Ukrayna İzlenimleri
Bakın peşin peşin söylüyorum. Eğer bu yazıyı okuyunca gaza gelerek Ukrayna’ya gidip, yoldan çıkıp, saçma sapan şeyler yapıp bizi rezil edecekseniz ya da kendinizde bunları yapma potansiyeli görüyorsanız, hemen bu pencereyi kapatın. Ben sebep olmak istemiyorum.
Gezi yazıları dizimizde geldik Ukrayna’ya. Son 3 yılda 3 kere ziyaret ettiğim, hem yazını, hem dondurucu soğuğunu gördüğüm, hakkında anlatılanların genelde doğru, bazen de yetersiz kaldığını düşündüğüm sorunlu ülke Ukrayna’ya. Sorunlu kısmı tamamen benim işlerimle ilgili. Çünkü ilk seyahatim dışında hep sorun yumağı içinde kaybolmuş, gergin insanlara yardım etme amaçlı gittim. Ukraynalı arkadaşlarım bu sorunlar yüzünden o kadar çok söyleniyorlardı ki hep bir “ayakların geri gitme durumu” oldu. Hatta bazen kapıda beni odunla beklediklerini bile düşündüm. Ama her ziyaretimde beklentimin aksine kollarını açmış dost insanlar buldum. Sonuçta hepsi sorunun kaynağının kendileri olduğunu da bilecek kadar kendilerini tanıyan tatlı insanlar.
İlk İzlenimler
Öncelikle tüm seyahatlerim içinde ilk saatlerimin Ukrayna kadar renkli olduğu bir ülke yok. Renkli olan kısım için bu bölümün sonuna kadar sabretmelisiniz.
İlk yolculuğumu 2009 yılının Temmuz ayında Kiev’e yaptım. Borispol Havalimanı Türkiye’de, günde sadece birkaç uçuşu olan küçük bir şehrin havaalanından biraz hallice ve o zamana kadar gördüğüm en küçük, en döküntü havaalanıydı. Kendi uçağımız dışında pistte, apronda bulunan diğer uçaklara bakınca “Havacılık müzesine mi indik yoksa?” dediğimi hatırlıyorum.
Pasaport kontrolünü geçtim, ilk defa Kiril alfabesi kullanılan bir ülkedeyim ve etrafımdaki her yazıya bakıp çözmeye çalışıyorum. Etrafta İngilizce konuşan insanda pek yok. Bir ara kendimi dilsiz gibi hissettim. Derken gelecekte bir Ukrayna geleneği olacak olan “Havaalanından alınmayı unutulma” senaryosunun ilk perdesi gerçekleşti. Kendi fabrikasını doğru düzgün yönetemeyen insanlar nasıl misafirini alacak arabayı düzgünce ayarlasın ki? Bu unutulma olayı hiç sektirmeden her ziyaretimde tekrarlanarak ülkede gördüğüm en kararlı ve tutarlı davranış oldu. Neyse 1.5 saat kadar havaalanının gelen yolcu terminalinde beklemek zorunda kaldım. Bu bekleme benim için pek bir hayırlı oldu çünkü sıkıntıdan inen uçakların gösterildiği ekrandaki şehir isimlerini okumaya başladım. 5 saniye Latin, 5 saniye Kiril harfleriyle gösterilen şehir isimlerini izlerken hangi ses hangi harfe tekabül ediyor kısmını ezberledim. Daha sonraki üç Rusya ve üç Ukrayna seyahatimde o kadar rahat ettim ki, bence sizde 15 dakika ayırıp şu harfleri ezberleyin. Hayat, bu ülkelerde hiçbir şeyi okumadan pek kolay olmuyor. Çok kısa bir süre sonra Rusça yazıları en az Türkçe kadar hızlı okuyabilir hale geliyorsunuz. Eğer yazıyı okuyabilirseniz her kelimesini bilmeseniz bile ne demek istediğini genelde anlayabiliyorsunuz.
Bu bir buçuk saatte dikkatimi çeken ilk şey yolcu karşılayan herkesin elinde bir buket çiçek olması. Küçücük terminal binası içinde 4-5 tane çiçekçi dükkanı da tesadüf değil herhalde. Şehir içinde de çok sık çiçekçi görüyorsunuz. Rusya da buraya yakın oranda çiçekçi barındırıyor. Belli ki bu insanlar çok çiçek seviyorlar.
Gelelim o renkli ilk saatlere. Pazar günü öğlen saatleri, uçağım Kiev’e ineli daha ancak 3 saat olmuş. Fotoğraf makinemle otelden dışarı çıkmam ise en çok 20 dakika önce. Etrafıma, bambaşka bir mimari tarza sahip binalara bakıyorum, fotoğraf çekiyorum. Kiev’in en önemli meydanı olan Nezalejnasti’deyim. Derken 15 kadar yirmi yaş altı kız geldi, birden soyunmaya başladılar. Üzerlerindeki her şeyi çıkarıp önümde yere yattılar. Bismillah, daha sokağa çıkalı yarım saat olmamış. Tabi bir şaşkınlık oldu. Beni karşılamak için mi gelmiş bu arkadaşlar diye düşündüm önce. Sonra baktım benim şerefime yapılan bir etkinlik değil. Acaba her Pazar yapılan geleneksel bir etkinlik mi diye düşünürken yavaş yavaş etraftan bir sürü erkek toplandı ve meraklı meraklı fotoğraf çekmeye başlayınca bende oradan uzaklaştım. Meğer Ukrayna’da Femen denilen nispeten ünlü olan bir feminist gruptanmış bu arkadaşlar ve protestolarını böyle soyunarak yapıyorlarmış. Kendilerine başarılar diliyorum.
Hatta bu yazıyı yazdığım sırada bu sevimli arkadaşlar Türkiye’de de ilk eylemlerini yapıp ülkemizde de ünlü oldular.
İlk izlenimimin bu kadar renkli olduğu başka bir ülke tabi ki yok.
İnsanlar
Evet, tehlikeli sulara giriyoruz. Lütfen yazının ilk cümlesini tekrar okuyun.
Bu satırı okuyorsanız kendinizi yoldan çıkma potansiyeli olmayan biri olarak görüyorsunuz demektir ve sizi tebrik ediyorum.
Bir not daha; bu başlığı tamamen kendi gözlemlerime dayanarak yazıyorum. Yaptığım genellemelerin ve teorilerin hiçbir bilimsel yanı yoktur. Türkçe bilen bir Ukraynalı yazımı okuyup, kapıma dikilerek “Kardeşim sen nasıl konuşuyorsun?” falan demesin.
Topluma baktığımda hiçbir yerde görmediğim kadar dengesiz kadın erkek sayısı gördüm. Sokaklarda gezerken gördüğünüz insanların %70’i kadınlardan oluşuyor. Gece bir yere çıktığınızda yemek yiyen, eğlenen insanların ise sadece %80’i kadın. Masaların yarısı zaten sırf kız gruplarından oluşuyor. Geri kalan da 4 kız 1 erkek olan gruplardan. Ama emin olun bu dengesizlik benim gibi etrafınızı incelemeseniz bile ciddi dikkat çekici bir durum. Sanki yakınlarda bir savaş olmuş da erkekler savaşa gitmiş gibi bir his var. Olayın sadece sokaklar ve restoranlara ait bir gözlem olmadığını göstermek için başka ve daha vurucu bir örnek vereyim.
Çalıştığım fabrikalarda “beyaz yaka” çalışan kadrosu hemen her ülkede aynı şekilde planlanıyor. Fabrikanın büyüklüğünden bağımsız olarak pozisyonlar ve görevler tanımlanmış ve sonuçta 30 kişilik bir ekiple üretim süreçleri yönetiliyor. Bu firmanın 15 farklı ülkedeki fabrikalarını gezmiş biri olarak bu kadroda şimdiye kadar en çok 2-3 bayan çalışan gördüm. Bu bayan çalışan oranı Amerika fabrikasında da aynı, İsveç fabrikasında da. Ama Kiev fabrikasındaki bu 30 kişilik kadroda sadece 4 tane erkek var. Fabrikaya ilk girince “Hayırdır, kadınlar matinesi mi var?” diyorsunuz. Fabrika resmen parfüm kokuyor.
Toplumun gerçekte yüzde kaçı kadın bilmiyorum ama bariz şekilde erkeklerden fazla olduğunu söyleyebilirim. Keşke azınlık olan erkek nüfus için de “az ama öz” gibi güzel bir şeyler söyleyebilseydim. Gezdiğim tüm ülkeler içinde gördüğüm en kötü görünen erkek popülasyonunu Ukrayna’da gördüm. “Kötü görünen” diyerek bulabildiğim en nazik sıfatı seçtiğimi de söylemeden geçmeyeyim. Tamam, ben erkeklerin doğal fiziksel özelliklerini değerlendirecek objektif bir göz olmadığımı kabul ediyorum ama görünen tipler dünya üzerinde nereye giderseniz gidin “iğrenç” olarak tanımlanacak kadar kötü. İnanın bana Afrika’daki, Pakistan’daki, Arabistan’daki hatta Hindistan’daki erkekler bile bu arkadaşlardan daha bakımlı, daha şık. Günlerce banyo yapmamış, bir dünya göbeği olan, altına 1980’lerdeki basketbol takımlarının giydiği slipden hallice parlak şort üzeri transparan fileden tshirt giymiş, ayakta iğrenç bir terlik, pis sakal ve sarı bıyıklı birini gözünüzün önüne getirin. İşte şu an bir Ukrayna erkeğine bakıyorsunuz. Erkeklerin bu durumu o kadar dikkatimi çekti ki ilk gün yürürken birkaç başarılı örneği fotoğrafladım. Yanda gördüğünüz fotoğraf hayal gücünüzü çok zorlamadan ortalama erkek tipi hakkında ipucu verecektir.
Sadece fiziksel özellikler, bakım ve kıyafetlerde de değil bu adamların olumsuz yanları. Pazar günü saat 16’dan sonra etrafta ne kadar erkek varsa çoktan sarhoş olmuştu. Bu adamlar sarhoş olunca buldukları yere de sızıyorlar. Öyle ki çevredeki parklar, banklar, kaldırımlar bu sarhoşlar tarafından işgal ediliyor.
Erkeklerin bu “rezil” durumuna karşılık Ukraynalı kadınlarının güzelliği herkesçe malum. Tamam bu kadınlar genetik olarak çok güzel, kimse haklarını yiyemez ama olay sadece güzellikle bitmemiş, bu kadınlar anormal derecede de süslü, bakımlı, dikkat çekici. Ve sadece bize göre değil, yine dünya üzerinde gördüğüm tüm toplumlara göre normal sayılmayacak derecede açık giyiniyorlar. Gördüğüm her anormal kıyafetin fotoğrafını çekmedim ama inanın şehrin ortasında, plajdaki bikinili bir kızdan daha çok yerini açıkta bırakacak şekilde gezinen kızları görmek çok olası. Ve emin olun gördüklerimin büyük bir kısmını burada anlatamıyorum.
Biraz daha düşününce olayı ancak şöyle anlamlandırabildim. Teorim odur ki; nasıl doğada herhangi bir kaynak o bölgede yaşayan türler için yetersizse, tüm türler o kıt kaynak için birbirleri ile savaşır, işte Ukrayna’da bu savaş “kıt kaynak” olan erkekler için veriliyor. Zaten sayısal olarak erkek az ve bu az sayıdaki erkeğin yarısı sarhoş, ayakta duramıyor. Diğer yarısı da öyle bir giyiniyor veya o kadar bakımsız ki geriye kalan yok denecek kadar az sayıdaki gariban erkek bu habitattaki en kıt kaynak durumunda. Çok sayıdaki kadın da bu kıt kaynağa erişebilmek için hemcinsleri ile savaşmak zorunda. Bu savaşı da doğal olarak bakım, giyim, süs ve çekicilik platformuna taşımışlar. Kadınlar hayatın her anında mümkün olduğunca dikkat çekmeye çalışıyorlar. Bunun için olacak ki o kadar açık giyiniyorlar, sabah bakkala giderken bile 10 santim topluklu ayakkabı giyiyorlar. Zaten ülkede topuksuz ayakkabı giyen bir Allah’ın kulunu görmedim. Makyajsız sokağa çıkmak çıplak çıkmaktan daha düşük bir ihtimal.
Durum birçok erkek için “cennet” gibi görünse de çok kısa bir süre sonra bunun ne kadar rahatsız edici bir durum olabileceğini anlıyorsunuz. Şöyle ki sürekli etraftaki kadınlar tarafından taciz ediliyorsunuz.
İlk gün, yine ilk saatler, Kiev’in en hareketli caddesi olan Kreschatik’de yürüyorum. Elimde fotoğraf makinem, etrafımı inceleyerek ilerliyorum. Cadde hafta sonu trafiğe kapatılıyor ve oldukça kalabalıklaşıyor. Etrafımdaki insanlara bakarak yürürken saniyenin binde biri kadar süreyle bir kızla göz göze geldik. Normal şartlarda bu çok sıradan bir durum. Yürümeye devam ettim. Ama bu kız hemen yönünü değiştirdi ve bana doğru geldi. Çok bozuk bir İngilizce ile “Bana baktın, tanışalım mı?” gibi bir şeyler söyledi. Kendisine bakmadığıma(!) ikna edip yoluma devam ettim. Akşam yemeği için bu cadde üzerindeki bir restorana girdim. Buralarda çok yaygın bir sigara kullanımı var ve kapalı mekanlarda sigara içmek serbest. Restoranlarda sigara içilmeyen bölümü tercih edince de en dipte küçücük bir odaya tıkıyorlar sizi. Bu durum zaman içinde sizi sigara dumanından daha çok rahatsız ediyor ve sigaralı bölümde oturmaya başlıyorsunuz. Neyse beni küçücük bir salona aldılar. Dipte bir masaya oturdum. Karşı duvarda da irice bir pencere var. Eee tek başımayım, yemeğimi bekliyorum, etrafta bakacak bir şey yok, pencereden dışarı bakıyorum. Pencerenin biraz yanında bir masada ise iki kız yemek yiyor. Kızlardan biri kalktı 15 santimlik topuklu ayakkabılarını yere vura vura yanıma geldi. Bu sefer Rusça konuştuğu için ne dediğini anlamadım ama sanırım ona doğru baktığımı söylüyordu. Önceki deneyimimden ve vücut dilinden “Bize bakıyordun, işte geldim, tanışalım, kaynaşalım” dediğini tahmin ediyorum. Onların masasına gitmem için biraz ısrar etti. Bende vücut dilimin elverdiği ölçüde onlara değil, pencereden dışarı baktığımı anlatmaya çalıştım. Neyse bir süre sonra, aynı dili konuşamamanın verdiği çözümsüzlükle masasına döndü.
Bu hikayeler uzayıp gidiyor. Ama ilk iki günde arka arkaya o kadar çok olay yaşayınca yolda yürürken aman kimseye bakmayayım, aman restoranda insanları incelemeyeyim demeye başlıyorsunuz ki bu daha önce hiç yaşamadığınız bir baskı. Türkiye’deki kadınların sosyal ortamlardaki tacizlerden, sokaktaki laf atmalardan nasıl şikayet ettiğini hatırladım. Burada aynı durumu ben yaşıyordum ve gerçekten rahatsız ediciymiş.
Siz ne kadar etrafınıza bakmıyor da olsanız yine sizi rahat bırakmayabiliyorlar. Allahtan İngilizce konuşmayanlarla olan muhabbet çok uzamıyor. Ama eğer bir de İngilizce konuşuyorsa bu kendine güvenen arkadaşı salak gibi görünmeden geri çevirmek çok kolay olmuyor. “Tanışabilir miyiz?” dediğinde “Hayır” diyorsun. “Neden” diyor. “Şimdi işim var, yemeğimi yiyip kalkacam” diyorsun. “Eee daha yemeğin gelmemiş, yiyene kadar konuşsak” diye ısrar ediyor. “Fesüphanallah” diyorsun. “Anlamadım, ne diyorsun” diyor.
Cevap vermeyince de bozulup kendini kötü hissettiren şeyler söylüyorlar. “Senden bir şey istemiyorum, sadece sohbet etmek istiyorum, neden konuşmak istemiyorsun, hiç arkadaşça değil bu yaptığın”, vs diye üstüne gelmeye devam ediyor. Yani sıkıcı derecede de ısrarcılar. Zamanla geliştirdiğim yöntem şu. Size doğru birisi gelince sadece Türkçe konuşursanız kafadan rahatsınız. Avuç içlerinizi gösterip, Türkçe bir şeyler söylediğinizde en çok 20 saniye konuşup gidiyorlar. Bu yöntem yurtdışındaki tüm sokak satıcıları, bağış toplayanlar, para isteyen dilenciler için de çok etkili.
Şimdi yazının ilk cümlesini tekrar okuyun çünkü bizi rezil etme kısmına geldik. Orada gözlediğim başka bir olay da etraftaki Türkler. Benim buraya gelmeden duyduklarımı duyan bir takım erkek vatandaşlarımız buraya akın etmiş. Kafede, restoranda ara ara Türklere denk geliyorsunuz ve maalesef bu adamların konuşmalarını duymak zorunda kalıyorsunuz çünkü Türkiye’de olsalar yüksek sesle yapamayacakları her türlü seviyesiz sohbeti yabancı bir ülkede olmanın verdiği rahatlıkla yüksek sesle yapabiliyorlar. Ve anlattıkları şeyler tahmin edebileceğiniz gibi en az duymak isteyeceğiniz malum mahrem konular.
Hadi bunu da geçtim, hayatımda gördüğüm en rezil kız tavlama çabasına burada rast geldim. Meydandayım, panoramik fotoğraf çekimi için aynı açıdan ayrı ayrı 16 kare çekmem gerekiyor. Bu nedenle olduğum noktadan bir santim bile kıpırdamadan, heykel gibi durarak ve fotoğraf makinemi gözümden indirmeden meydanın boş olan kısımlarını sıra ile çekmeye çalışıyorum ve bu işlem duruma göre 5 dakika kadar sürebiliyor. Bu sırada biraz arkamda erkek neslinin yüz karası bir arkadaşın etraftaki kızlara asılma çabalarına kulak misafiri oluyorum. Arkadaşın yabancı dil becerisi de kısıtlı olacak ki duyduklarımın tamamı cümle haline bile gelemeden arka arkaya sıralanan “Hey girls, Drink? Eat? Party?” kelimelerinden ibaret. Göremedim ama konuşmaya çalıştığı kızlar teklife sıcak bakmayıp gittiler. Ses biraz daha uzaklaştı. Yine aynı kelimeleri duydum. “Girls, Drink? Eat? Party?” Doğal olarak sonuç önceki kızlardan farklı olmadı. O kızlar da arkadaştan kaçıp kendilerini kurtardılar. Kıpırdayamadığım için arkama dönüp herkesin kaçtığı bu adamı görüp merakımı gideremedim ama tipi de çok merak ettim. Derken adam son kaçırdığı kızların arkasından Türkçe olarak “Amaannn. Giderseniz gidin beee. Bana kız mı yok.” dedi. İşte bu kısım da ilk paragraftaki bizi rezil etmeyin bölümüne tekabül ediyor. Etrafta bu şekilde takılan o kadar çok Türk var ki bana nerelisin dediklerinde Türk’üm demeye utandığım bir ülke oldu burası.
Bu noktada biraz ek bilgi de vereyim. Türk insanının algısı tüm eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetlerinin Rusolduğu ve birbirinden farkı olmadığı.
Yukarıda anlattıklarım sadece Ukrayna’ya özgü. Buraya göre belki 3 kat daha uzun vakit geçirdiğim Rusya’da bırakın bu anlattıklarımı yaşamayı, kafasını çevirip size bakan bir kız bile görmedim. Rusya’da kadın-erkek oranı da son derece normal.
Yaşam
Kiev, Kreschatik ve birkaç küçük seçme bölgesi dışında bayağı döküntü durumda olan bir şehir. Bu hali ile bakınca ülkenin ekonominin durumu hakkında bir fikir sahibi olabiliyorsunuz. Anlatılanlar da aynı yönde. İşsizlik oldukça fazlaymış ve asgari ücret geçinmeye imkan vermeyecek kadar düşükmüş. Bir anket yapılmış, genç kızların %75’inin bir numaralı gelecek planı yabancı bir koca bulup, evlenip, kocasının ülkesine gitmekmiş.
Ülkedeki evler, caddeler, kaldırımlar, troleybüsler ve geri kalan her şey o kadar eski ve bakımsız ki insan şaşırıyor.
2012’deki durum 2009’a göre biraz düzelmiş. Bu yıl Avrupa Futbol şampiyonası Ukrayna’da düzenlenecek. Bu sebeple ülke büyük bir hazırlık içinde. Yepyeni bir havaalanı yapılıyor, yollar ve şehir düzeltilmeye çalışılıyor. 3 yıl içinde gözle görülür bir fark olmuş ama hala yapılacak çok şey var.
Ev konusu ise biraz daha ilginç. Rusların veya eski sosyalist ülkelerin insanlarının ev ve ev bakımı algısı bizden farklı. Gerçi bizim de Avrupa’dan faklı ki bu başka bir yazı konusu.
Belki Rusya ve Hırvatistan yazımda daha detaylı bahsederim, bir dönem komünist veya sosyalist yaklaşımla yönetilmiş ülkelerdeki gözlemim şu ana kadar hep aynı.
Bu ülkelerde aynı bizdeki gibi insanlar apartmanlarda yaşıyor. Ancak dairelerin boyutları bize göre çok küçük ve anormal derecede bakımsız ve kötü durumdalar. Ortalama, 2 çocuklu bir aile 50-55 metrekare bir evde yaşıyor. 80-90 metrekare evlere “Oooo ne kadar da büyük” diyorlar.
Binaların, evlerin içleri yapıldığı günkü gibi duruyor. Yapıldığı günkü gibi durma, yepyeni duruyor anlamında değil. Yapıldıktan sonra bir kere bile elden geçmemiş anlamında. Bir sorun olduğunda tamir etme, arada boyama, güzelleştirme gibi bir içgüdüleri yok. Öyle ki şehrin orta-üst sınıfının yaşadığı semtlerde dahi durum farklı değil. Mesela evin camı mı kırıldı? Normal bir insan gidip yeni cam taktırır. Bu adamlar pencereyi tenekeyle kapatıyor. Veya iki tahta çakıp pencereyi iptal ediyor. Sokaklarda gezerken o kadar çok bu durumda pencere görüyorsunuz ki olayın birkaç istisnai durum olmadığını, toplumun ortak alışkanlığı olduğunu anlıyorsunuz. Yine aynı şekilde sıva mı döküldü (bakın boya kabardı demiyorum, tuğlaları görecek kadar sıvanın döküldüğü durumdan bahsediyorum), öyle kalıyor.
Teorim odur ki; komünizm döneminde devlet halka oturmaları için bu evleri vermiş. Ama evin mülkiyeti kendilerinin olmadığı için insanlar bu evlere bir nevi geçici konut gibi yaklaşmış. Oluşan hiçbir sorunu çözmeye, evi sahiplenip güzelleştirmeye çalışmamışlar. Zaten devletin halkına layık gördüğü evler de kutudan hallice ve iç karartıcı olunca ortaya çok kötü evlerde yaşayan bir toplum çıkmış. Bu insanlar artık kaç nesil bu zihniyette yaşadılarsa, topluma o kadar sinmiş ki bu durum, 25 yıl sonra bile hem Rusya’da hem Ukrayna’da ev yaşamı çok farklı değil.
Meraklı olduğumdan fırsat bulduğumda ortalama halkın yaşadığı apartmanların zemin katlarının camlarından içeri baktım. Emin olun evin içi, dışını aratan bir durumda.
İşsizlikten olsa gerek insanlar bizde olmayan değişik seyyar satıcılık türleri geliştirmişler. 1970 model arabaların bagajlarına çay ocağı kurup caddede kenara çekip yoldan geçenlere kahve satan da var, eline bir buzluk alıp bankta oturup bira satanda. Sokaklarda o kadar çok bira satılıyor ki dikkatinizi çekmemesi imkansız.
Yine seyyar kumarhaneler dikkatimi çekti. Tamam, ülkede kumar serbest ama insan gider doğru düzgün kumarhane yapar. Ya da ne bileyim devlet kumarhaneleri lisansa bağlar. Burada bakkal açar gibi kumarhane açılabiliyor sanırım. Adam şehrin kenarında bir kaldırıma bir konteyner koymuş. Yandaki dükkandan bir üçlü prizle elektrik çekmiş. İçine 5 tane de kollu makineyi tıkınca işte sana kumarhane olmuş. Üstünde de hiçbir şey yazmıyor. Her gün yanından geçtiğim ve içinde, yakındaki inşaatta çalışan inşaat işçilerinin kaldığını düşündüğüm konteynerden birisi çıkarken açılan kapıdan içeriyi görmesem orasının bir kumarhane olduğunu hayatta anlamazdım. Belki de kaçak bir kumarhane basmışımdır haberim yoktur.
Ülkede Sovyet döneminden kalma nispeten düzgün bir alt yapı var. Caddelerde karşıdan karşıya geçme gibi bir kavram pek yok. Çünkü tüm caddelerin altında geçiş için bir alt geçit yapmışlar. Ben ilk gün saf gibi caddeyi koşturarak geçmiştim de insanlar bana uzaylı gibi bakmıştı. Ne bileyim ben de yaya geçidi trafik ışığı aramış, bulamayınca bu uzaylılara kızmıştım. Ödeşmiştik.
Rusya’da da alt geçit konusunda durum benzer.
Bazı meydanların altındaki alt geçitler o kadar karışık olabiliyor ki bir türlü istediğiniz yerden çıkamıyorsunuz. Bunu bildiğimden girmeden çıkacağım yere bakıyorum. Mesafe belli, açı belli, yön belli, ama yerin altına inince o alt geçit illa yollara ayrılıyor ve yolları gıcıklık olsun diye düz yapmamışlar, gıdım gıdım dönüyorlar. Bu alt geçitlerde bir sürü dükkan oluyor. Bir kere her altgeçitte birkaç çiçekçi var. Çiçekçi olmadan altgeçit tamam sayılmıyor. Onun yanında büfeler, pis görünen kafeler, iç çamaşırı satan dükkanlar, zücaciyeciler, ne ararsanız bulabilirsiniz.
Kiliseler
Ukrayna’da dikkatimi çeken bir konu da kiliseler oldu. Bu kadar sık kiliseyi hiçbir yerde görmedim. Bir birine bitişik, aynı bahçe duvarını paylaşan 3 kilisenin yan yana yapılmasının sebebi nedir çözemedim. Farklı mezheplere ait kiliseler diye düşündüm ama baktım öyle de değil. Daha sonra sohbet sırasında yerel insanlara sordum. Nedense ben sorana kadar kimse neden yan yana 3 tane kilise yapıldığını düşünmemiş. Sebep ne cemaate yetmeme, ne mezhep, ne tarikat farklılığı ne de başka bir şey. Birisi yan yana kiliseleri dikmiş işte.
Öncelikle Ukrayna, Ortodoks Hristiyan bir ülke ve bugüne kadar ziyaretlerim hep Katolik ve Protestan ülkelere olmuştu. Ortodoks kiliseler yapı olarak da çok dikkat çekici. Bir kere çok renkli ve süslü. Ülkenin yerel mimarisinin de etkisi ile genelde sivrice kubbelere sahip bu kiliselerin bazılarının kubbeleri altınla kaplanmış. Paranın yetmediği yerde de altına benzeyen sarı metaller kullanmışlar.
Orta büyüklükteki kiliseler kadar küçücük cep kiliseleri de çok yaygın. Adım başı bir tane küçük kilise karşınıza çıkabiliyor. Ben bunları İzmir Konak meydanındaki küçük camiye benzettim hep.
Rus-Ortodoks kiliseleri, Katolik ve Protestan kiliselerinden farklı olarak oturaklara sahip değil. Bizdeki camiler gibi içleri boş. Her kültürde olduğu gibi burada da din, yerel kültür ve önceki inanışlarla harmanlandığı için gördüğüm Ortodoks kiliseleri diğer ülkelerdeki aynı mezhepten kiliselerle aynı değil. Benzer mantıkta Amerika’daki camilerde de tıpkı kiliselerindeki gibi oturma düzeni ve sıralar var.
Burada bir sohbet sırasında arkadaşım ilk kez 19 yaşında bir Katolik kilisesi gördüğünü ve içerideki koltuklara ne kadar şaşırdığını anlattı. Kilisede neden oturulması gerektiğini bir türlü anlamamış ve sinema gibi yapmışlar ve ne kadar anlamsız olmuş diye bana dert yanmıştı.
Ülkenin en büyük ve önemli kilisesi bize tanıdık bir kilise, Aya Sofya.
Altın kubbeli bu kilisede bir tören izledim. Bir kilisede izlediğim en farklı ve en ilginç ayin olduğunu söyleyebilirim.
Ne kadar doğru bir saptama bilmem ama burada Ukraynalılar oldukça dindarmış gibi bir izlenim edindim. Sadece kilise sayısı ve kiliselere gösterilen ihtimamdan kaynaklanmıyor bu düşüncem. Özgürlük meydanında Hıristiyanlık öncesi Slav mitolojisinden gelen ana tanrıçaları Bereginia’nın dev bir kaide üzerinde heykeli bulunuyor. Bu heykeli ilk gördüğümde büyüklüğünden oldukça etkilendiğimi hatırlıyorum.
Dengeyi sağlamak için meydanın diğer ucuna, ana tanrıçanın simetrik karşılığına Baş Melek Mikail’in elinde ünlü kılıcı ile bir heykelini dikmişler. Ana tanrıça ve Mikail bütün gün birbirlerine bakıyor. Ana tanrıça şehre mutluluk ve bereket verirken, Hıristiyanlıkta en güçlü ve savaşçı melek olarak kabul edilen Mikail elindeki kılıçla şehri kötülüklerden koruyor.
Aslında Mikail ve David heykelleri ile bir bağım var gibi hissediyorum. Nereye gidersem gideyim hiç beklenmedik yerlerde bu iki heykeli veya sembolü buluyorum. İleride Mikail hakkında özel bir yazı gelebilir.
Rüşvet ve Ben
Hayatımdaki ilk ve şimdilik tek rüşveti burada verdim. Ve gördüm ki rüşvet cidden işe yarayan bir müesseseymiş.
Ne zaman bir ülke ile vizeler kaldırılsa veya kolaylaştırılsa başıma bir olay geliyor. Buradan Dış İşlerine sesleniyorum “Arkadaşlar bırakın dağınık kalsın. Ne güzel vizemizi alıyoruz, paşa paşa giriyoruz.”
Pakistan ve Suudi Arabistan’daki acı pasaport kontrolü ve vize deneyimlerinden sonra Ukrayna konsolosluğunun 4. vize talebime “Artık vizesiz gidebilirsiniz” cevabına inanmadım. Daha önce 3 kere vize veren konsolosluk ısrarla, istersem vizesiz gidebileceğim konusunda beni iknaya çalıştı. Acenteye inanmayıp Dışişleri Bakanlığı ve Büyükelçiliğe kadar her yere ulaşıp süreci bizzat öğrendim. Eğer otel rezervasyonum ve uçak biletlerim varsa sınır kapısından vize alabiliyormuşum. Çok yeni bir uygulamaymış, çok kolaylaşmış, breh breh…
Rezervasyonlarımla havaalanına gittim. İlk problemi Türk Hava Yolları check in sırasında çıkardı. Meğer otel rezervasyonum Ukrayna tarafından yetkilendirilmiş bir acente tarafından yaptırılmak ve yeşil bir kağıda bastırılmak zorundaymış. Bu yeşil kağıt kuralı da sadece 3 gün önce çıkmış. THY de benim seyahatimden üç gün önceye kadar her türlü rezervasyon belgesi ile yolcu kabul ederken birden yeşil kağıt olmadan kimseyi uçağına bindirmemeye başlamış. Velhasıl beni uçağa almadılar. Araya giren kuzen, eş, dost yetmedi. Kiev’deki müşterim konsolosluğu aradı, olmadı Kiev’deki THY bölge müdürüne gidip oradan İstanbul’u arattılar ve gerekli belgelerin Kiev’de hazır olduğunu, pasaport kontrolü öncesi birinin bana elden vereceğini taahhüt ettiler, bu da yetmedi bunu yazılı olarak faksladılar.
Sonunda THY insafa geldi ve uçağa binebildim.
Tabi her ziyaretimde hiç şaşmadan beni havaalanından aldırmayı beceremeyen müşterim, pasaport kontrolü öncesi belgeyi getirecek adamı da düzgün organize edemedi. Uçaktan indim, zaten 20 metre sonra pasaport kontrolü var. Gidebileceğim ne başka bir yer ne de o küçücük alanda beni bekleyen biri var. Sap gibi beklemeye başladım. Vizesi olan yabancılar gelip geçiyor, ben ve benim gibi sınır kapısında vize almayı bekleyen bir avuç Türk boş boş bekliyoruz. Tabi benim dışımda gelen herkes ellerindeki yemyeşil rezervasyon kağıdının verdiği rahatlıkla, huzur içinde beklerken ben elimde telefon sürekli birilerine ulaşmaya çalışıyorum.
Derken belgeleri tam olan Türk vatandaşlarına sınır kapısında vizeyi verecek görevli zatı muhterem teşrif etti. Plana göre bu kişi vize için bekleyen yolcuların benim gözüme sokar gibi ellerinde salladıkları yeşil rezervasyon kağıtlarını ve pasaportları alacak ve gidip vize sürecini başlatacak. Benim de yeşil kağıdım olsa bende o gruba dahil olup geçeceğim.
Eski sınır dışı edilme anılarımın da etkisiyle artık nasıl alarma geçmişsem bize doğru gelen vizeci amcayı ilk ben fark ettim ve daha gruba kadar gelmeden atılıp yarı yolda adamı yakaladım. Ancak 5 kelime İngilizce konuşabilen amcama durumumu anlattım. Bana paran var mı dedi. Var dedim. Çıkar bakalım 50 Euro dedi. Çıkardım. Pasaportumu aldı, yeşil bayraklı gruba bekleyin beni dedi ve gitti.
5 dakika sonra amcam geri geldi. Bekliyorum ki bana yeşil bir rezervasyon kağıdı getirmiş olacak, ben de yeşil bayraklı gruba dahil olacam, elimde o kağıdı havalı havalı sallayacam. Ama öyle olmadı. Adam pasaportumu arkasında tutuyor. Bana “Polis var” dedi. “Eee” dedim. “20 Euro” dedi. 20 Euro daha verdim. “Polisin müdürü var” dedi. Artık soru sormadım. 10 Euro da müdür katkı payı olarak verdim. Amcam ilk kez gülümsedi “En son da ben varım” dedi. Bir 10 Euro da gülümseyen amcaya verdim. Arkasında “Sağ elimde mi sol elimde mi?” diyecek gibi sakladığı pasaportumu verdi. Vizen hazır dedi. Meğer tüm işlemleri halletmiş, vizeyi bile vermiş. Ben pasaport kontrol kuyruğuna girdim. 15 dakika sonra sıra bana gelip, mührü bastırıp Ukrayna topraklarına girdiğimde yeşil bayraklı grup hala ellerindeki belgeleri verecekleri adamı bekliyordu.
Gördüm ki işe yarayan tek “yeşil kağıt” o rezervasyon belgesi değilmiş. Başka yeşil kağıtlar da oluyormuş.
Bu ilk ve tek rüşvet deneyimim sırasında kendimi kötü hissettim mi? Hayır hiç hissetmedim. Orada her şeyi yasal yoldan yapmış ve ellerinde yeşil kağıtlarla havalı havalı bekleyen insanlardan utandım mı? Hayır utanmadım. Çok bozuldum ben….Yaşasın kötülük….
Bu rüşvet konusu bu bölgelerde çok yaygın. Hemen her iş için karşınızdakine rüşvet verebiliyorsunuz. Özellikle polisler rüşveti çok seviyormuş. Rusya’da herhangi bir yerde bir polis sizi kafasına göre durdurup pasaportunuzu isteyip incelemeye başlayabiliyor. Tek amacı sizi korkutup para almak. Bir problem bulursa zaten yandınız. Bulamazsa bile bu vize sayfası katlanmış, katlanmaması lazımdı yürü karakola diyor. Ülkesine göre 100 Grivna veya 100 Ruble o katlanmış sayfa üzerinde ütü etkisi yapıyor ve sorun olan kat izi bir anda dümdüz oluveriyor.
Okuduğum yazılarda diyor ki Rusya’da, Ukrayna’da kimseye rüşvet teklif etmeye korkmayın. Rüşveti ters algılayan bir insan evladı yok buralarda. Aslında bu konu çok ciddi. Yabancı bir ülkede böyle bir harekete kalkışmadan önce mutlaka araştırın. Bazı ülkelerde rüşvetin iması bile sizi yüzde yüz parmaklıklar arasında bir gece kahvaltı dahil konaklamayı garanti edebilir.
Yemekler
Nedense kuzeye gittikçe yemeklere bir şeyler oluyor. Ukrayna da bu konuda bir istisna değil. Kiev’in sözde en iyi restoranlarına gittim. Ama restoranlarda bir üst limit var ve ondan daha kaliteli, lezzetli yemek bulamıyorsunuz. Ve maalesef o limit pek yüksek değil.
Yerel yemek dediğinizde restoran profili de tatlar da birden olumsuz yönde değişiyor. Ülkedeki iyi restoranlar hep başka mutfaklara ait. Son ziyaretimde Ukrayna’da yediğim en güzel yemeği yedim ve o tatları bulduğum yer bir Gürcistan restoranıydı. Bu arada Gürcüler mi bizden çalmış biz mi onlardan bilmiyorum ama adını bile değişmeden yaprak sarmasını, mantıyı, biber dolmasını menülerine koymuş adamlar.
Yerel olup güzel olan üç yiyecek sayabilirim. Borsch çorbası. Türkiye’de Rus çorbası olarak bilinen bu çorba menülerde istisnasız olarak “Ukrayna Borsch çorbası” olarak geçiyor. İlk ziyaretimde herhalde çorba hakkında Ruslarla aralarında ihtilaf var ki bu şekilde kendilerine ait olduğunu özellikle vurguluyorlar demiştim. Ama Rusya’da da bu çorbanın adı “Ukrayna Borsch çorbası”. Kırmızı pancardan yapılan bu çorba yine bir Rus klasik davranışı olarak ekşi krema katılarak yeniliyor. Ukrayna’da da Rusya’da da olur olmaz her şeye bir ekşi krema koyma adeti var. Ekşi kremayı neden bu kadar seviyorlar anlayabilmiş değilim.
İkinci güzel yerel tat ise Bilini veya daha genel olarak havyarlı her şey. Rusya havyar üretiminde önde gelen ülkelerden biri. Ukrayna’da ciddi bir üretim olmasa da tarihten gelen bağlantılarla bu yiyecek bir kere mutfaklarına girmiş. Bu insanlar havyarla bir sürü güzel atıştırmalık hazırlayabiliyor. Bilini kızarmış bir ekmek dilimi üzerine sürülen ekşi krema ve onun üzerine kalın bir katman olarak sürülen havyardan oluşan bir iştah açıcı. Bazen de bu lezzet fırtınasına bir üçüncü kat olarak çok ince kıyılmış frenk soğanı sapı da ekleniyor. Akşamüzeri veya sabah kahvaltılarda ise krepin ortasına bolca havyarı koyup dürüm veya külah olarak sunuyorlar.
Geldik üçüncü güzel lezzete ki o da bira. Burada birçok restoran kendi birasını kendi yapıyor. Genelde bu restoranlar salonun bir köşesine biranın mayalandığı koca koca krom tankları yerleştiriyor. Siz de o tanklara baka baka biranızı içebiliyorsunuz. Ben bir keresinde restoranın birinde filtre edilmemiş ev yapımı bira içmiştim. Nefisti. Bira sevmeyen biri olarak o tadı bir türlü unutamadım. O günden beri gittiğim her yerde o filtre edilmemişbulanık biranın tadını arıyorum.
Bira burada en çok içilen alkollü içecek. Şarap kültürü yok gibi bir şey. Her cahil yabancı gibi ben de buraya gelmeden tüm Rusların (ve dolayısı ile Ukraynalıların) en sevdiği içeceğin Votka olduğunu düşünüyordum. Bir kere bu adamlar votkayı yazın neredeyse hiç içmiyorlarmış, yazın soğuk bira içilir diyorlar. Kışın bile votka liderliğini biraya kaptırmış durumda. Efes ülkenin en çok satılan üç birasından birisi.
Bir gün menüde iştah açıcılar bölümünde kızarmış domuz kulağı gördüm. Tabi benim iştahım hiç açılmadı. Domuz kulaklarını kızartıp yemek yetmemiş bir de çeşit yapmışlar. Küçük domuz kulağı ve büyük domuz kulağı olarak iki farklı seçenek mevcut. Fiyatından anladığım kadarı ile küçük domuz kulağı daha makbul. Herhalde daha kıtır kıtır oluyor diye düşünüyorum.
Birkaç gün sonra yine filtre edilmemiş ev yapımı bira içiyorum, yanına da karışık bira tabağı diye bir şey söyledim. Sosis, patates, kalamar, soğan halkası falan var. Derken bir soğan halkasını ağzıma attım. Birkaç saniye sonra dokusundaki farklılığı hissettim. O an dilimle yokladım, ortasında boşluk yok. Kafamdan düşünceler geçmeye başladı. “Soğan halkasının ortası boş olmalı Kamil”, “Bunun dokusu soğan gibi değil Kamil”, “Bu ne olabilir ki Kamil?”, “Geçen gün menüde ne görmüştüm ben Kamil?”, “Yoksa, yoksa, …. , bir domuzun kulağını mı kemiriyorum?”, “Bari küçük domuz kulağı olsun”. O an aman etraftan iğrenç görünür, yok ayıp olur gibi düşünceler aklımın köşesinden bile geçmeden ağzımdakileri elime çıkarıverdim.
Dikkatimi çeken başka bir şey de menüler. Neden anlamadım ama tüm işletmelerde, tüm menülerin, tüm sayfaları tek tek mühürlenmiş ve imzalanmış. Önce herhalde burada yasa gereği sağlık bakanlığı falan menüleri onaylıyor diye düşündüm. Sonra sonra baktım, mühür her işletmenin kendi mührü. İmza ise kimin bilmiyorum. Hadi bir işletme üşenmemiş, kendi menülerinin her birinin her bir sayfasını tek tek mühürlemiş ve imzalamış, iyi de diğerleri neden yapmış? En lüks restoranından en salaş kafesine kadar bu uygulama istisnasız uygulanıyor. Yine merakıma yenildim beraber çalıştığım yerel arkadaşlarıma sordum. Ve yine hiç biri menülerde bir damga olduğunu bile fark etmemiş. Sebebini öğrenemedim. Ama kesin yasal bir düzenleme olmalı.
Rusya ile ortak bir uygulama da menülerdeki yemeğin içindeki her bir malzemenin gramajının yazılması. Mesela menü de köfte var. Yanında garnitür olarak patates kızartması ve salata geliyorsa, hemen yanında 250gr/100gr/120gr yazıyor. Tercümesi sana 250 gram köfte, 100 gram patates kızartması ve 120 gram salata gelecek. Bazen o kadar çok rakam oluyor ki hangi rakam ne için çözmek mümkün olmuyor.
Tüm bunlara rağmen Ukrayna’da yemek çok ucuz. Sadece Avrupa’ya kıyasla değil Türkiye’ye göre bile ucuz. Şehrin en pahalı restoranındaki en pahalı yemek 25-30 lirayı geçmiyor.
Tarih ve Rusya İlişkileri
Eurovision’da Sertab’tan sonra Ruslana adlı şarkıcı Ukrayna adına birinci olduğunda kıyafetleri dikkatimi çekmişti. Vikinglere benzeyen kıyafetlerin Ukrayna ile ne alakası var demiştim. Meğer bu adamların ataları basbayağı Vikingler gibi giyiniyormuş.
Kiev 1500 yıl önce 4 kardeş tarafından kurulmuş. 3 erkek 1 kız kardeşten oluşan bu 4’lünün şehrin her yerinde heykelleri var. Kızın adı Olga bir tek onu ezberledim. Abilerinin adları çok da önemli değil zaten. Olga’nın abileri dediniz mi herkes anlıyor. Eminim bu 4 kardeşin anası babası gurur duyuyordur evlatlarıyla.
Her ne kadar orada burada Ukrayna ve Rusya kardeştir lafları geçse de bu iki ülke ve halk arasında gözle görülür bir rekabet ve tarihsel çekememezlik var. Öncelikle Ukraynalılar kendilerine Rus denilmesinden hiç haz etmiyorlar. Hemen biz Ukraynalıyız, hiçbir zaman Rus olmadık biz diyorlar.
Tarihlerine baktığınızda Stalin döneminde bu adamların ayaklanmalarını önlemek için buraya gıda ambargosu uygulanmış. İnsanlar açlıktan ölmenin eşiğine geldiğinde hepsi St. Michael ve Aya Sofya arasındaki geniş alanda toplanmaya başlamışlar. Ambargo devam ettikçe yaşam koşulları daha da kötüleşmiş. Günde ortalama 25 bin kişinin açlıktan öldüğü bir boyuta gelmiş. Anlatılan o ki, iki kilise arasındaki o devasa alan sadece açlıktan ölen insanların cesetleri ile kaplanmış. Bu olaylar sonucunda Sovyet Rusya’sında toplamda 11 ila 15 milyon arasında insan açlıktan ölmüş. Bunların 7 milyonu Ukraynalıymış. Bu alanın bir köşesine 1933’de ölen 7 milyon kişi anısına bir anıt dikmişler. Bu olayların yıldönümünde Kievliler bu meydana 7 milyon tane yanan mum dikiyorlarmış. Onca mumu nasıl sönmeden yanık tutuyorlar merak etmedim değil.
Şehrin güzel bir yerinde büyükçe bir kemer var. Kemer sözüm ona Rusya-Ukrayna kardeşliğini simgeliyormuş. Ama sohbetlerimizde Ukraynalılar, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Avrupa’ya en iyi entegre olan, en hızlı gelişen ve demokratikleşen ülke olduklarını söyleyerek övünüyorlar. Rusları çok kendini beğenen ve hantal bir ülke olarak görüyorlar.Halka baktığınızda da genç nesil, Ruslara göre çok çok daha yüksek oranda İngilizce biliyor.
İnsanlar genelde Rusça konuşsa da Ukraynaca diye bir dil de varmış. Ülkenin batı bölgeleri daha milliyetçi olarak biliniyor ve oralarda Rusça konuşmak tepki alıyormuş. Kiev’de baskın dil Rusça.
Şehrin Şarkısı
Bu şarkıyı sizinle paylaşabilmek için ne kadar uğraştım bir bilseniz kesin sonuna kadar dinlersiniz.
İşte benim için Kiev şarkısı Guiseppe Verdi’nin La Traviata operasından Addio Del Passato’dur.
İşte benim için Kiev şarkısı Guiseppe Verdi’nin La Traviata operasından Addio Del Passato’dur.
Gün batarken Özgürlük Meydanından otelime doğru yokuş aşağı yürüyordum. Kulağımda bu şarkı çalıyordu. Yazının başındaki kapak fotoğrafındaki kızıl manzara ve binaların camlarında yansıyan turuncu rengi bu müzikle yakaladım.
Kiev Fotoğraflarımdan Seçmeler
Yazının kaynağı: http://kamilingezileri.wordpress.com/2012/03/12/ukrayna-izlenimleri/
İlgili Aramalar:
I'll immediately clutch your rss as I can't finԁ your
YanıtlaSilemаil subscription link or е-newsletter service.
Do you hаve аny? Kіnԁly peгmіt
me realize in order thаt I may juѕt subѕcribе.
Thanks.
Also visіt my webpage ... Wordpress Plugin
Also see my website: SEOPressor V5 review
Wіth havin so much writtеn content do you ever run іnto anу problеms of plagorism or сopyright infгingеment?
YanıtlaSilΜy blog has a lot of еxсlusive contеnt I've either authored myself or outsourced but it looks like a lot of it is popping it up all over the internet without my agreement. Do you know any solutions to help stop content from being stolen? I'd гeally appгеciate іt.
Review mу web page; Seopressor Version5
I absolutely lονe уouг sitе.
YanıtlaSil. Greаt colors & theme. Did you make this amazing site уouгself?
Pleаse reply bacκ as I'm trying to create my very own blog and would love to know where you got this from or exactly what the theme is named. Many thanks!
My blog :: wedding dresses
This is really interesting, You are a very skilled blogger.
YanıtlaSilI've joined your feed and look forward to seeking more of your wonderful post. Also, I have shared your website in my social networks!
My blog post :: SEO
I've been exploring for a little for any high-quality articles or weblog posts in this kind of space . Exploring in Yahoo I at last stumbled upon this website. Reading this information So i am happy to convey that I have a very excellent uncanny feeling I discovered exactly what I needed. I most surely will make certain to do not overlook this web site and provides it a look on a constant basis.
YanıtlaSilReview my web blog: canlı tv izleme atv
Teşekkürler güzel yazı.
YanıtlaSil