir parçasıdır. Özetleyecek olursak, amaç dünyanın özünü,
onu rastlantısal dış görünüşlerden soyarak ortaya çıkarmaktır. Böylece
nesneler dünyası için ‘salt öz' (Eidos), ‘salt varlık' (Essentia)
düzlemine erişmek için yapılan eylem gerçekleşir.
Fenomenoloji psikolog Brentano ile matematikçi Husserl ‘in
çalışmalarına dayanır. Fenomenolojide “intentionalite” yani “seçimli
yönelimlilik” kavramını geliştiren Brentano’dur. Ona göre her bilinç
edimi, yani “cogito” bir yönelimdir, seçimdir. Yani her bilinç ediminin
bir nesnesi vardır. “Düşünüyorum” mutlaka “bir şeyi düşünüyorum”
anlamına gelir. Düşünülen şey de aslında düşüncenin kendisinden başka
bir şey olamaz. Çünkü “Masayı düşünüyorum” demek aslında “Gerçek
masanın bilincimdeki korelatı ile iş görüyorum” demektir. Mademki
“cogito”nun nesnesi “ide” mahiyetindedir, o halde bir “cogito” bir
başka “cogito”yu nesne edinebilir. “Bilinç edimimi” bir başka “bilinç
edimimin” nesnesi kılabilirim, onu da bir başkasının. İşte bu anlayışta
epistemolojik “özne-nesne” ikiliği ortadan kalkar. Husserl bu yönde
açık seçik bir bilgi bütünü elde edilebileceğinden hareket etti. Fenomenolojinin söz konusu ettiği “fenomen”ler “özsel” niteliktedir.
“Özsel” in ne anlama geldiğini aşağıda açıklamaya çalışacağım.
Fenomenoloji, “doğal tavır” ya da “tabii tavır” adını verdiği tavırdan
tamamen farklı şekilde düşünmeye dayanır. “Doğal tavır” bizim günlük
yaşamdaki tavrımızdır. Mesela günlük yaşamda masayı düşünürken sahiden
de somut masa ile iş gördüğümüzü kabul ederiz. Oysa fenomenolojik
tavırda nesneler artık, gerçek nesneler olmaktan çıkmış “ide”ler olarak
ele alınmaktadır. Yani nesneler “doğal tavırda” olduğu gibi değil,
birer bilinç fenomeni olarak bilinçte ortaya çıkmış nesneler olarak
işlenirler.
Merhaba,
YanıtlaSilYeni Güncel Blog Adresiniz Açıldı : www yorumlasak com
çok karışık
YanıtlaSilanlaşılmıyor
ben fenamonolojinin doğru bilgiye yaklaşımını istiyorum ama gelmiyor :-?
YanıtlaSilfenamonoloji" konusu sayfada var :o
Sil